Fotoğraf: Evrensel
Kapitalist üretim tarzı varlığını sürdürebilmek için doğayı, emeği, tarihi ve insan bedenini vahşice sömürüp yok ediyor. Karadeniz’inden Ege’sine, İstanbul’un Kuzey Ormanları’ndan Munzur’a ve Hasankeyf’ine doğamız, tarihimiz ve kültür mirasımız para ve rant uğruna devlet ve sermaye iş birliğiyle hızla yok ediliyor, talan ediliyor! Kentlerimiz ucube ve yaşanılmaz durumda…
Pekiyi rant ve para uğruna, bencil, egoist çıkarları için her türlü değere düşman kesilenlere insan denilebilir mi? Bence insan demeye bin şahit lazım! Türkiye halkı çok sayıda örneğin son halkası olarak Kaz Dağları’nda maden ocağının güzelim ormanı oyup cansız bir cesede dönüştürmesine tanıklık etti.
Onun içindir ki önceki gün, Çanakkale Kaz Dağları eteklerinde toplanan on binlerce kişi, Su ve Vicdan Nöbeti’ne destek çıkarak, dağları, ormanları katledenlerin insan sıfatını hak etmediklerine şahitlik ettiler. Bencil, egoist çıkarlarıyla devlet ve sermaye güçlerini ve onların insan demeye bin şahit lazım temsilcilerini lanetlediler!
Renkleriyle, müzikleriyle, güzel sesleriyle, sevgileriyle, neşeleriyle doğayı ve insani değerlerimizi kirletenlere, yok edenlere seslendiler. Onları vicdana, akla ve insan olmaya davet ettiler. Taşı, toprağı ve ağacıyla bütünleşerek, kuşlarla dertleşerek insan doğasının ahenkli bütünlüğünün sanatla buluşmasında nasıl bir güzelliğin ortaya çıkabildiğini gösterdiler.
“Bizden sonrası tufan” bencilliğiyle bu dünyayı ve güzelliklerini yok etmeye hiç kimsenin hakkı yok dediler. Doğanın en “gelişmiş” bilinçli varlığı olarak biz insanların, bu gezegende yaşayan her canlıya, bitkiye, atmosfere ve bütün türlerin gelecek nesillerine karşı sorumluluğu var dediler.
Kapitalizmin tüm özgürleştirici potansiyeline karşın sistemin toplumsal mülkiyete evrilmemesi halinde insan ve doğanın yıkımını da hazırladığına dikkat çeken Karl Marx, çalışmalarında temelde insanın doğaya, kendi emeğine, üretim araçlarına, öteki insanlara ve kendisine dair olmak üzere beş temel yabancılaşma biçiminden bahsetmiştir.
Tarihsel sürecin ürünü olan kapitalizm, toplumu birçok yönden daha “ileri” bir noktaya taşımış olmasına rağmen, emek, doğa, kadın bedeni sömürüsüyle yeni esaret ilişkilerine hapsetmiştir. Değişim değeri amacıyla üretimin yapıldığı ve her şeyin metalaştırıldığı bir ortamda toplum, yabancılaşmayı iliklerine kadar yaşamak zorunda bırakılmıştır.
Kapitalizm koşullarında insan-insan ve insan-doğa ilişkileri özel mülkiyet temelinde sınıfsal ayrımları ve toplumsal eşitsizlikleri sürekli bir şekilde yeniden üretmekte ve derinleştirmektedir. Haliyle, kapitalizm aşılmadıkça insan da, doğa da kurtulamayacaktır. İnsanlık ve doğa aşırı üretim, yıkıcı rekabet, krizler, savaşlar vb. toplumsal ve ekolojik yıkımlarla yüz yüze kalacaktır!
2002 AKP iktidarı ile birlikte Türkiye halkı yabancılaşmanın tüm biçimlerini iliklerine kadar hissetmeye, toplumsal emeğin ve doğanın insafsızca sömürülmesinin bütün kötü sonuçlarını sonuna kadar yaşamaya başlamıştır.
