Kategorileştiremeyebileceklerimizdensek Eğer?

İnsan yaşamı ve gelişimi pek ilginç bir maceradır. Çok karmaşık bir süreçtir bu; insan halden hale geçer, dönüşür, hem fiziken hem zihnen mütemadiyen değişir. Bizler de bu karmaşık süreci daha iyi çalışabilmek ve anlayabilmek için onu parçalara böleriz: Anne karnı, bebeklik, çocukluk, ergenlik, erişkinlik, olgunluk, yaşlılık gibi… Fakat bu süreçte ilginç bir “derecelilik” ve “geçişgenlik” de çarpar gözümüze: Mesela hayatımızın hangi gününde bebeklikten çıkıp çocuk olduğumuzu, yahut hangi sabah ergenlikten erişkinliğe uyandığımızı söyleyemeyiz. Çünkü bu gelişim, sürekli, dereceli, kesiksiz ve bütüncüldür. Üstelik bu gelişim süreci sayılarla da ilgilenmez; yani her 14 yaşındaki insan aynı değildir. Tüm insanlar aynı yaşlanmaz, aynı zaman dilimlerinde, mesela bir ayda veya üç yılda, her birimize farklı şeyler olur; bedenen ve zihnen farklı dönüşümler yaşarız.

Kimisi bir günde “devrimler” yaşarken, kimisine adeta seneler boyu “hiç bir şey olmuyor” gibidir.

Geçenlerde bir arkadaşımızın çocuğunun sivilceleri ile ilgili bir rahatsızlığı nedeniyle doktora görünmesi gerekmiş. Yaşı 16 olduğu için “pediatrik” (yani çocuk konusunda uzmanlaşmış) uzmanların bakabileceğini söylemişler; fakat söz konusu “çocuğumuz”, pediatri doktorlarının tamamından daha uzun boylu ve yapılı. Dahası, ne yapsanız boş; pediatri servislerindeki muayene masalarına sığmıyor! Fakat ne çare, çocuğumuz “18” denen o sihirli seneyi doldurmadan erişkin kategorisinde görülemiyor; zira kategorilerimiz buna izin vermiyor. Başkaları da vardır böyle sizin bildiğiniz; yaşı ve gelişim dönemi ile “uyumlu” olmayan insanlar. “Çocuk gibi” davranan kocaman insanlar, “olgun” davranışlı çocuklar, “bilmiş” gençler, “naif” yaşlılar… Kısacası, aslında hepimiz biliriz, meselenin “yaş”la değil “baş”la ilgili olduğunu.

İstisnalar Kuralı

Yaşamın biyolojik özellikleri dışında bir özelliği daha vardır ki çoğumuz onu dikkate almamayı tercih ederiz. O özellik “kaotik”liğidir. Kategorilerimizi sürekli ihlal eder. Bizim zihnimizin bir kısmı, özellikle de günlük yaşamı üzerine inşa ettiğimiz o “rasyonel” kısmı, kategorileri çok sever; dünyayı ona göre tasnif edebilmek ister. Ama o kategorileri belirleyen kıstaslarımıza ve kategorilerimize uymayan istisnalar türemekten yorulmaz. Yaşamda ve biyolojide her tanımlama ve genellememize karşı “istisna”lar çıkması adeta bir kuraldır. Tüm kurallarımızın istisnaları vardır. İstisnalar çoğu zaman kurallarımızdan fazladır. Ne zaman bir şeyleri tanımlayıp rahat etsek, bir şeyler istisna kalır ve rahatımızı bozar. Mesela sinirbilim derslerinde “ sinirler arası ileti maddesi, yani ‘nörotransmitter’ olabilmenin şartları şunlardır: …” diye muhtelif maddeler sıralarız. Ama dersler ilerledikçe fark edeceğimiz üzere, bu kıstaslara uymayan o kadar çok sinirsel haberci keşfedilmiştir ki artık bu kıstasların çoğu işlemez haldedir. “ Canlı sistemin her canının istediği haberci olabilir ” de diyemediğimiz için, biz bu kuralları öğretmeyi ve onlar üzerinden düşünmeyi bırakamayız. Bu sadece küçük bir kusur da değildir; çoğu zaman sırf zihinsel kategorilerimiz nedeniyle, gözümüzün önündeki gerçeği göremeyiz. Zira burnumuzun ucunda belirse bile, kategorilerimize aykırı şeyleri görmekte çok zorlanırız.

İşte insanın dönemleri de böyledir. Belli yaşlarda belli davranışlar göstermeliyizdir. Oyunu çocukken oynamalı, büyüyünce ciddi olmalıyızdır. 17 yaşındayken hayatımız hakkında karar alamayız; ama bir yıl sonra bizi tüm hayatın yükünü yüklenebilir hale getiren bir aydınlanma geçirmiş olmamız beklenir. Ebeveynlerinden habersiz uzağa bile gidemeyeceklerine inandığımız “reşit” olmayan 16-17 yaşındaki insanların, üniversite tercihlerinde kendi kaderlerini belirleme zorunluluğunu sırtlamak zorunda kalmalarına ise pek aldırmayız. Yeter ki kategorilerimiz var olsun; hayat nasıl olsa geçer, sağlık olsun!

