Kadıköy’de “Hafıza, Mekân, Eğitim: İlham Verici Misaller” konuşuldu

24 Kasım Cumartesi günü Tasarım Atölyesi Kadıköy ’de 13.00-16.30 saatleri arasında beraberce Derneği tarafından “Hafıza, Mekân, Eğitim: İlham Verici Misaller” başlıklı bir deneyim paylaşımı atölyesi düzenlendi.

Moderatörlüğü üstlenen beraberce Derneği Direktörü Ayşe Öktem “Bu topraklarda barış içinde nasıl beraberce yaşayacağız?” sorusuna yanıt aramak için yola çıktıklarını ifade etti. Öktem, yürüttükleri “beraberce Değişim Programı: Hafıza Mekânları” projesi kapsamında çeşitli ülkelerdeki hafıza mekânlarında çalışma yürüten gönüllülerin yazdıkları yazıların berabercedegisim.org sitesi bloğunda yayınlandığını, bu yazıların daha sonra kitaplaştırıldığını, ayrıca bu toplantı gibi “Deneyim Paylaşım Atölyeleri” düzenlendiğini anlattı. Öktem, bu çerçevede ABD’deki Holokost Hafıza Müzesi ’nde gönüllü çalışmalar yürüten Hande Kayma , Almanya’daki Wannsee Konferans Evi ’nde çalışmalar yürüten Sarp Balcı , Bosna’daki Umut Tüneli’ nde çalışmalar yürüten Umut Erdem ve İtalya’daki Monte Sole Barış Okulu Vakfı ’nda çalışmalar yürüten Berfin Azdal’ın oralarda yaşadıkları deneyimleri paylaşacaklarını söyledi.

Ayşe Öktem , konuşmasının devamında şunları kaydetti: “Bugün bütün dünyada göç var. Her gün daha da çoğalıyor. Türkiye sürekli göç yollarında olan bir ülke konumundaydı. Şimdilerde ise Türkiye artık bütün göç yollarının sonu. Özellikle İstanbul’un LGBTİ+ların en büyük yurdu haline geldiği söyleniyor. Avrupa ülkelerinin sınırlarını kapatmasıyla bütün göçmenler kıyılara vuruyor. Bütün bu yaşanan kötülüklerin karşısında nasıl yaşayacağız? Küresel ısınma arttıkça göç de artıyor. Doğaya bu kötülüğü yapanlarla nasıl yaşayacağız? Yaşadığımız bu topraklar sürekli ulus-devlet yapısına aykırı topraklardı. Ama sürekli ulus-devlet aklının egemen olduğu topraklar oldu. Bu yüzden katliamlar oldu; 1915 Ermeni Soykırımı, Dersim Katliamı gibi felaketler yaşandı. Bizim bir şekilde katliamlarla yüzleşmemiz lazım. Yarınlar için yeni konseptler kurmamız lazım.”

Atölyenin ilk oturumunda Hande Kayma, “Yaşayan Bir Hafıza Mekanı: ABD Holokost Müzesi ve Holokost Hafızasını Günümüzle İlişkilendirmek” başlıklı sunumu gerçekleştirdi. Kayma, Elazığ gibi Türk-İslam sentezinin, Yahudi düşmanlığının çok güçlü olduğu bir kentten çıkıp nasıl Holokost araştırmaları yapan bir insan haline dönüştüğünü anlatarak söze başladı. Kendisinin bir Holokost uzmanı olarak değil, nefret ve önyargıdan kurtulabilmiş biri olarak konuştuğunu belirten Kayma, ABD Holokost Müzesi’ndeki gözlemlerini aktardı.

“NEFRET BİR DUYGU BOZUKLUĞUDUR”

Hande Kayma, konuşmasının devamında şunları kaydetti: “Aslında anti-semitizme neden sempati duyduğumu anlatmak istiyorum. Türkçülüğe, Türk- İslam sentezine, kültürüne sürekli maruz kaldığım bir yerde büyüdüm. Elazığ’da büyüdüm. Yaşadığım bu ilde sürekli İsrail karşıtı, Yahudi karşıtı mitingler düzenleniyordu. Bu yaşananlara anlam vermeye çalışıyordum. Sonra bu yaşananları konu alan bir kitap okudum. Yahudiilere nefret kusan bir kitaptı. Yahudilerin aslında çok korkunç bir topluluk olduğunu, Türkiye’yi bunlara yakın kafaların yönettiğini falan anlatıyordu. Yine bu yazıp çizilenlere bir anlam veremiyordum. Sürekli bir arayıştaydım. 20li yaşlarımda bir Yahudiyle tanıştım. Bir süre sonra bu insanın bayağı benim gibi bir insan olduğunu gördüm. Bütün önyargılarım kırıldı birden. Sonrasında İstanbul’a geldiğimde çok sayıda Yahudi arkadaşım oldu. Holokost ve anti semitizme daha çok ilgi duymaya başladım. Bu konuya merak sardıktan sonra da nefret ve önyargıyı kırmanın önemini fark ettim. Tabii, nefret bir duygu bozukluğudur. Onu fark ettim sonunda!“

