İskender Paydaş – Müzisyen

– Rafı ödüllerle dolu bir prodüktör, aranjör, besteci, müzik yönetmeni, yapımcı, söz yazarı, davulcu, klavyeci, orkestra şefi…
– Zamanının çocuk şarkıcısı.
– Amatör deniz kaptanı, amatör uçak pilotu, dalgıç ve kayakçı…

Belki tüm bunlardan daha önemlisi ‘insan.’ Mütevazi, kendine özgü bir muhafazakar, yaratıcı, yenilikçi ve tutkulu…

Geçenlerde hadi gel seninle Fikir Atölyesi’nin 20 Soruluk Söyleşiler ‘ini yapalım diyince, gece onda başladığımız sohbet bittiğinde saat sabah beşi gösteriyordu. Yedi saatin nasıl geçtiğini anlamadığımız çok keyifli bir sohbetti bizimkisi.

Bu söyleşimi gazeteciler gibi profesyonel yapmadığımdan olsa gerek elimde o ufak ses kayıt eden aletlerden yok. Hızlıca not almaya çalışıyorum, alırken de sohbeti bölmemeye. Sanırım bundan sonraki söyleşiler için daha bir donanımlı olmalıyım.

Sohbetin bir yerinde “İskender, nedir bu aranjörlük dediğin” diye sorduğumda, bana piyanosunun başına koşar adım geçip “bak Tunç, şimdi sana Love Story’nin notalarını çalıyorum, bu en basit haliyle bu parçanın iskeleti, yani bestesi. Şimdi ise sana bir de aynı parçanın aranjmanı yapılmış haliyle çalıyorum.”

Size şu kadarını söyleyebilirim; evet ikinci duyduğum da ‘Love Story’ idi ama bu kadar mı zenginleşir, bu kadar mı kulakları doldurabilir bir şarkı. Duyduklarım sanki sadece piyanodan değil, kalabalık bir orkestradan çıkıyordu.

“İşte” dedi, “bir aranjör sana bunu yapar; besteyi sana sevdirir, ruh katar, anlam yükler… Yoksa beste aynı, dikkat edersen sen hala aynı iskeleti duydun.”

Bir soru bu kadar mı güzel cevaplanır? Evet, konuştuğunuz kişi işini hobisi olarak görüp tutkuyla bağlıysa böyle cevaplanır. Tıpkı İskender Paydaş ‘ta olduğu gibi.

Ve o bizim 20 Soruluk Söyleşiler’deki yeni konuğumuz.

Evet birden fazla şapkası olabilir ancak, İskender herşeyden daha çok bir müzik üreticisi . Kendine has bu tarzı şöyle açıklıyor; “Batı ile doğunun birbirlerine taviz vermeden bir arada denge içinde durabildiği hayali bir dünyanın müziği esasında. Taviz vermemekten kastım; her iki müziğin, birbirleriyle uyum adına temel özelliklerinden ödün vermeden bir arada güzel durabilmeleri.”

Buna verdiği örneklerden biri Orhan Gencebay’ın ‘Batsın Bu Dünya – Remix 2003’ ve diğeri de Mirkelam’ın ‘Her Gece – 1995’ parçaları. Her iki parça da kendi tarzını gerçekten iyi yansıtıyor.

1967 İstanbul doğumlu İskender. Ünlü orkestra şefi Muhittin Paydaş’ın oğlu. Milli kaleci Cihat Arman ise onun annesinin babası. Yugoslav göçmeni olan diğer dede ise II Dünya savaşından sonra idam edilen bir Nazi subayı. Ve bunu “ilk defa Fikir Atölyesi’nde sana açıklıyorum” diyor.

Dedesinin bir Nazi subayı olduğunu 8 yıl önce babasını, akrabaları hakkında konuşturmaya zorladığı bir zamanda öğrenmiş. Oysa yedi yaşından beri İskender’in, kendisinin de anlam veremediği bir biçimde ilgisi olmuş Nazizm’i öğrenmeye karşı. “Şimdi” diyor “anladım artık merakımın nedenini ve rahatladım.”

Kısaca “canilik organizasyonu” olarak tanımlıyor o dönemi. Bu hayatta öğrendiğimiz, bildiğimiz herşeyin dışında. Planlı organizasyonların nasıl dehşet verici sonuçlara varabileceğini araştırıp öğrenmiş yıllarca. Artık eskisi kadar devam etmiyor bu merakı. Ve konuyu şu sözlerle kapıyor: “Ben de tabii ki gurur duyduğum bir dedeye sahip olmak isterdim.”