Erişkinliğe Direnenler

İnsan, toplumuyla uyumlu olma güdüsüne sahiptir. Diğer benzerleri gibi sosyal bir canlı olarak, milyonlarca yıldır “ne kadar sosyal uyum, o kadar yaşamda başarı” gibi bir formül arka planda hep işlemiş görünüyor. Özellikle gelişmiş zihinsel yetenekleri nedeniyle her türlü uyumsal yeteneği zirvede sergilemesiyle meşhur insan türünde, bu uyum hayret verici boyutlara ulaşır. Toplumların üzerinde anlaştığı tanım ve kategoriler, çoğu insan tarafından pek sorgulanmadan kabul edilir. Bu bilinçsiz kabul eğilimi, bir zayıflık değil, tam tersine belki de insanın en büyük gücüdür. Bu sayede kalabalık insan grupları dev bir süper-organizma gibi işbirliği içinde işlev görebilir. Tabii bu ortak işlev kapasitesi, nadiren diğer organizmalarda olduğu gibi türün faydasına işler; çoğu zaman bizi dar kalıplara sıkıştırıp canımızdan bezdiren “sistemlere” dönüşme riski çok yüksektir. Neticede o kalıplardan, o ezberlerden kurutulacağız diye ne düşünceler üretir, ne kitaplar yazar, ne tartışmalara, ne kavgalara tutuşuruz!

Erişkin ve olgun olmak da çoğu zaman bu kalıplardan birisidir. Kişinin bağlama ve amaca uygun olarak karar alabilme yetisinin artması ile kendini gösteren erginleşme, açıktır ki, yaşa bağlı bir şey değildir. Olgunluk, hemen her yaşta ama belli durumlarda ortaya çıkabilecek bir meziyettir aslında. Fakat bizim sosyal yaşam şemalarımız içinde “belli bir yaştan sonra” olgun olunması gerektiği, o yaştan sonra “başımıza arıza çıkaracak” işlerle uğraşılmasının abes olduğu, olgun kişinin her dem olgun bir kişiden beklendiği gibi davranması adeta sonsuz kere kodlanmış gibidir. Hemen herkes bunun aslında böyle olmadığını bilse de, bu kodlar çok derinlere işler, yaşam boyu sessiz bir propaganda ile kendisini bize en azından bilinç dışı düzeyde kabul ettirir. Bizler de, özellikle “kocaman insanlar” olduğumuzda, ne zaman içimizden bir “çocukluk” yahut “toyluk” geçse, çoğu zaman gizli ve sinsi bir suçluluk hissederiz. O nedenle çoğumuz, bu çocuksu ve oyuncu dürtüleri otomatik olarak bastırma yeteneğini zamanla geliştiririz.

Neticede ne olur? Olgun, aklı başında, ne zaman ne yapacağı belli, hayatı ve kararları öngörülebilir insanlardan kurulu bir barış ve refah toplumu… Yok, şaka yaptım, pek de öyle olmaz. Olan genelde şudur: Toplumun büyük çoğunluğunu oluşturan insanlar, ellerine verilmiş meselelerin peşinde sorgusuz sualsiz koştururken, arada bu şemaları pek anlayamamış ve içselleştirememiş olanlar “sıkıntı” yaşar ve “problem” çıkarırlar. Çocuksu düşünceler ve hareketler, alışılmışın dışında söylemler veya davranışlarla sakin suyu durduk yerde bulandırırlar. Bu saçmalıkta çok ileri gidenler soruşturulabilir, kovuşturulabilir, hapsedilebilir veya ceza dahi alabilir. Zira toplum, sırf insanlar mutlu mesut olsunlar diye geliştirilmiş bu kalıp ve ezber şemaları korumak için elinden geleni yapar.

Halbuki unutulan şey hep aynıdır: İnsanlığı geliştiren fikirler, işler, yapıtlar ve düşünceler, çocuksu sorulardan, yaramazlık yapan zihinlerden çıkar. Rutininde takılan, verilen görevi yapıp gerisini düşünmeyen insanlar, belki medeniyetin dişlilerinin dönmesini sağlar ama onu ilerletemez, sıçramalara neden olamazlar. Raydan çıkmış düşünceler ve denemeler, kısacası “oyun” gibi cesur hamleler, bizi ve medeniyetimizi başka seviyelere taşıyan nice fikir tohumunu toprağa düşüren esas etmendir.

Aslında tabiatta da bu işin benzerleri sıkça olur; bakın mesela, sürüden ayrı takılan karıncaların karıncalık alemine yaptığı katkılar hiç de azımsanacak gibi değildir:

Öte yandan tabiat, bu “birliktelik” güdüsünün ters gittiği örnekleri de vererek bizi uyarır gibidir. Mesela yine karıncaların “ölümcül döngü”sü, lideri takip meselesinin rayından çıktığı ve karıncaların topluca ölene kadar fasit bir daireye sıkıştığı ibretlik bir mesajdır sanki:

Sözün özü, erişkin olmak iyidir; ama sürekli erişkin olmak, hatta herhangi bir şeyi sürekli ve biteviye olmak sıkıcıdır; hatta bazen ödürücüdür. Statüko yapar, daraltır, dinamizmi engeller. O nedenle aramızdaki çocuklara, içimizdeki çocuğa, toplumdaki afacanlara biraz daha dikkat edelim. Biz hayatlarımız peşinde koştururken, daha güzel bir geleceğin tohumlarını belki de onlar saçıyorlardır zaman toprağına aslında…

Özellikle de dünyada çocuklara adanmış bir milli bayrama sahip tek ülkede yaşayan bizlerin bu konuda dünyaya fark atma potansiyelimiz var diye düşünmek istiyorum. Bu vesile ile 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’mızı kutluyorum!