İntihar Nedir?
TDK intihar kelimesini iki şekilde tanımlar:
Klasik sosyologlardan Emile Durkheim ise çoğu intiharın toplumsal nedenlerden kaynaklanan bir eylem olduğunu savunur ve intihar eylemini şu şekilde tanımlar “Kişinin kendisi tarafından gerçekleştirilmiş, olumlu ya da olumsuz bir edimin doğrudan ya da dolaylı sonucu olan her ölüm olayına intihar denir”. Ayrıca Durkheim kimi müntehirlerin intihar etmeden önce yoğun bir ruhsal bunalım yaşadığını ve değersizlik duygusu hissettiğini ifade eder. O halde bireyi intihara iten nedenleri, TUİK ve WHO’nun verilerinden de yararlanarak irdelemek, daha anlaşılır sonuçlar elde etmemize yardımcı olacaktır.
WHO’ya göre, dünyada her yıl 800 bin kişi intihar ederek hayatına son veriyor. Ayrıca her yıl 16 milyon kişi intihar girişiminde bulunuyor. İntihardan ölenlerin sayısı; sıtma, göğüs kanseri, savaş veya kadın cinayeti nedeniyle ölenlerden daha fazla. Ayrıca 15-29 yaş arasındaki gençlerin ise ölüm vakalarındaki ikinci neden olarak karşımıza çıkıyor. İntihar vakalarının yüzde yetmişinden fazlası, düşük ve orta gelirli ülkelerde gerçekleşiyor. İntihar oranlarının en yüksek olduğu ülkeler sırasıyla, Litvanya, Rusya, Guyana ve Güney Kore, İzlanda, ABD ve Finlandiya. Türkiye ise bu sıralamada 100. sırada. Türkiye’nin görece bu sıralamada aşağılarda olduğu söylenebilir.
TÜİK verilerine göre ise Türkiye’de yılda ortalama 3400 kişi intihar ediyor. Kayda geçen en yüksek intihar nedenlerinin başında %22 ile hastalık geliyor. Diğerlerinin çoğu ise sosyal nedenler. Kişinin dolaylı olarak kendi ölümüne neden olması bu verilere eklenmiyor.
Dünya ve Türkiye’den elde edilen verilerden hareketle bazı intihar vakalarının önemli itici güçlerinin, toplumsal nedenlere bağlı olan ekonomik, sosyal faktörler ve sosyal hayatta sahip olduğumuz roller ile ilişkili olduğunu söyleyebiliriz. Neden toplumda yaşanan değişimler, krizler ve travmatik deneyimler bazılarını etkilemezken bazı bireyleri intihara sürükler? Peki, hangi durumlarda bireyler daha çok etkilenir? Bu sorunun cevabı için önce intihara sebep olan ruhsal nedenlere kısaca değinelim.
Psikolojik bozukluklar kişiyi intihara sürükleyen nedenlerden biridir. Şizofreni gibi psikotik bozukluklarda intihar riski yüksektir. Ayrıca duygu durum bozukluğu olan hastalarda, depresyon döneminde intihara yatkınlık artış göstermektedir.
İntihar eyleminin kendisinden gizli mesajlar/anlamlar çıkarmak ve intiharı çözüm/çare olarak görmek de psikolojik nedenler arasındadır. Örneğin diğerlerini suçlu göstermek, yanlışlardan ve kabul edilemez duygulardan kurtulmak, ölmüş olan sevdiğine kavuşmak, duygusal acıyı unutmak ya da duygusal boşluktan kaçmak için intihar eylemi gerçekleştirilmiş olabilir.
İnsan sosyal bir canlıdır ve çoğunlukla toplumsal hayata dâhil olmak ister. Bu sosyalleşmenin sağlıklı ilişkiler üzerine kurulu olmaması da insanı sona götüren sebeplerdendir. Yani intihar eylemini ruhsal olarak besleyen birtakım toplumsal etmenler olduğunu kabul edebiliriz.
