İstanbul tabloları, posterleri ve kanvas tabloları evimizde ve iş yerlerimizde baş köşeleri süsleyerek bu tarihi şehrin, o mistik ve otantik havasını bulunduğu alana yaymaktadır. İstanbul’u anlatmak için koca bir kitap yazmak yetersiz kalacaktır. Tarihin ilk zamanlarından beri birçok medeniyete ev sahipliği yapmış ve bu medeniyetlerden kalan kültürel mirası korumuştur. Kültürel miraslar sadece kalıntılardan ve yapılmış eserlerden ibaret değildir. Bu eserler İstanbul’un ruhunu oluşturmuş, buraya yolu düşen her insanı kendisine hayran bırakmıştır.
Kız kulesi, İstanbul’un ikon olmuş yerlerinden birisidir. Hikayesiyle ve manzarası ile görülmesi gereken önemli bir yapıdır. Kız Kulesi, hakkında birçok rivayet ve efsane bulunmaktadır. İstanbul Boğazında Marmara Denizi üzerinde Salacak açıklarında yer alan küçücük bir ada üzerine inşa edilmiş yapıdır. Üsküdar semtinde bulunan yapı bu semtinde sembolü haline gelmiştir. Kız Kulesi’nin tarihine bakacak olursak, ilk kez M.Ö. 410 yıllarında sözünün geçtiğini görmekteyiz. İnşası Atinalı Alkibiades tarafından yapılmıştır ve Boğazdan geçecek olan gemileri kontrol etmek, vergi almak istenmiştir. İlerleyen zamanlarda İstanbul’un Bizans hakimiyetine geçmesiyle Kız Kulesi İmparator Manuel Komnenos da dikkatini çekmiştir. İmparator Manuel kuleyi taşlarla güçlendirmiş ve tam olarak bir kule görünüme kavuşmasını sağlamıştır. Osmanlı zamanında da tekrar restore edilmiştir. Günümüzde kafe, müze ve restoran olarak hizmet vermektedir.
Genel bilgilerin haricinde, hakkındaki efsanelere ve hikayelere gelecek olursak en popüleri şu şekildedir;
Bizans kralının bir kızı olmuştur ve kız doğarken krala bir kehanet söylenmiştir. Prenses, 18 yaşında bir yılan tarafından ısırılacak ve ölecek. Kral bu kehaneti duyduktan sonra kızını korumanın yollarını aramış. Daha sonra denizin ortasında küçük bir adada bulunan kuleyi kızının yaşayabileceği hale dönüştürmüş ve kızını bu kulede yaşamaya göndermiş. Prenses 18 yaşına girdiği zaman hizmetçilerden birinin getirdiği meyve sepetinin içine bir yılan girmiş. Meyve sepetini alan prenses yılan tarafından ısırılmış ve ölmüş.
Ortaköy, İstanbul’un deniz kıyısında Birinci köprünün Avrupa tarafında yer alan eğlenceli bir semttir. Geçmişten günümüze her zaman popüler olmuştur. Antik zamanlarda ismi Arkheion (Argion), Bizans zamanlarında ise Ayios Fokas olarak bilinmiştir. Gün batımında ki harika manzarasıyla, insan kalabalıkları ve neşeli havasıyla yaşayan bir semttir. Ortaköy Cami semtin sembolü olmuştur ve İstanbul tablolarına da konu olmaktadır.
İstanbul tablolarında sıklıkla gördüğümüz İstanbul’un en güzel camilerinden birisi olan, Ortaköy Camisi’ nin tarihine bakacak olursak;
Asıl adı Büyük Mecidiye Camisidir. Yapımı Mimar Nigoğos Balyan’a 1853 yılında Sultan Abdülmecid’in isteği ile yaptırılmıştır. Zarif yapısı ile dikkatleri üzerine çeken cami Neo Barok tarzında yapılmıştır. Duvarları beyaz kesme taştan ve pencereleri boğazın ışığını bolca alması için büyük yapılmıştır.