İnanması güç bir uzak dönem hafızası var. Nerdeyse 2 yaşından beri başından geçen önemli olayları hatırlayabiliyor. Bunu da ufakken (8-9 yaşlar) aldığı bir karara bağlıyor. Büyüklerin küçükleri hiç anlamadığını düşünüp “ben asla böyle olmayacağım” demiş.

İlkokula başladığı ilk günde şu sözleri kendi kendine mırıldandığını hatırlıyor: “Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak, bunu biliyorum. Kedilerle 2 saat sohbet edemeyeceğim artık.” O yılların acısını şimdi evinde çok severek beslediği iki kedisi ile çıkarıyor.

Babasının (Muhittin Paydaş ve Lordlar) orkestra provalarını evde yapmasından dolayı doğumundan beri müzikle iç içe. İlk enstrumanı üç yaşında davul olmuş. Öncesinde ise evdeki tüm tencere ve boya kutuları onun müzik aletleri!

isko1.jpg

Beş yaşında piyano dersleri almaya başlamış. Ve o yaşta “Büyük İskender” ismi ile şarkıcılığa başlıyor. Beş ve yedi yaşlarında çıkardığı iki 45’lik single’ı ve babasının orkestra şefliğinde Türkiye turnelerinde toplam 145 konseri var. O zamanki en büyük çocuk şarkıcı rakibi ise Şanar Yurdatapan’ın oğlu Arda Kardeş.

Dokuz yaşında sabahları ilkokula giderken, öğlenden sonraları da İstanbul Devlet Konservatuarı piyano bölümüne gitmeye başlamış. İşte ilk besteleri de bu dönemde gelmeye başlıyor İskender’in. 12 yaşına kadar okulda gördüğü klasik eğitim ve teori, evde babadan gördüğü modern müzik ve pratik ile birleşince ortaya zengin bir karışım çıkıyor.

Sonra ilginç bir karar alıyor ve evdekileri de ikna ederek konservatuarı bırakıyor. “Tunç, çok fazla yönlendirme var konservatuarda. Ben başkalarının parçalarını çalan iyi bir piyanist veya bir orkestra şefi olmak istemedim ki. Memur değil, üreten olmak istedim hep” diyor. Buna karar verdiğinde yaşı sadece 12 .

13 yaşındayken de [ileride Taksim Meydanı’nda konser verme hayali ile] ilk rock grubunu kuruyor İskender Paydaş. Çaldığı enstruman davul. Kader birliği ettiği arkadaşı Tamer Özkan ile bundan sonra kurup dağıttıkları grup sayısını ise hatırlamıyor! Müzik yapıp para kazanmaya ise ilk kez 15 yaşında Avşa Otel’de başlıyor. Sözlerini yazıp bestelediği rock’n roll şarkısı ‘Küçük Hanım’ o yaz Avşa Adası’nın hiti oluyor.

Şişli Koleji’nde orta okulu, Kabataş Erkek Lisesi’nde de liseyi bitirmiş. Hep vasat bir öğrenci olmuş, çünkü gönlü hep müzikte. Sıra arkadaşı müzisyen Volkan Başaran ile derslerde sıkılınca veya kalacağını anlayınca hep öğretmenlerinin gönlünü alacak besteler yapıp söylemişler. Liseyi bitirene kadar işe yarayan bu yöntem üniversite yıllarında ise fayda etmemiş!

Zaten üniversiteyi de hep bir formalite olarak görüp, sadece soranlara “evet bir üniversiteye kaydım var” diyebilmek için İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Latin Dili Edebiyatı, sonrasında Antropoloji, sonrasında Felsefe, sonrasında Açık Öğretim İktisat’la devam eden yolculuğu diploma almadan da sonra ermiş.

1985 lise mezuniyetinden sonra 2 sene üniversite sınavlarına girmeyip çeşitli pavyon ve gece kulüplerinde çalarken 1986’da Kayahan ‘la tanışıyor. Gerçek profesyonelliği Kayahan’ın klavyecisi olduğunda öğrendiğini söylüyor. Bu aynı zamanda Kayahan’a basit aranjmanlar yapmaya başladığı ilk yıllar da oluyor. 1988 yılında çıkan ‘Benim Şarkılarım’ albümündeki ‘Üsküdar’ın İncisi’ baştan sona aranjmanını yaptığı ilk şarkısı. 1990 yılında Eurovizyon Şarkı Yarışması’da Türkiye’yi temsil eden ‘Gözlerinin Hapsindeyim’de almış eline akordiyonu. Aldığımız sonuç pek parlak olmasa da, Türkiye adına sahne almanın heyecanını tadtığı farklı bir deneyim olmuş bu.

