Kadınların Günü Neden Var?

Dünya kadınlar günü diye bir şeyi ilk duyduğumda belki birçoklarımız gibi “Neden erkekler günü yok?” diye sormuştum içimden. Sordum ama yine çoğumuz gibi soru ağzımdan çıkıp sese bürünemedi bile. Zira cevabı, daha soruyu düşünürken gelmiş gibiydi: “Zaten her gün bizim (erkeklerin) herhalde”.

Erkekler günü de varmış; sonradan öğrenmiştim. Ama hiç tantanası olmaz o günün. 19 Kasım günü olurmuş her yıl. Etrafıma sordum, çoğu kişi bilmiyor Erkekler Günü’nün tarihini. Geçtiğimiz aylarda bir yurtdışı seyahatinde mevzusu geçti; orada ciddi ciddi kutlanırmış. Fakat yine de dünyanın birçok yerinde en meşhuru “8 Mart Dünya [Emekçi] Kadınlar Günü” galiba.

Bu dünyada, biri olmadan diğeri var olamayacak iki cinsiyete ayrılmış gibi duruyoruz. En azından genel anlamda. Kadın olmasa erkeğin, erkek olmasa kadının varlığı mümkün değil. Biyolojik açıdan baktığınızda (ki ben belki de biraz hastalıklı bir şekilde her konuya önce bu açıdan bakarım) o cinsiyetlerin birbirine hiçbir üstünlüğü yok. Farkları çok ama o farklar yarışmak veya rekabet etmek için değil, tamamlanmak ve bu iki cinsiyetin bir bütün oluşturabilmeleri için var. Üreyebilmek, hayat şartlarına birlikte göğüs gerebilmek, sağ kalabilmek, kültür üretebilmek için ikisi de aynı oranda elzem.

Fakat ne çare ki insan sadece biyolojik bir varlık değil artık. Binlerce yıldır ürettiği kültür, insanın kaderini belirlemede belki de biyolojisinden çok daha etkili. Bu kültürün temel taşları ise güvenlik, üreme, mal ve toprak biriktirme, üstün gelme gibi eril özellikler üzerine bina edilmiş. Neden öyle bir tercih yapıldığını, tabiattaki bu eril-dişil simetrisinin insan kültüründe nasıl bu kadar eril yöne doğru kırılmış olduğunu ben bilmiyorum; bilene de rastlamadım. Tahminler olsa da konu büyük bir bilinmezlik perdesinin arkasında saklı. Fakat neticede insanlığın binlerce yıldır temel meselesi “mücadele” ve “kas gücü” olunca, testosteron hormonunun hükümranlığı altında yaşayan erkeğin ve erkeksi kültürün galebe çalması galiba kaçınılmaz olmuş gibi görünüyor. Belki de on bin yılı aşkın süredir bu çarpık kültürel tercih zemini, hepimizin zihinlerini şekillendirecek bir kararlılığa ve katılığa ulaşmış durumda.

Aile içinde çocuklarımızı yetiştirirken kullandığımız davranış dilinden, toplum içindeki yaşamsal görev dağılımlarına kadar her alana sirayet etmiş bir gayrı tabii toplumsal cinsiyet algısı, bir çok alanda başımızı ağrıtıyor. Mesela toplumsal ve uzun vadeli stratejilerde kadın zihninin eksikliğinin, bugünün dünyasının en temel sorunu hatta sakatlığı olduğunu düşünenlerdenim; zira kadın zihninin, dişil beyin yapısının evrimsel yeteneklerinin bugünkü birçok derdimize ilaç olabileceğini biliyorum. Kısa vadeli, çözüm odaklı, ileriyi çok fazla düşünmeden “sol beyin” ağırlıklı davranışları baskın olan eril kalıbın, bize neler ettiğini izah etmeme gerek olmadığına eminim. Şu anda bu satırları okurken bile ekonomiden çevre sorunlarına, uluslararası problemlerden eğitim sorunlarımıza kadar her alanda bu eril aceleciliğin etkilerini zaten yaşıyorsunuz. Yarısıyla yaşayınca böyle oluyor işte insan…