İntihar, bireylerin toplumsal bütünleşme sorunlarından kaynaklanabileceği gibi toplumda yaşanan düzensizlikten ya da değişimden de kaynaklanabilir. Çünkü birey toplumun bir parçasıdır ve toplumun dışına itildiği takdirde büyük bir umutsuzluk duygusu oluşur.
“Toplumsal bütünleşme” süreci, kişiden kişiye farklılık gösteren gruplar aracılığı ile gözlenebilir. Bireyin bütünleştiği toplum çekirdek ailesi olabileceği gibi bir tüccar için bu toplum, ortak statü paylaştığı diğer tüccarlar olabilir. Askerler ve öznel sosyal örgüt üyeleri için de kendi toplulukları.
“Toplumsal düzenleme” ise bireylerin yaşadığı dönemde toplumsal bütünleşmeyi deneyimledikleri gruplarda yaşanan büyük değişimlerdir. Örneğin yaşadığımız ülkede gerçekleşen ekonomik kriz, toplumsallaştığımız sosyal örgütü etkilediği ölçüde kendimizi umutsuz hissederiz. İşimizi kaybedersek, ülkenin küçük bir parçası olan, kendimizi ait hissettiğimiz topluluktan, sorumluluklarımızı yerine getiremediğimiz için dışlanabiliriz (aile, ticari ilişkiler, sosyal gruplar, örgütler vs.) ve olası bir dışlanma durumu genetik ve ruhsal olarak intihara yatkın olan bireyleri daha çok etkileyebilir.
TUİK tarafından yapılan “Bireylerin Mutluluk Kaynağı Olan Kişiler” araştırması incelendiğinde; kendilerini en çok ailelerinin mutlu ettiğini belirtenlerin oranı, 2020 yılında %69,7’dir. Yani bizler mutluluk kaynağı olarak yakın ailemizi görmekteyiz. Ayrıca “Bireylerin Mutluluk Kaynağı Olan Değerler” incelendiğinde; kendilerini en çok sağlıklı olmanın mutlu ettiğini ifade edenlerin oranı, 2020 yılında %70,9’dur. Bunu %12,8 ile sevgi takip etmektedir.
Anlaşılan o ki: Bireyler toplumsal bütünleşme sağladıkları kişileri mutluluk kaynağı olarak görüyorlar. Mutluluk Değerleri nin başında sağlıklı olmak geliyor. Çünkü biliyoruz ki sağlığımızı kaybettiğimiz takdirde toplumsal olarak bütünleşmenin gereği olan sorumluluklarımızı yerine getirmeyebilir ve grubumuzun dışına itilebiliriz. Nitekim ileri yaşlılık dönemindeki kimi bireylerde görülen yaşlılık anksiyetesi bu duruma bir örnek olabilir. Başkasına muhtaç olmak istemezler çünkü muhtaç olduklarında bakımlarının yapılmayacağını ve horlanacaklarını düşündükleri için korkarlar. Bir başka benzer durumsa belirli sosyal marifetlerini yitiren bireylerde görülebilir. (3. Köprü inşaatında hata yapan Japon mühendisin intihar etmesi gibi.)
Diğer taraftan intihara sürükleyecek dinamikler toplumda büyük bir kaos yaratma potansiyeline sahiptir. Çünkü intihar eylemini tetikleyen etmenler bireyleri suça, otoritesizliğe ve güvensizliğe hızlıca sürükleyebilecek etmenlerdir. İntihar etme eylemini toplumsal bütünleşmede sorun yaşadığı için planlayan bireyler, topluma karşı sorumluluk hissetmeyebilir; böylece bu bireyler canlı bomba olabileceği gibi cinayet, yaralama gasp vb. ağır suçlar da işleyebilir. Bu sebeple intihar eylemi, devletin hukuksal kurumlarında da denetlenmek istenilen bir eylemdir.
Neredeyse bütün ülkelerde bireyi intihara teşvik etmek, cinayet ile eş tutulmaktadır ve cinayet ile aynı ölçüde hukukta cezası vardır. Öyle ki birçok ülkede ötenazi uygulamaları belli başlı özel durumlar dışında bütün ülkelerde yasaktır ve tıp etiğinde de büyük bir tartışma konusudur. Çünkü hem devlet hem de kimi dinler intihar eylemlerinin bulaşıcı bir hastalık gibi artabileceğini düşünür.