Kendi babasının yurtdışında yaşaması ve çok az görüşmeleri belki de İskender’in Kayahan’ı bir “baba figürü” olarak görmesindeki en önemli etken. Halen de başı sıkıştığında aradığı ilk kişi o oluyormuş. “Sahne performansı ve müzik kariyerimde bir senede çok hızlı bir yükseliş yaptıysam bunda Kayahan’ın rolü çok büyüktür” diyor.

Ciddi bir popülerite yakaladığı ‘Yemin Ettim’ şarkısı da dahil çok sayıda şarkısında birlikte çalışıyor Kayahan’la. En son 15 Mart’da piyasaya çıkan ‘Biricik’ albümündeki (tek parça dışında) tüm şarkıların aranjörü olmuş.

1986’dan beri yakın arkadaşı olan Fergan Mirkelam ‘ın da önemli bir yeri var İskender’in hayatında. Kayahan dışında, Mirkelam ile de sayısız konser ve festivallerde sahne almış. Ya davulcu, ya da klavyeci kimliği ile.

2005 yılında kurduğu ve halen devam eden 12 kişilik İskender Paydaş Orkestrası’nın hem şefi, hem de klavyecisi. Kanal D’deki TürkStar yarışmasından, Ajda Pekkan ve Nazan Öncel’e kadar birçok sanatçının konserlerinde orkestra olmuşlar.

Türkiye’de birlikte çalışmadığı ünlü bir sanatçı sanırım yok. O listelerken, ben not alırken yorulduğum listede aranjörlük şapkasıyla Kayahan, Nilüfer, Nazan Öncel, Harun Kolçak, Aşkın Nur Yengi, Ajda Pekkan, Suat Suna, Kibariye, Orhan Gencebay, Sertap Erener, Ege, Asya, Mustafa Sandal, Levent Yüksel, Mazhar Fuat Özkan (MFÖ) gibi isimler var.

Prodüktör ve Müzik Yönetmenliği yaptıkları arasında ise Mirkelam, Şebnem Ferah, Emre Altuğ, Ajda Pekkan ve Aşkın Nur Yengi var. Yapımcı kimliği ile Kurban, Mezdeke ve İlker Çalışkan… Istanbul for Aficionados, Hırsız Var ve Şaşkın filmlerinin film müziğini; İmkansız Aşk, Ümit Milli ve Ah Bir Polis Olsam dizilerin de film müziklerini yapan hep İskender Paydaş. (Konuşurken atladığımız birçok ismin olabileceği endişesini de gördüm gözlerinde.)

İskender Paydaş’ın son işi ise Nisan başında ‘Kardan Adam’ albümü ile piyasaya tanıştıracağı yeni pop sanatçısı İlker Çalışkan . Kurban’dan sonra, yani 8 yıl aradan sonra ‘yapımcı’ olarak çıkarttığı ilk albüm olacak bu. “Keyfimce bir albüm yapmak istedim ve bunu da İlker’le yaptık” diyor.

1993-2000 yılları arasında, Türkiye’nin Quincy Jones’u olarak gördüğü besteci ve aranjör Atilla Özdemiroğlu’nun kızı Yaprak Özdemiroğlu ile evli kalmış. Şimdi ise söz yazarı ve besteci İsra Ömürlü ile çok keyifli bir birlikteliği var.

Bu sıralar yepyeni heyecanlar için kalbi atıyor İskender’in. Artık daha az aranjman yapıp yepyeni projeler yapmak niyetinde. Daha önce denenmemiş, kendi üretiminde sınırları zorlayıcı işler olsun istiyor.

Bir tanesi (2008 ikinci yarısında) görsel, ışık ve dans ağırlıklı, farklı kültürlerden beslenip üreteceği sahne gösterileri ve albümler. Diğer projesi ise bu yaz çekilecek olan ABD-Türkiye ortak yapımı olacak ‘Kahraman Şerif’ filminin müzikleri.

Bu düşünce sistemi ile solo kariyerine daha fazla ağırlık verecek gibi duruyor.

Şimdi geldi sıra İskender’in bizim 20 soruya verdiği cevaplara. Hatta yaptığımız bu keyifli sohbetin şerefine ona ilave 5 soru daha sordum.

İşte verdiği cevaplar:

1. Herhangi bir kişinin en favori insanı mısın? Neden?

Tolga Kılıç. Benimle beraber çalışan, çok iyi bir eğitim ve kariyeri olan bir piyanist. Bunu bana Tolga söylemedi ancak aranjman ve kompozisyon becerilerimden dolayı olduğu düşünüyorum.

Müziği yapma nedenlerimin en başında böyle kendini ispatlamış müzisyenlerin beni sessizce en favori görmelerini sağlayabilmek yatıyor.

