İNSAN DENİLEN MUHTEŞEM VARLIK VE KİMLİK PROBLEMİ

Sözlerin hepsi özü merhamet kaynağı, her işi de merhametle olan Allah’ın adıyla başlar.

Bu yazıyı kaleme almadan uzun süre çevremde, basında ve facebook gibi sosyal ağlardaki insanları gözlemleyip herkesin kendine has ama hepsinin ortak birkaç problemi olduğunu gördüm. Biri şahsiyet , diğeri ise kimlik . Her ikisi de aynı gibi dursalar da aralarında bazı farklılıklar var.

Evvela problem olarak nitelememin en büyük nedeni insanlarda göremediğim DİK DURUŞ . Ne konuda dik duracağını karıştıran bir insan tipi var meydanda. Tabi bu insan tipinin kendine seçtiği kimlik ve bu kimliği seçtiğinden dolayı “ben böyle davranmalıyım” dürtüsü.

Evvela şahsiyetini tam kavrayamamış insanlar; özel biri olma, birçok yönüyle eşsiz-benzersiz olma, yaratılmışların en şereflisi olma, kendini kendine verilen tüm özellikleriyle “dünyanın yaşatılması, dünyanın ayakta tutulması, kulluk ve adalet” için sorumlu görebilme gibi kavramları hiçe saymakta ya da önemsememektedir. Şahsiyet şahsi belliliktir. Şahsi belirtgeçtir.

Kimlik arayışı insan fıtratında var olan bir arayıştır. Aidiyet duygusu hep var olmuş ve olacaktır. Tabi ki bu aidiyet duygusu da yanlış yerlere ait olunması halinde insanı felakete sürükleyen bir duygudur. Kimliklerimiz ile artık biliniyoruz ve kimliklerimizi bir tarz haline getirmiş bununla varoluş amacımız sanki bu tarzmış gibi göstermeye başlamış durumdayız. Tabi insan kendini bir kimlikle tanımlamaya başladı mı çok yönlülüğünden dolayı birden fazla kimlik seçme işine zorunlu olarak girmeye başlayacaktır. Bir üst kimlikte “filanca” olan alt kimliğinde “falanca” olmuştur. Kimi zaman da daha alt kimlikleri de oluşturmuştur ki iş komediye dökülmüştür.

Şahsiyette eksik olan insan şahsiyetteki bu eksiğini “ kimliğini süsleyerek” kapatmaya çalışmaktadır. Buda tam bu sırada komedinin ve trajedinin başlamasına yol açmaktadır. Komik görüş tartışmalarından bombalı saldırılara, hatta yeşil sahalardaki şiddete ve hakarete kadar uzanmakta bu iş.

Somutlaştıralım;

Türkiye Müslümanları Peygamber Efendimizin (S.A.V.) Veda Hutbesini çok iyi bilirler. Neredeyse okumayan yok gibidir. Veda hutbesinde “ Arabın Aceme , [Arap olmayana] Acemin Araba üstünlüğü olmadığı gibi, kırmızının karaya, karanın kırmızıya üstünlüğü yoktur. Hiçbir milletin diğerine üstünlüğü yoktur. Üstünlük ancak takva (Sorumluluk bilinci) iledir buyurmuşlardır. Fakat bu ifadeleri nasıl anlıyorlarsa kendilerine Müslüman Türk gibi ünvanlar vermektedirler. Burada milliyetçilik gibi bir hastalık da doğar ve büyümeye başlar. Kimlik o kadar ilerler ki alt kimlik üst kimlik birbirine karışır ve “Müslüman, Türk, Konyalı, Fenerbahçeli… “ gibi tanımlar yapmaya kadar gider. Aynı virüs Mezhepçilik, Particilik, Cemaatçilik, Ahmetçilik, Mehmetçilik… gibi açılımlar yapar. Sürer de sürer…

Milliyetçilik kavramı çok konuşulacak çok su götürecek bir mevzu olduğu için girmiyor ve sadece birkaç kelime etmek istiyorum. “Seçmediğimiz bir şey için ne övünebiliriz nede yerinebiliriz”. (Bkz: islamoğlu:Irkçılık Sefaleti ) Doğuştan 1-o malup başlamak fikri çok da mantıklı gelmiyor şahsen. Kürt kardeşim Kürt doğmuştur şanssızdır, ben Türk doğmuşum şanslıyım öylemi. Allah C.C.nün yaratırken eşitsiz yaratması gibi bir mantık çıkıyor ki haşa!