HES’ler, barajlar, maden ocakları ile dereler kurutulmuş, nehirler ve akarsular kirletilmiş, ormanlar katledilmiş, toprak zehirlenmiş, bitki ve canlı çeşitliliği yok edilmiştir. Ucube kentsel dönüşüm projeleri ile kentler birer hapishaneye çevrilmiştir. Bunaltıcı sıcaklar, doğal afetler, sel baskınları, vs…
Önceki gün maden sahası ilan edilen Atikhisar Barajına yakın bir yerde 85 rakımdan daha fazla bir yükseklikte yapılan Fazıl Say konseri, bir kez daha bu gidişata karşı muazzam bir tepkinin de biriktiğini göstermiştir.
Karadeniz’de HES’lere, Ege ve Akdeniz’de maden sahalarına, Munzur’da barajlara ve Halfeti’de tarihin yok edilmesine, İstanbul’da yeşil alan ve parkların yok edilmesine karşı toplumsal duyarlılığın giderek arttığını, insanların bunca doğa ve tarih katliamına eskisi kadar sessiz kalmayacağını göstermiştir.
Etkinlikte taşınan dövizlere de bu duyarlılık yansımıştı: “Ölüler altın takmaz!”, “Havama, suyuma, toprağıma dokunma!”, “Kapitalizm altında sömürü, Kaz Dağları’nda direniş var”, “Balaban direnme tesisleri” vd. Sömürü esasına dayanan kapitalist üretim ilişiklerinin ve yabancılaşmanın tüm biçimleriyle aşılmasına yönelik bir duyarlılık ve talepler…
On binler, doğaya sahip çıkma bilinciyle Kaz Dağları’nın yeşilin tonlarıyla bezenmiş eteklerinde, hafif bulutlu, serin bir gökyüzünün altında Fazıl Say izlemek ve dinlemenin güzelliğini yaşadılar. Araçların kilometrelerce dizildiği asfalt yoldan inerek topluluklar halinde doğanın içine karışan insanlar, ağaçların kanatları altında görünmez olmuştular. Fazıl Say’ın bu topraklarla buluşturup harmanladığı ruhundan doğaya dökülen ezgilerine kulak kesilmiştiler.
Sermayenin eli değmemiş pek konforlu olmayan bir alanda, taşın, toprağın, otların, börtü böceğin ve ağaçların arasında Fazıl Say dinletisi, belki de hiçbir konser salonun yaşatamayacağı bir atmosfer sunmuştu. Aşık Veysel, Troya, Kaz Dağları, Mozart’la birlikte dile gelmişti. İnsanlar doğanın kanatları ve eşsiz bir manzara altında kuş sesleriyle bütünleşen müziğin ritmine kaptırmıştı kendini, çıt çıkmıyordu.
Sermayenin topluma dayattığı kuşatılmış yaşama inat, doğa, sanat ve insanın eşsiz bir buluşması gerçekleşmişti. Müzik eşliğinde doğayla bütünleşen insanların vaziyeti tam da dünya şairi Nâzım Usta’nın dediği gibiydi: “Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür / ve bir orman gibi kardeşçesine.”
Belki de yüz bine aşkın bir kitlenin orada olduğu konser bitip de insanlar ana caddeye aktığında anlaşılmıştı. Çünkü, Fazıl Say’ın piyanosundan seslenen ana tanrıçanın kanatları altında insanlar ağaçlara, ağaçlar insanlara karışmıştı. Doğa insanla, sanat doğayla, insan doğa ve sanatla buluşmuştu.
KAYNAK : Sinan ARAMAN -https://www.evrensel.net/haber/385131/kaz-daglarinda-doga-sanat-ve-insan-bulusmasi
HABER: BÜLENT ÖZGEN