2. Şu anda yaptığın işin dışında (hayattaki tüm işler kanuni olsaydı) ne iş yapmak isterdin?

Aynen yaptığım işte kalır, hiçbir bedeli olmayan konserler ve albümler yapmak isterdim. Masrafı olmayacağı için de (herşey legal ya madem, parayı buluyoruz bir şekilde!) yaratıcılığımda para sınırı kalmaz, izleyiciler de istedikleri gibi dinlerdi yapacaklarımı :)

3. Yalan söylemenin sence uygun olduğu durumlar nelerdir? Beyaz yalan söyler misin, ne söylersin?

Yalan söylemenin uygun olduğu durum yok bence. Ancak doğruyu saklamanın uygun olduğu durumlar var. Mesela bence güzel olmayan bir kadının “beni güzel buluyor musun?” sorusuna; “ben senin ruhuna aşığım” cevabı vermek gibi.

4. En son “… özelliğinden dolayı senle gurur duyuyorum” lafını kime söyledin? Hangi özellikti o?

Bunu dediğim insanlar oldu ancak hangi özelliklerinden dolayı dediğimi hatırlamıyorum. Ve şimdi açıkcası bundan dolayı da rahatsız oldum. Çünkü çevremde gurur duyduğum işler yapan çok sayıda kişi var.

5. Aynı lafı en son sen ne zaman duydun? Hangi özelliğindi göklere çıkartılan?

Ajda Pekkan ile çalışırken onu kendi kararı ile bırakan ilk orkestra şefi olduğum için diğer müzisyen arkadaşlar benimle gurur duyduklarını söylemişlerdi.

6. Yaşayamadığın için pişmanlık duyduğun ne var?

Bir müzik grubunun uzun yıllar parçası olamamak. Hep grup müziği yapmak istedim ancak hep yalnız kaldım.

Bir de, bir haftadan daha uzunca bir süre “bugün günlerden ne” sorusunu soracak kadar günleri karıştırmayı beceremedim. Bunu yapabildiğimde yaşadığımı daha çok hissediyorum.

7. Lisedeki takma adın neydi? Adını sevmiş miydin?

İki tane vardı; İsko ve İskoç.

Sevmiştim, hala da kullananlar var esasında. Mesela Mazhar Alanson İskoç derken, Sertap Erener İsko der. İşin ilginç yanı, benim takma adlarımı bilmeyenler de, benimle samimi olduklarında bana kendi buldukları isim ya İsko ya da İskoç oluyor hala.

Tek istisna Kayahan; o bana “Aleksandır” der.

8. Bir okul yaptırsan adını ne koyarsın? Neden?

Hiç düşünmemiştim. İsim koyma konusunda hep zorlanmışımdır ancak tek bildiğim kendi ismim olmayacağı.

9. Ulaşamadığın biri ile tanışıp sohbet etme olanağın olsaydı bu kim olurdu? Ondan neler öğrenmek isterdin?

Quincy Jones.

O kadar çok şey öğrenmek isterdim ki ondan. Ancak en önemlisi; bu kadar insancıl ve yumuşak bir karaktere sahipken, nasıl insanları kanının son damlasına kadar çalıştırabildiğini sorardım ona. Çünkü onunla çalışan herkes kendi limitlerini sonuna kadar zorlamaya isteyerek razı oluyorlar. Üstelik Quincy Jones bunu 20’li yaşlarından beri başarabiliyor.

10. Yaptığı işte mutlu ve aynı zamanda başarılı olan birisini tanıyor musun? Onu örnek olarak alıyor musun?

Tolga Tezsevin. SMS.Net’in ortaklarından. Gerçi daha son bir aydır samimi olduk ama hobimizi işimiz haline getirmişiz ikimiz de. Son 1.5 yıldır da müzik yapımcılığı yapıyor. Herkesin kaçtığı bir işe girdi, çok severek yapıyor ve şimdi de çok başarılı. Hatta yanılmıyorsam sms işinden daha yoğun bununla ilgileniyor şimdi.

11. Hiç kimsenin göremediği bir özelliğin var mı? Varsa neden bugüne kadar gizli kaldı?

Astronomi ve Nazi Almanya tarihi ile yakından ilgili olduğumu çok az kişi bilir. Özellikle gizlemedim ama nedense öyle kaldı. Kendimi geliştirdiğim, dünya görüşümü zengileştiren, öğrenirken keyif aldığım konular bunlar.

