İstanbul Çevre Durum Raporu Yayınlandı

TMMOB Çevre Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi tarafından hazırlanan “İstanbul Çevre Durum Raporu” yayımlandı. Raporda İstanbul’un hava kalitesi, toprak kirliliği, atık su yönetimi ve Marmara Denizi kirliliğine ilişkin detaylı veriler yer alıyor.

TMMOB Çevre Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi “İstanbul Çevre Durum Raporu”nu yayımladı. Rapora göre, Marmara Denizi’nde yaşamakta olduğumuz müsilaj sorunu gibi deniz, göl, baraj vb. alanlarda yaşanan ötrofikasyon, alg patlaması vb. sorunlarının iki kök sebebi :

1. Organik yükün artması,

2. Sıcaklığın bu canlıların üremesi için en elverişli seviyeye ulaşması. Bu iki ön koşula akıntı-rüzgâr vb. gibi su hareketlerinin azlığının da eklenmesi deniz salyası ya da müsilaj olarak adlandırılan sorunlarının gözle görünür şekilde açığa çıkmasına sebep oluyor.

Marmara Denizi’nde mevsimsel bir geçişe denk gelen Nisan sonu-Mayıs başı dönemlerinde bir hafta kadar bir periyotta kendini açığa vuran müsilaj sorunu denizin kendi iç dengesi ve yağış rejimi gibi etmenlerle hemenher yıl gözlemlendiğinin ifade edildiği raporda “Aynı dönemde Marmara’daki barajlar ve Küçükçekmece Lagünü’nde de benzer problemler, diğer etmenlerin varlığı ile bağlantılı olarak görülmüştür.

Ancak Marmara Denizi’nde bugün yaşanan müsilaj sorununun zamansal uzunluğu, kapsadığı alanın genişliği ve yoğunluğunu göz önünde bulundurulacak olursak bugünkü sorunun doğal döngünün dışındaki problemlere işaret ettiğini söyleyebiliriz.Mevsimsel ve doğal olan müsilaj sorununun çok daha uzun süre ve büyük yoğunlukta yaşanmasının sebebinin yukarıda belirtilen iki kök sebepteki değişiklik olduğunu ifade edebiliriz.

Marmara Denizi’ndeki kirlilik/ organik yük, yanlış atık su arıtma politikalarından ötürü ciddi şekilde artmış durumdadır. Bunun yanı sıra küresel iklim krizinden ötürü Marmara Deniz su sıcaklığında da müsilaj için optimum koşulları uzatacak nitelikte olumsuz bir artış söz konusu olmaktadır” denildi.

Derin Deniz Deşarjı
Seyreltmenin kirliliğe bir çözüm olmadığının belirtildiği raporda “Deniz deşarjlarında atık suyun bırakıldığı derinlik ve difüzör dizaynları, deniz içinde birincil, ikincil, üçüncül seyrelme fazlarını belirleyen hesaplara dayanmaktadır. Bölgesel akıntılar ve yoğunluk tabakalamasına göre belirlenen derinlik ve difüzör yapılarının uygunluğu artan nüfusla beraber bugün sorgulanması gereken duruma ulaşmıştır.

Müsilajın sürekli ve yaygın halde devam etmesi, deniz içindeki atık su organik dağılımının seyrelmediğini göstermekte olup, “Derin deniz deşarjları” ile bırakıldığı noktalarda yeterli seyrelme olmadığı gerçeği ile karşı karşıya olduğumuzu göstermektedir.

Deniz deşarjı yapılarının dizaynının yeterli olmadığı anlaşılmaktadır. Marmara Denizi çevresinde bulunan çok sayıda kentin (yaklaşık 25-30 milyon eşdeğer nüfusun) atık suları tam biyolojik arıtma olmadan büyük ölçüde fiziksel çökeltme ve ızgara sistemleri sonrasında Marmara Denizine deşarj edilmektedir. Deniz deşarjı sistemleri çoğu zaman hareketli su ortamı kabulüne göre dizayn edilmiş sistemlerdir.