Kadınlar Günü dünyada yüz seneyi aşkın zamandır kutlanıyor. Yirminci yüzyılın başlarında önce Amerika’da, sonra Rusya’da ve nihayet 1914 yılında Almanya’da 8 Mart tarihinde milli bayram olarak kutlanan Dünya Kadınlar Günü, birçok ülkede aynı zamanda kutlanmakta.

Özel günler, unutulmaması gerekenleri hatırlatma amacı taşır. Toplum belleğini canlı tutan önemli olaylardır bunlar. Bayramlar, yıl dönümleri, zafer anmaları ve bunun gibi özel günler; değerleri, önemli olanı, yapılan büyük yanlışları ve önemli konuları hatırlama vesilelerimizdir. Bu günler, bu özel zamanlar olmasa belki de o önemli mesajlar ve deneyimler unutulup gidebilirler. Peki kadınlar öyle midir? Kadın ve kadının toplumdaki yeri, özel bir günle kutlamadan unutabileceğimiz bir şey midir?

Genel duruma bakılacak olursa maalesef öyledir. Yirminci yüzyılın ortalarına kadar bugünün anlı şanlı gelişmiş ülkelerinde kadının oy verip vermemesi, kadının hangi haklara sahip olabileceği, hatta -af buyurun- kadının tam bir insan olup olmadığı maalesef ciddi ciddi mevzu haline gelip bu toplulukları bir hayli meşgul etmiş. Sinirbilim tarihinin ünlü isimlerinden Paul Broca ve çağdaşı Gustave Le Bon gibi bilim insanları, kadınları “malum olduğu üzere erkeklerden çok daha az zeki” ve kadın beynini “orangutan beynine daha yakın” diye nitelemekten hiç gocunmamışlardı . Bugünden bakınca hem o insanların ait olduğu toplumlarda hem de günümüzün bir çok uygar ülkesinde kulağa aptalca gelen bu ifadeler üzerinden henüz ancak bir yüzyıl geçti. Binlerce yıllık insanlık tarihinin bu zihinsel arızasını yüz yılda tamir edebileceğimizi düşünmek de insanın genel zihin yapısına bakınca muhtemelen biraz safdillik olacak.

Tarihteki kültürel tercihleri tarafından kaderi belirlenen tek canlıyız. Dün verilen kararlar, dün hayata geçirilen uygulama ve adetler, bugünkü hayatımızı etkiliyor. Dünya Kadınlar Günü, aslında tarihte tüm insanlık olarak tekrarlı bir şekilde yapmakta ısrar ettiğimiz vahim bir hatalar zincirini bize hatırlatıyor. Doğanın senfonik uyumunun içinde kendi kafasına göre değerler icat eden ve bunun üzerine medeniyetler kuran insan türünün çektiği benzersiz acıların kaynağı hakkında, duyabilenlere çok öğütler veriyor. Erkekler Günü’ne mukabil, Kadınlar Gününü’nün bu kadar belleğimizde yer tutması, toplumsal suçluluk duygumuzun da bir yansıması.

Hatasını hatırlayıp ders alabilen ve gelecekteki davranışlarını düzenleyen beyinler, biz dahil birçok canlıda var. Sadece biz, bazı konularda bunu kullanmamakta ısrarcıyız. Kimi zaman hataları “ülkü ve ideal” haline bile getiririz. İşte böyle günlerde, tarihin acı deneyimlerinden ders almaya hatta şimdi ve şu anda kendimizle ilgili bir şeyleri düzeltmeye niyet etmek için çok fırsatımız oluyor. Değerlendirebilmek dileğiyle, 8 Mart Dünya Kadınlar Günü kutlu olsun.