Bazı durumlarda bireyler, sevdikleri kişilerin ardından intihar edebilmektedirler. Kimi ünlülerin ardından da intihar oranlarında artış gözlemlenmiştir. Ayrıca ünlüler ya da idoller intihar eylemini kitlesel hale dönüştürebilir. 1978’de Guyana’daki Jamestown’da Jim Jones liderliğindeki Peoples Temple’ın 918 üyesinin topluca intihar etmesi bu duruma bir örnek olabilir. Marlyn Monreo’nun kendini öldürmesinden sonraki ayda intihar oranlarının %12 oranında artması da başka bir örnek. Yani bizi hiç tanımayan ünlü bir kimseye karşı duyduğumuz sempati ya da önder olarak kabul ettiğimiz lider ile kurduğumuz toplumsal bütünleşmeden dolayı kendi canımıza kıyabiliyoruz (Georgetown olayında Jim Jones’un, kendisinin de intihar edeceğini söylemesi, toplu intiharın tetiklenmesinde oldukça etkiliydi ama bu olay oldukça özneldir).
Bu durum başka açıdan incelendiğinde, kendilerini belli bir ülkü için feda eden insanlar da görülebilir. İntihar bombacısı ya da kendi ülküsü için açlık grevine giren bir kimse (topluca açlık grevine giren kişilerde de gözlenir) aynı inancı paylaştığı toplumsal çevreden güç alarak intihar eylemini gerçekleştirirler.
Biyolojik, psikolojik ve kültürel olarak intihar etme davranışının önüne konacak en büyük bariyerin sağlıklı sosyal ilişkiler olduğunu görüyoruz. Güçlü, kucaklayıcı ilişkiler kurmak insana su gibi gereklidir. Nitekim bizler sosyal canlılarız ve kültürümüzde “Yalnızlık Allah’a mahsustur” gibi deyişler var. Ayrıca bireylerin sosyal ilişkilerin bitmesinden dolayı yaşadığı depresyon, yeni sosyal ilişkilere girmesi ile düzelebilmektedir. Öyle ki bu konu ile ilgili yüzlerce film ve kitap vardır ve kimilerimiz de bu süreci yaşamış olabilir.
İnsanoğlunun her bir adapte olduğu nitelik, diğer bireyler ile sağlıklı çalışıyor gibi görünmektedir. Çünkü insanoğlu diğer canlılara kıyasla bedensel eksikliğini, beyin işlevleri sayesinde güçlü sosyal ilişkiler kurarak telafi eder. Beyinsel işlevlerimizin sağlıklı çalışması için kendimizi güvende hissedeceğimiz sosyal ortamlara ihtiyaç duyarız ve bu güdü oldukça güçlüdür. Genetik kodlarımıza derinden işlenmiştir. Nitekim “hayatını kurtardı!” cümlesi her zaman fiziki bir müdahale ile kurtarmak anlamında kullanılmaz. Maddi-manevi destek ile toplumsal hayata kazandırmak da birinin hayatını kurtarmaktır. Toplumsal bilinçdışımızın bu cümleyi seçmesi bundan dolayı olabilir.
Tartışmasız ve en önemli bariyer ise “Sevgi”dir. Sevmek sevilmek iyileştiricidir. O halde sevgi kelimesini irdelemekte fayda var. “Sevgi” TDK’ya göre: İnsanı bir şeye veya bir kimseye karşı yakın ilgi ve bağlılık göstermeye yönelten duygudur. Her canlının ihtiyacı olan temel güçtür sevgi. Önce kendimizden başlayarak çevremizdekileri sevmek, tüm kilitleri açacak bir anahtar olabilir. Böylece hem kendimizi hem de sevdiklerimizi tehlikelerden koruyabiliriz.
Sevginin sihirli etkilerini açığa çıkarmak için sevgimizi dile getirmeyi,
sevdiklerimize “Seni Çok Seviyorum” demeyi ihmal etmeyelim.