Gözlemlediğimiz mevsimsel etkiler ve sakin deniz ortamları ise bu kabullerin sorgulanması gerektiğini açığa çıkarmıştır” ifadelerine yer verildi. Raporda yer alan verilere göre, Karadeniz-Marmara Denizi yüzey ve dip akıntıları Karadeniz’deki oksijensiz Hâ‚‚S tabakasının kalınlığı ve Karadeniz’i besleyen akarsuların yıl içindeki debileri ile bağlantılı.

Uzun yıllar öncesinin ölçümleri ve hesaplamalarına dayanan İstanbul derin deşarjı sisteminin güncel araştırmalara dayanarak derinlik ve çıkış difüzör yeterliliği sorgulanmalı. Marmara’ya bir başka ciddi kirlilik yükü sağlayan noktanın Ergene havzası olduğu akıldan çıkarılmamalı.

Bu bölgedeki yanlış atık su yönetim politikası Marmara’ya olan tehdidin baş aktörlerinden. Buradaki kirlilik yalnızca biyolojik değil, kimyasal bir muhtevaya da sahip. Ergene havzasının vakit kaybedilmeksizin atık su yönetimi planlaması yapılmalı, her türlü denetim, kontrol ve deşarj parametreleri şeffaf ve ulaşılabilir olmalı. Yanılış atık su yönetimi politikası kendi iç argümanları ve mantığı içerisinde dahi beklenen sonucu veremiyor.

Deniz içinde seyrelmesi beklenen atık suların Marmara Denizi’nde seyrelmesinin gerçekleşmediği anlaşılıyor. Müsilaj sorunu bize bugüne değin Marmara Denizi’nin dibinde bulunan yoğun kirliliğin farklı biçimlerde de su yüzeyine taşabildiğini göstermekte ve mevcut sistemin değişmesi gerektiğini açığa çıkarıyor.

Deniz deşarjı sistemleri çoğu zaman hareketli su ortamı kabulüne göre dizayn edilmiş sistemler olduğuna dikkat çekilen raporda, “Gözlemlediğimiz mevsimsel etkiler ve sakin deniz ortamları ise bu kabullerin sorgulanması gerektiğini açığa çıkarmıştır.

Karadeniz-Marmara Denizi yüzey ve dip akıntıları Karadeniz’deki oksijensiz H2 S tabakasının kalınlığı ve Karadeniz’i besleyen akarsuların yıl içindeki debileri ile bağlantılıdır. Uzun yıllar öncesinin ölçümleri ve hesaplamalarına dayanan İstanbul derin deşarjı sisteminin güncel araştırmalara dayanarak derinlik ve çıkış difüzör yeterliliği sorgulanmalıdır.

Marmara’ya bir başka ciddi kirlilik yükü sağlayan noktanın Ergene havzası olduğu akıldan çıkarılmamalıdır. Bu bölgedeki yanlış atık su yönetim politikası Marmara’ya olan tehdidin baş aktörlerindendir. Buradaki kirlilik yalnızca biyolojik değil, kimyasal bir muhtevaya da sahiptir.

Ergene havzasının vakit kaybedilmeksizin atık su yönetimi planlaması yapılmalı, her türlü denetim, kontrol ve deşarj parametreleri şeffaf ve ulaşılabilir olmalıdır.

Sonuç olarak yukarıda ifade ettiğimiz yanılış atık su yönetimi politikası kendi iç argümanları ve mantığı içerisinde dahi beklenen sonucu vermemektedir. Deniz içinde seyrelmesi beklenen atık suların Marmara Denizi’nde seyrelmesinin gerçekleşmediği anlaşılmaktadır.

Müsilaj sorunu bize bugüne değin Marmara Denizi’nin dibinde bulunan yoğun kirliliğin farklı biçimlerde de su yüzeyine taşabildiğini göstermekte ve mevcut sistemin değişmesi gerektiğini açığa çıkarmaktadır” ifadelerine yer verildi.