İstanbul tablolarına konu olan bir diğer yapı Çırağan Sarayıdır. Çırağan Sarayı Ortaköy ile Beşiktaş semti arasında, deniz kenarındadır. Geçmişten beri eğlencenin ve müziğin merkezi olmuştur. Sarayın bulunduğu yer 17. yüzyılda “Kazancıoğlu Bahçeleri” diye bilinirdi. 18. yüzyılda Beşiktaş kıyılarını süsleyen sarayları ve çiçekli bahçeleri ile güzelliğin, çiçeğin ve müziğin,Lale Devri’ nin simgesi olmuştur. Sultan II.Mahmud 1834′ te bu alana bir saray yaptırmak ister ve yeniden yapılandırma kararı alır. Mevcut olan yalıyı yıktırır. Klasik görünümlü bir saray yapılır. Sultan Abdülmecid 1857′ de yapılan bu sarayı yıktırır ve yerine daha modern görünümlü batılı tarzda bir saray yaptırmak ister. Ancak 1863′ te saray tamamlanmadan vefat eder ve yapım yarıda kalır. Sultan Abdülaziz 1871 de yeni sarayın yapımını tamamlatmıştır ancak tarz olarak doğu mimarisi ile yapılmıştır.
14 Kasım 1909’da Çırağan Sarayı Meclis-i Mebusan binası olarak kullanılmıştır. 19 Ocak 1910 da çıkan bir yangın sebebi ile saray yanmıştır ve beraberinde bir çok değerli antika II. Abdülhamit’in özel koleksiyonu,ve V. Murad’ın kütüphanesi de yanarak kül olmuştur. 1987 yılında otel olarak kullanılması için restorasyona başlanmış ve 1990 yılında otel, 1992 yılında saray olarak hizmete açılmıştır. 20 Nisan 2006 da ise yapılan renovasyon çalışmaları ile tamamen yenilenmiştir.
İstanbul Tablolarında en çok gördüğümüz ve İstanbul’da en çok bilinen yerlerden birisidir Topkapı Sarayı . İstanbul’un fethinden sonra Fatih Sultan Mehmet’in isteğiyle 1460 yılında yapımına başlanmıştır. Yapımı eklenen binalar ile 19. yüzyıla kadar devam etmiştir. İstanbul’un tarihi yarımadasında bulunmaktadır ve Fatih Sultan Mehmet’ten itibaren 400 yıl boyunca bir çok padişahın evi, imparatorluğun idare noktası, eğitim, sanat merkezi olmuştur. Topkapı Sarayı yapıları, mimarisi, koleksiyonları ve yaklaşık 300.000 arşiv belgesi ile dünyanın en büyük saray-müzelerinden biridir.3 Nisan 1924 yılında müze haline getirilmiştir ve Topkapı Sarayı, Cumhuriyet’in ilk müzesi olma özelliğini taşımaktadır.
Topkapı hazine dairesinde sergilenen, İstanbul tablolarına da konu olan önemli eserlerden birisi Topkapı Hançeridir. Hançer I. Mahmut’ un isteği üzerine İran Şahı Nadir Şah’a hediye edilmek üzere yapılmıştır. Eşsiz parıltısı, değerli taşları ve usta işçiliği ile dünyanın en değerli hançeri olarak bilinmektedir. İran Şahına hediye edilmek istense de şahın devrilmesi sebebiyle hediye edilememiştir ve hançer Topkapı Sarayın da kalmıştır. Hançerin kabzasında 30-40 mm’lik 3 zümrüt yer almaktadır.Kapakta zümrüt etrafında mücevherler, içinde de bir saat bulunmaktadır. Hançerin kını altın sırla ve sepet kısmı meyve mineralleri ile süslenmiştir.