Hepsi şahsiyet ve dik duruş eksikliğinden ve kendine değer vermek ve özgüven yerine başkalarına ait olunca ait olduğu yerin değeri ile insanların onu değerlendireceğini zannetme duygusundan kaynaklanmakta.

Etrafınıza bakın yeni konuşmayı söken çocuğa takım enjekte ediyoruz. Hemen bir kimlik giydiriyoruz, sonuçlarını düşünmeden. Futbol, Irkçılık, particilik, dincilik, mezhepçilik, akımcılık ve daha başka cılık” ve cilikler” . Bazısı iç hesaplaşmasında kaldıramıyor tek bir kimliği ki kendini birçok konuda kategorize edip birbirine çatışan birçok kimliği kendine giydiriyor da çelişkinin farkında bile değil. “Müslüman Türküm Elhamdülillah” gibi komik bir fotoğraf çıkıveriyor.

Şahsiyeti nasıl inşa edeceğiz? 1400 yıl önce bir çöl kasabasında dünyaya gelmiş ümmi Muhammed’in Âlemlere Rahmet olmasını kim sağlamışsa ona inşa olarak. Yani Kerim olan Kuran’a. Kuran’da muhteşem bir şahsiyet inşası mevcut. Özellikle inşa ayetleri, şahsiyet ayetleri insan beynini çok doğrusu olan sağa sola çarpan ve her şeyi keşfedip kırıp dökerek öğrenen bir akıldan, referans çizgisi olan bir akla götürmekte yaratıcının yaratırken koyduğu kuralları çiğnemeden yaşama imkanı vermektedir.

Peki acaba yaratıcımız bizim kullanma klavuzumuz olan Kitabında bizi hangi kimlikle tanımlıyor.

HAC suresi 78. Ayette “ O sizleri bundan önce de bu vahyin (gelişinden) sonra da Müslüman olarak isimlendirdi.” Buyuruyor. Bu Ayeti Kerime’den de anlaşılabileceği gibi ilk insandan bu güne kendilerine vahiy ve/veya peygamber gelen tüm inanmışların Müslüman olduğunu söylemekte.

O halde kendimize bir kimlik giydirmek yerine insanları ya “İslam kardeşimiz”, ya “ana-baba kardeşimiz” yada insanlık eşimiz olarak nitelememiz ötekileştirmeden dünyayı yaşanılır hale getirmek için ihtiyaç olan yegane formül.

Yoksa; ötekileştire ötekileştire yeryüzünde sevebileceğimiz hiç kimse kalmayacak. Kimlik ver, ötekileştir, düşman ilan et ve yok et.


Değerli insan altınına bulaşmış çamurdan dolayı koskoca insanı çöpe ata ata ne değerler yitirdik. Ve bu gidişle yitireceğizde. Rabbimizin bize apaçık düşmanınızdır dediği şeytan gibi bir ötekimiz varken yinede insanlık ırkından birilerini hep ötekileştiriyoruz.

Velhasıl;

Aidiyet psikolojimizin yan etkilerinden olan abuk sabuk yerlere ve kimliklere ait olma duygumuz bizim özü itibariyle yaratılmışların en şereflisi olan İNSAN’a bulaşmış bir çamurdur. Bundan arınmadan insanlık olarak refahın ve birliğin hayalini bile göremeyeceğiz.

Hakan ATÇEKEN/24 Şubat 2009