Marmara Denizinde Ortalama Sıcaklık Artışı

Rapora göre biyolojik ve kimyasal süreçler için sıcaklıktaki ufak görünen değişikliklerin nicel farklılıklara yol açabildiği biliniyor. Marmara Denizi’nin ortalama sıcaklığındaki değişiminde 1970’lerden beri istikrarlı bir artış olduğunu, ama en çok 2010-2020 periyodunda önemli bir yükselişin söz konusu olduğu görülüyor.

Meteoroloji Genel Müdürlüğü’nün verilerine göre 1970-1979 yılları Arasında Marmara Denizi Ortalama Deniz Suyu Sıcaklığı 15,1°C iken 2010-2020 yılları Arasında Marmara Denizi Ortalama Deniz Suyu Sıcaklığı 16,8°C olmuştur. Mayıs Ayı içerisindeki ortalama deniz sıcaklığı 1970-2020 yılları arasında 15,3°C iken, MGM’nin Mayıs ayı için yaptığı ölçümlerin ortalamanın bir hayli üzerinde olduğunu gösteriyor.

Bu durum Marmara Deniz kirliliği ile mücadelenin iklim krizi ile mücadele ile birlikte sürdürülmesinin artık bir zorunluluk olduğunu gösteriyor. Sonuç ve değerlendirme Müsilaj sorununun denizlerdeki kirlilik yükü ve sıcaklık ortalamasındaki artış olarak özetlenebilecek iki kök sebebi olduğu için, sorunun tekrarlanmaması ve nihai olarak çözülmesi de bu iki kök sebebin ortadan kaldırılması ile mümkün olacak.

Her şeyden önce Marmara Denizi’ne deşarj edilen atık suların tamamının ileri biyolojik arıtmadan geçirilmesi gerekiyor. Aksi halde, küresel iklim krizinin çarpan etkisi ile beraber mevcut atık su yönetimi politikasının devamı halinde Marmara Denizi’nde oksijen yetersizliği de artacak ve balık göçlerinin yanı sıra her türden biyoçeşitlilik de azalacak.

Marmara’da sık görülen bir rüzgâr akımı ya da akıntının artması gözle görünür müsilaj sorununu geçici olarak ortadan kaldırabilecek olsa da konu hakkında yapılan tespitler sorunun büyümekte olduğunu gösteriyor. Mevcut duruma müdahale için ilk elden derin deniz deşarjları ve ön arıtma tesislerinin hızlıca değerlendirilmesi gerekiyor.

Rapora göre, Baltalimanı (625.000 m³/gün kapasite), Kadıköy (833.000 m³/gün kapasite), Küçükçekmece (354.000 m³/gün kapasite), Küçüksu (640.000 m³/gün kapasite), Paşabahçe (575.000 m³/gün kapasite), Şile (46.000 m³/gün kapasite) ve Yenikapı (864.000 m³/gün kapasite)’deki ön arıtma tesislerinin ivedilikle ileri biyolojik atık su arıtma tesislerine çevrilmesi ve bu acil ihtiyaca yanıt vermek için gerekli kamulaştırma işlemlerinin hayata geçirilmesi gerekiyor.

Sorunun bir diğer yakıcı yüzü olan küresel iklim krizine karşı da “iklim krizine karşı acil eylem planı”nın yayınlanarak plana katı bir şekilde uyulması gerekiyor.

İstanbul’un Atıksu Yönetim Politikası İSKİ’nin verilerine göre İstanbul ’daki kurulu atık su arıtma tesislerinin toplam kapasitesi 5.812.910 m³/gün ’dür ve bu kurulu kapasitenin %69,07’si yani 4.014.760 m3/gün ’lük kısmı ön arıtma tesislerine ait. TÜİK ’in yayınladığı 2018 verilerine göre İstanbul’da atık su arıtma tesislerinde toplam 1.433.366 bin m³ atık su arıtıldı ve alıcı ortama deşarj edildi.

