Açılmamak üzere benimle inatlaşan kapıya sert bir şekilde müdahalede bulunup onu ikna etmeyi başardım. Anahtar deliğinin yağlanmaması kapının inatçılığını iyice artırmıştı. Beraberimde getirdiğim eşyaları hızlı adımlarla, gördüğüm en yakın ve müsait yere bıraktım. Dünden kalmış havanın yerini, taze hava ile değiştirebilmek için camları teker teker açmaya başladım. Açılan her bir pencereden içeriye hücum eden taze havanın, içinde bulunduğum ofisin ciğerlerine dolması uzun sürmedi. Balkonun kapısını açtıktan sonra kendimi dışarı atıp “sakinlik” ile “sabah”ın arkadaşlığına bir kez daha şahitlik ettim. Tam içeri girecekken kendimi, balkonun iç kısmındaki duvarına ayaklarını bir şekilde geçirmiş, vücudu yere doksan derece, kafasını gökyüzüne doğru çevirmiş bir kuşa bakarken buldum.
Balkonun iç duvarında öylesine duran bir kuşun varlığı beni heyecanlandırdı ve adeta suyun dışında çırpınan bir balığı görmenin getirdiği çevikliği hissetmeme sebep oldu. Onunla ilgilenmek için harekete geçtim. Isırır mı yoksa sakin midir diye ufak bir iç muhasebe yaptıktan sonra sağ elimle kanatlarının üzerinden bütün bedenini avcumun içine aldım ve onu havaya kaldırdım. Meraklı gözlerimin heyecanını bastırmak için onu kendime yaklaştırdım ve kısık gözlerinin güzelliğini ilk orada gördüm. Kanatları grimsi, kahverengi bir renkte olan bu kuşun karnı bembeyazdı. Bedeninden ebat olarak neredeyse daha büyük olan kanatları, kapandıklarında görkemli bir görünüşe sahip oluyorlardı.
Halsizliği her halinden belli olan kuşun uzun süredir aç kaldığını varsaydım ve bana yardımcı olabileceğini düşündüğüm insanlara danıştım. Saatin çok erken olmasının onlara ulaşma şansımı ciddi derecede düşürdüğünü, sağlıklı bir geri dönüş alamadığımda anladım. Şekerli su, ıslatılmış ekmek ve benzeri şeyler denesem de bu denemeler kuşun iştahını açmaya yetmedi. En sonunda kuşun hasta olduğunu düşünüp, iyileştirebilmek adına harekete geçmem gerektiğine kanaat getirdim.
Yapmam gereken işlerin zihnimde oradan oraya koşmaları beni telaşlandırıyor, ne yapacağımı bilemez halde kuşa bakıyordum. Kuşun neden uçamadığını düşünürken aklıma, koordinasyonundan sorumlu olduğum eğitimin bir saat içinde başlayacağı geldi. Eğitim başlamadan önce hazırlıkları tamamlamam gerekiyordu. Kısa ve pek de sağlam olmayan bir hesap ile kuşu yakınlarda bulunan veterinere götürmeye karar verdim. Yöneticime bildirdikten sonra; birbirini kovalayan adımlarla, internetten bulduğum 7/24 açık olduğunu iddia eden veterinere gitmeye başladım. Kuşun halsizliği, onu ellerimle taşıyabilmeme izin vermişti. Ara sıra yarım açılan gözlerinin bir daha açılmama ihtimali beni korkutuyor, korktukça daha da hızlanıyordum. Eğitimin başlamasına az kaldığından, hızlı olmam her anlamda benim kârıma olacağa benziyordu.
7/24 açık olacağını iddia eden veteriner ne hikmetse kapalıydı. Veterinerin karşısındaki esnafa gittim ve durumu özetledim. Onlara “Eğer kuşu emanet edersem, veteriner açıldığında götürebilir misiniz?” diye sordum. Fakat ne benim tatlı dilim ne de kuşun zarif güzelliği onları ikna etmeye yetmedi. Eğitimin başlama zamanı gitgide yaklaştığından ofise geri dönmeye karar verdim. Esnaftan aldığım koliye naklettiğim kuş, pençelerini tekrar kartona geçirip kendini sabitlemeyi başardı. Ofise vardım, hızlı hareket ederek eğitimin hazırlıklarını tamamlamaya giriştim. Öğrenciler yavaş yavaş gelmeye başladılar, derken mesaj attığım insanlar yavaş yavaş uyandıklarından mesajlarıma geri dönmeye başladılar.