12. Seni en çok ne kızdırıyor? Bu kızgınlıkla baş edebiliyor musun? Edemiyorsan, neden?

Kendimi beklentiye sokup, bu beklentinin olmaması çok kızdırıyor. Tam olarak baş edebildiğimi de söyleyemem. Ciddiye aldığım her işimde beklentilerim de yüksek oluyor. Bunun doğal olarak en çok zararı da kendime oluyor.

Quincy işte bunu çok iyi becerebiliyor!

13. Bugüne kadar yaşadığın en büyük hayal kırıklığın ne? Tekrar yaşama ihtimalin var mı?

Mirkelam ile başladığımız grup müziğinin bir yılda sonlanması…

14. Hangi markalar sinirlerini bozuyor? Neden?

Seksi ön plana çıkaran tanıtımlar yapan markalar. Mesela Magnum gibi. Oysa lezzeti çok güzel bu dondurmanın.

Bir de insanlar arasında sınıf farkı yaratan markalar. Markayı hatırlamıyorum ama bir açık hava reklamı vardı uçakta geçen… First Class yolculara yapılan servis gösterilip şöyle deniyordu: “Hayat bir yolculuksa yeriniz en önde olmalı.”

15. Hangi markalara tutkunsun?

– Moog. Dünyada synthesizer’ı bulan Robert Moog’un eşsiz klavye markası.
– Rupert Newe. Dünyada ilk ve en iyi kayıt mikserini yapan adamın kendi adına yarattığı markası.
– Apple. Steve Jobs’dan dolayı.

Bu üç adam da kendi işlerinde yaptıkları yeniliklerle dünyayı değiştirmiş, sonra kendi şirketlerinden kovulmuş ve benzer yıllarda yine kendi şirketlerine geri dönmüş efsanevi kişiler.

16. On sene sonraki hayatında bugünden farklı neler olacak?

Otuzdokuz yaşında gelecek korkusu olan biri olarak sık sık sorarım bunu kendime. Müzikal kariyer olarak hala net bir hedefim yok, itiraf ediyorum! Ancak denizlerde daha çok vakit geçirmek istediğimi biliyorum.

17. Seni benzer yaştaki, benzer işi yapan, benzer konumdaki kişilerden farklı kılan ne var?

Her bir şarkıyı “savaşa gider gibi ele almakla,” söylemek isteyipte söyleyemediğim bazı şeyleri seslere katmak arasında kendimce bir denge oluşturduğumdan bir farkım olduğunu düşünüyorum.

18. Yakın bir arkadaşın kanunsuz bir iş yapsa polisi arar mısın?

Aramam. Zarar verdiği kendinden başka bir insan yoksa, durumdan kurtulması için de yardımcı olurum.

19. Hangi filmdeki hangi karakterin hayatının senin hayatın olmasını isterdin?

En sevdiğim filmler trajedi kökenli olduğu için oradaki kahramanlardan biri olmak istemezdim.

20. Bir film yapmaya karar versen adı ve konusu ne olurdu?

“Hayallerin Senin Peşinden Koşsun.” Keşf edilmemiş bir yeteneğin yaptıklarıyla hiç planlamadan bir başarıya ulaşması; plan yapanlar tarafından başarısızlığa uğratılması; işine olan aşkından dolayı, yine plansız, başarıyı yakalaması.

Bence; Yetenekli plansızlık, yeteneksiz planlılığı yener!

20 Soruluk Söyleşiler’de (bazı soruların yerine) eklemeyi düşündüğüm [yeni] 5 soruyu da sordum İsko’ya:

1. Bugün hayatının son günü olsaydı; normalde bugün yapacağın şeylerden hangilerini yapmaz, yerine neler yapardın?

Bir yelkenli ile denize açılır, teknede sevdiklerime (onları neden sevdiğimi, ne kadar sevdiğimi anlatan) mektuplar yazardım. Sonrasında da rüzgar ve dalgaların sesini dinlemeye bırakırdım kendimi.

2. Geride nasıl bir miras bırakmak istersin?

Yaptığım müziklerdeki benim bile bilmediğim gizemin, benden sonra da insanların keşf etmeye devam etmesini isterdim.

3. Hangi durumda (faaliyetler, yerler, kişiler) en doğal olarak kendin oluyorsun?

Deniz üzerindeyken… Sarp tepelerde yürürken… İçimdeki 12 yaşındaki çocuğun bolca ortaya çıktığı anlar oluyor onlar.

4. Hayatında olmazsa olmaz tek şey ne?

Hayal gücüm.

5. Bir havyan olsan ne olurdun?

Yunus… Geçen sene bir yunusla tanıştım. Çok mutluydu. Ben de öyle…

***

Bizi hayata tutkuyla bağlayacak nice hikayelere, kalın sevgiyle…