Aynı istatistiklere göre İstanbul’da arıtılan tüm atık suların %62’lik miktarı yalnızca fiziksel arıtmaya tabi tutuldu. Bu durum Marmara Denizi ve Marmara’daki sucul ortamlara kirlilik baskısı yaratmayı sürdürüyor. Atık su arıtma tesisleri kapasitesi ve kullanım oranı arasındaki oran bizi İstanbul ’un plansız büyümesi ile altyapının uyumsuzluğu konusunda da uyarıyor.

Yine TÜİK verilerine göre İstanbul’da 2018 yılında atık su arıtma tesislerinde deşarjedilen miktar, İstanbul’daki tüm atık su arıtma tesis kapasitelerinin %63 ’üne tekabül ediyor. İstanbul’da son dönemlerde kamuoyunun üzerinde en fazla konuştuğu konu Kanal İstanbul projesini uygulamak isteyenler tarafından her seferinde dile getirilen “yeni yaşam alanları” yaratılacağı ve “2 milyon civarında” insanın beklendiği söylemleri, atık su arıtma tesislerinin kapasitesine yakından bakmayı gerektiriyor.

Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın hazırladığı 2019 İstanbul Çevre Durum Raporu’na göre, İstanbul’daki biyolojik giderim yapan İleri (gelişmiş, üçüncül) Arıtma Tesisleri’nin kapasitesi %82,2 oranında kullanılmış (ÇŞB, 2019). Yine TÜİK verilerine göre de bu oranın çok benzer bir biçimde %82,8 olduğu anlaşılıyor. 2010 yılından itibaren incelendiğinde, 2010 ve 2012 yılları arasında İstanbul’daki üçüncül atık su arıtma tesisleri kullanımlarının sırasıyla %63 ve %65 olduğu görülüyor.

TÜİK 2014 yılı rakamlarına göre bu yüzdenin %92’ye ulaşmasıyla beraber, Büyükçekmece, Silivri, Çanta ve Selimpaşa üçüncül atık su arıtma tesisleri devreye alınarak bu oran %74’lere düşülüyor. Öte yandan geldiğimiz noktada yine kapasitelerin arttığını ve %82’lere çıktığını görüyoruz. İstanbul’un hali hazırda ön arıtmaya dayalı ve sorun yaratan atık su arıtma tesislerinin artacağı ifade edilen nüfusu kaldıramayacağı da açığa çıkıyor.

Kanal İstanbul ve Yenişehir Rezerv Alanlarıprojesi henüz başlamadan, diğer mega projeler; İstanbul Havalimanı, 3. Köprü ve Kuzey Marmara Otoyolu Projeleri sonucunda projenin geçeceği söylenen alanlarda yapılaşmanın arttığını ve nüfusun bu alanlara doğru genişlediğini gözlemlemek mümkün (Kanal İstanbul ve Yenişehir Rezerv Alanları Teknik İnceleme Raporu 2, 2020).

Atıks ular için artan kapasite doluluk oranları göz önüne alınınca, mega projelerin İstanbul’a vereceği zararların bir başka boyutunu gözler önüne seriyor.

Kanal İstanbul projesi kapsamında yıkılıp tekrar yapılması planlanan atık su arıtma tesisi ve kanalizasyon maliyetlerinin yaklaşık yarısı ile, İstanbul’un tüm evsel atık suyunu üçüncül arıtım ile arıtmak ve Marmara’daki alıcı ortamların üzerindeki evsel atık su kirlilik yükünü kaldırmak mümkün (Kanal İstanbul ve Yenişehir Rezerv Alanları Teknik İnceleme Raporu 2, 2020). Sonuç olarak çılgın proje hayata geçirilmekte ısrar edilirse, hâlihazırda kapasite doluluk oranları %83’lere ulaşmış üçüncül atık su arıtma tesisleri artan nüfus ile beraber yetersiz kalacak ve can çekişen Marmara Denizi’ne İstanbul’un atık suyu yeterli bir arıtım yapılmadan verilmeye devam edilecek.

KAYNAK : http://www.suvecevre.com/yayin/1008/istanbul-cevre-durum-raporu_28491.html#.YOaFvUxRW_g

HABER: BÜLENT ÖZGEN