Cinsinin ne olduğunu dahi bilmediğim bu kuş, güzelliği ve asilliği ile beni gitgide kendine bağlamıştı. Veteriner arayışının üzerinden iki saat geçtikten sonra, biyolog bir tanıdığım tarafından kuşun cinsini öğrendim: Bu misafir kuşumuz bir Ebabil ailesine mensup olan Ak Karınlı Ebabil (Alpine Swift) imiş. Cinsini öğrendikten sonra, internetten yaptığım hızlı araştırmalar ve biyolog tanıdığımın tavsiyeleri ışığında, beni şaşkına çeviren bilgiler edindim.
Ebabil kuşları havada uzun süre kalabilmeleri ile meşhur bir kuşmuş. Kusursuz aerodinamik yapısı vesilesiyle yere paralel uçarken 200 yüz kilometre hıza ulaşabilen bu kuş, 600 ila 1000 kilometrelik mesafeleri yere inmeden, 6 ay içerisinde kat edebiliyormuş. Havada uyuyup, böceklerle beslenip, binlerce kilometrelik göç yollarını takip edebiliyormış. Yere sadece çiftleşmek için inen bu kuşların ömürlerinin büyük bir kısmı gökyüzünde uçarak geçiyormuş. Konmaları gerektiğinde ise genelde yüksek, dağlık bölgelere konduklarından tekrar havalanmak için kendilerini yere doğru bırakmaları yetiyormuş. Lakin, bizim balkona inen kuş kendini bir şekilde aşağı bırakamadığı için tekrar havalanamamış.
Kanatları neredeyse bedeninden daha büyük olan bu kuş, kanatlarını çırparak yükselme yeteneğine sahip olmadığından tekrar havalanamayıp, küçük ve güçsüz ayaklarıyla bir yerde tünemeye mecbur kalmış. Ayaklarının küçük ve güçsüz kalmasının sebebi ise onları çok kullanmamasından kaynaklanıyormuş. Eğer tekrar gökyüzüne kavuşmazsa beslenemeyeceğinden, hızlı metabolizmaları yüzünden ölmeleri kaçınılmaz oluyormuş. Bu, gökyüzüne ait kuşların havalanamadığı durumlarla karşılaşıldığında yapılması gereken şey ise kuşu bir yükseklikten gökyüzüne doğru atıp, kanatlarının rüzgâra doymasını sağlamakmış.
Öğrendiğim bu bilgiler eşliğinde kuşa doğru hızlı adımlarla ilerledim. Kuşu kaptığım gibi ofisin teras katına çıktım. Bir yanım, bu kadar değerli bir kuşu salmak zorunda kaldığım için buruk olmasına rağmen diğer yanım kuşun ait olduğu yere ulaşamaması halinde öleceğini hatırlatıyordu. Dolayısıyla, onu uygun bir yerden gökyüzüne, rüzgarların himayesine teslim ettim. Arkamdan bütün görkemiyle beni kuşatan rüzgârı yakalamayı başaran kuş, hızla yükseldi. Müthiş bir hızla hareket eden bu kuş ile sabahki kuş sanki aynı değildi. Saniyeler içerisinde gözlerimle seçemeyeceğim kadar uzaklara gitti ve ben hasta sanarak şifa aradığım kuşun gökyüzündeki enfes gösterisine şahitlik ettim. Tamamen sağlıklı olmasına rağmen hasta olduğunu düşündüğüm bu Ebabil kuşu meğer mucizevi bir varlıkmış. Birbirinden ilginç özellikleri ile beni büyüleyen bu kuşun, bütün yeteneklerini kullanabilmesi için birisi tarafından gökyüzüne ulaştırılmasına muhtaç olması beni epey şaşırttı.
Yaşadığım bu ibretlik olayın, farklı bağlamlarda, kişilerde ve zamanlarda yaşandığı düşüncesi zihnimde yer etmeye başladı. Her insan bu kuş gibi hatta daha mucizevi değil mi? Kişinin kendi yetenek ve becerilerini fark edememesi, yanlış koşullarda kendi becerilerini kullanamaması o kişinin “yeteneksiz”, “beceriksiz” yani “hasta” sanılmasına yol açmaz mı? Gökyüzüne kavuştuğunda mucizevi becerilerini gösteren bu kuş, deniz seviyesine yakın bir yere ayak bastığında, tekrar havalanamadığı için hasta zannedilebiliyor hatta açlıktan ölebiliyor. Kişinin kendi becerilerini, güçlü ve zayıf yanlarını tanımaması, o kişinin kendi kendinin engeli olmasına yol açabilir. Bu engelin aşılamamasının kişi için hayati etkileri olabilir. Her insanın sahip olduğu ve bir ömür çözmek için vakit tanınan en temel bulmaca, bizzat kişinin kendisidir. Bu bulmacayı çözmek keyfi değil, hayati öneme sahiptir. Kendi gökyüzünüze kavuşmanız dileğiyle.