İstanbul’daki en büyük eserlerden birisi olan Sultan Ahmet Camii, I. Ahmet isteği ile 1609 yılında Mimar Sedefkar Mehmed Ağa’ ya yaptırılmıştır. Konumu itibariyle İstanbul’un tarihi yarımadasında bulunmaktadır. Caminin sahip olduğu İznik Çinileri ve mavi kalem işlemeleri ile Mavi Cami ( Blue Mosque ) olarak da bilinmektedir. Yapının sahip olduğu 20.000′ i aşkın çinisiyle ve çinilerdeki motifler ile caminin ötesinde bir sanat eseri değeri almıştır. Türkiye’nin ilk altı minareli camisidir.
Kapalıçarşı, İstanbul’un merkezinde yer almaktadır. Dünyanın en eski ve en büyük kapalı çarşılarından birisidir. Kapalıçarşı’ yı oluşturan iki ana yapı vardır. Bunlardan ilki Bizans döneminde yapılmış olan Cevahir Bedesteni ve ikincisi Fatih Sultan Mehmet döneminde yapılmış Sandal Bedestenidir. Kapalıçarşı’nın kuruluş yılı olarak Fatih Sultan Mehmet’in yapımına başladığı 1460 yılı kabul edilmektedir. Asıl büyük çarşı ise Kanuni Sultan Süleyman tarafından yaptırılmıştır. Kendi başına bir şehri, koca bir labirenti andıran çarşı 30.700 metrekare üzerine kurulmuştur. 66 sokağı, 17 hanı ve 4000 dükkanı bulunmaktadır. Geçmişte belli meslek gruplarına göre ayrılmış sokaklarda yorgancılar, terlikçiler gibi birçok farklı işin yapıldığı, her ihtiyaca göre bir dükkanın bulunduğu çarşı; günümüzde ise daha çok hediyelik eşya ve mücevher ticareti için kullanılmaktadır.
İstanbul’un ve İstanbul Tablolarının en önemli yapısından biri olan Ayasofya geçmişten günümüze her zaman hayranlık uyandırmış ve önemli bir yapı olmuştur. İlk Ayasofya inşaatı Bizans’ın ilk imparatoru I. Constantinus tarafından başlatılmıştır. Yapımı 337 – 361 yıllarında oğlu II. Constantinus tarafından tamamlanmıştır. Birinci Ayasofya, geleneksel Latin mimarisi ile yapılmış, sütunlu bir bazilika olup çatısı ahşap yapılmıştır ve önünde bir atrium yer almıştır. 20 Haziran 404’te çıkan isyanlar sonucunda bu ilk yapı yakılmış ve büyük ölçüde hasar almıştır. İlk kilisenin isyanlar sırasında tahrip olmasının ardından, II. Theodosius bugünkü Ayasofya’nın bulunduğu yere ikinci bir kilisenin inşa edilmesi emretmiştir. İkinci kilise 415 yılında tamamlanmıştır. Bu yapı da 532 yılında yine çıkan bir ayaklanma sonucunda tahrip edilmiştir.
İkinci Ayasofya’nın da yıkılmasından sonra I.Justinianus öncekilerden daha farklı, daha büyük ve daha ihtişamlı bir yapı yaptırma kararı alır. Üçüncü yapıda, malzemelerin sıfırdan üretilmesi yerine imparatorluk bünyesinde bulunan tapınaklarda ki malzemelerden yararlanılma kararı alınmıştır. Böylelikle yapı daha hızlı bitirilmiştir. Yapım aşamasında Efes’ teki Artemis Tapınağı, Mısır da bulunan Güneş Tapınağı, Lübnan’ da bulunan Baalbek Tapınağı gibi bir çok yapıdan sütunlar getirtilmiştir.532’de başlanan yapım çalışması 537′ de bitirilmiştir.
Günümüze kadar bir çok felakete, depreme ve yıkama uğrayan Ayasofya sürekli yenileme çalışmaları ve restorasyonlar ile ayakta durabilmiştir. 1453’te İstanbul’un Fethinin sembolü olarak camiye çevrilmiştir. 1934 yılında müzeye çevrilmiştir ve yapı 19 Kasım 1936’da tapuya resmen “Ayasofyayı Kebir Camii Şerifi” adıyla kaydedilmiştir. Günümüzde tekrar camiye çevrilmiştir.