Ardından Sarp Balcı, “Wannsee Konferans Evi: Şoa, Faillik ve İmkan Olarak Agonistik Siyaset” başlıklı sunumunu gerçekleştirdi. Balcı, Nazilerin Yahudi düşmanı bir sürecin sonunda 20 Ocak 1942’de bu evde yaptıkları Wannsee Konferansı ’nda aldıkları “Yahudi Sorununun Nihai Çözümü” kararlarının Yahudi Soykırımı’ndaki önemine işaret etti. Balcı, göl kıyısında, yeşillikler içinde ve zengin bir bölgedeki Wannsee Konferans Evi’nde bu kadar korkunç kararlar alınmış olmasına dikkat çekti.

Sarp Balcı, konuşmasının devamında şunları aktardı: “Wannsee Konferans Evi sadece bir hafıza merkezi olarak gidilen bir yer değil. Alman bürokrasisinden insanların gittiği, çeşitli eğitimler yapıldığı, öğrencilerin sık sık uğradığı bir yer. Sürekli farklı toplumsal kesimler tarafından ziyaret edilen bir yer. Wannsee aslında bir göl. Bu gölün kıyısında kurulan eve “Wanssee” diyorlar. Çok yeşilliğin olduğu bir mahalle aynı zamanda. Olağan üstü güzellikte bir yer. Issız, sakin bir muhit. Ve zengin bir muhit. Nasyonal Sosyalist Nazi Partisi’nin üst düzeylerinin yaşadığı bir yer. Holokost katliamı kararının alındığı bir yer. Böylesi güzel bir bölgede, bir göl evinde o korkunç kararlar nasıl alındı? Gerçekten çok ilginç.”

Atölyenin ikinci oturumu Umut Erdem ’in beraberce Değişim Programı kapsamında Bosna Hersek’te yaptığı Tünel ve Bağ adlı kısa filminin gösterimiyle başladı. Daha sonra Erdem, “Umut Tüneli’nde Hafıza için Mücadele, Saraybosna’daki Hafıza Mücadeleleri” başlığında konuştu. Erdem, Bosna’daki Umut Tüneli’ nin önemli bir hafıza merkezi olduğunu ancak LGBTİ+’lar, kadınlar, feministler ve savaş karşıtları gibi grupların yaşadıklarının görmezden gelindiğini belirtti.

Umut Erdem, konuşmasının devamında şunları kaydetti: “Umut Tüneli’nde çalışan herkes savaşın mağduru olan ailelerden gelen kişiler. Yani orada çalışan biriyle konuştuğunuz zaman mutlaka Bosna Savaşı kurbanı bir aileden geldiğini görebiliyorsunuz. Umut Tüneli bu insanların çabasıyla kurulan, müzeleştirilen bir yer. Bu müzenin kimi eksiklikleri var, tabii. Mesela kadınların direnişinden çok bahsedilmez. Kadınların içinde olduğu, kadın emeğinin olduğu herhangi bir anlatı yok. Yine LGBTİ+ların anlatıldığı bir bölüm yok. Bu konularda eleştirilecek çok nokta var. Umut Tüneli’nin 25 metresi müzeleştirilmiş. Geri kalanı ise güvenlik gerekçesiyle müzeleştirilememiş. Umut Tüneli’nin genel uzunluğu ise 800 metre kadar.”

Berfin Azdal ise “Monte Sole’yle Bakışmak: Sualler ve İmkânlar” başlıklı sunumunda İtalya’daki Monte Sole Barış Okulu’nda yaşadığı deneyimleri paylaştı. Azdal, 2002’de kurulan okulun milli parka ve hafıza merkezine çevrilen, faşizme karşı partizan direnişinin örgütlendiği geniş dağlık bir alan olduğunu anlattı. Azdal, her yıl buraya çeşitli ülkelerden gelen insanlarla barış temalı atölyelerin düzenlendiğini ifade etti.

Berfin Azdal , konuşmasının devamında şunları kaydetti: “Geçmişle ya da zor geçmişlerle yüzleşme meselesine bakarken Monte Sole başka bir örnek. İkinci Dünya Savaşı’nda İtalya da Almanya işgali altındaydı. İtalya’yı farklı yapansa aynı zamanda Mussolini rejiminin baskıcılığıyla da boğuşmasıydı. Ülkede toplumsal direniş hareketi olarak Partizan direnişinin yükseldiği bir dönem yaşandı. Aslında fotoğraflarda gördüğünüz bu dağlar, İtalya halkının Nazi işgaline karşı çıkıp direndiği dağlar. Monte Sole Barış Okulu da direnişin olduğu bu dağlarda kurulmuş bir vakıf. Güncel meseleleri de gündem ediyorlar. Nasıl birlikte yaşayacağız sorusunu her yaştan kişinin katıldığı interaktif eğitimlerle tartışıyorlar.”

Sorular ve tartışmaların yer aldığı forumun ardından etkinlik sona erdi.