Kendini bir şey sanmazsan, kaybedecek şeyin de olmuyor!

Dokuz yıl önce Kaş’a yerleşen bir Hollandalı amca, ‘neden Kaş ‘ soruma şu cevabı verdi: “Tembellik ve kolay hayat.”

Gerçekten de insanın kalp atışlarının azaldığı, zaman kavramının anlamsızlaştığı, büyük şehir hayatından kaçıp yerleşenlerin bolca bulunduğu bir Akdeniz kasabası burası. Dolayısıyla herkesin en büyük meşgalesi konuşmak. Tanı tanıma, yanındaki kişilerle biranın köpüğü nasıl oluşuyordan başlayıp, dünyayı kurtarmaya giden bir muhabbet diyarı.

Meydan’da geç saatlere kadar dolu kalan mekan Mavi Bar , işte bu sohbetlerin bolca yaşandığı, Kaş ?ın sembol yerlerinden biri . Hemen karşısında ise insanların sıra sıra oturduğu, epey uzun, beton duvardan oluşma bir kaldırım var. Gelip geçen seyrediliyor bu Beton Bar’dan!

Emre Tanrıverdi ile Beton Bar’da oturuyoruz geçen gece. Ben etrafı gözlemlerken, o elinde ufak deftere bir şeyler çiziyor. Birden içimdeki velet muzurluk yapmalısın deyince, alıp Emre’nin kafasındaki şapkayı, ters çevirip koyuyorum önüme.

Evet, bir dilenci oluyorum aniden!

Laf kalabalığı yapıyor ve sataşıyorum yoldan geçenlere:

– Bir bira için, bir lira atsan!

– Her şey çok güzel olacak, var mı bozuk paran?

– Şu şapkaya bir iki lira atman lazım, valla bak!

– Bak çocuk çiziyor işte [kimse Emre’nin ne karaladığını görmese de!], vardır bozuk para sende!

– Vallahi yok bozuk param diyenlere; sen kağıt para ver, bozarız abi! [Gerçekten bir kişiye bozduk da!]

Yukarıda gördüğünüz resim de, başta biraz utanan, sonra da eğlenmeye karar veren Emre’nin ben dilencilik yaparken çizdiği resim. Gecenin anısına!

İlk bir lirayı atan kişiyi kucaklayıp öpesim var! Yapmıyorum.

On kuruş atan da var, 2 lira da. İlk yarım saat sonunda göz ucuyla şapkadaki paraları sayıyorum; On Lira’yı geçmişiz!

Hemen yanımızda midye satan çocuk hafif imrenen, daha çoksa kızan gözlerle bizi izliyor. Ondan da para istiyorum, daha siftahım yok be abi diyor!

Bazen bakışlar, bazense ağızdan çıkanlar bir şeyler anlatıyor:

– Ne alaka, neden para vereyim ki?

– Benim resmimi bile yapmıyorsunuz!

– Vay anasına, bu kadar parayı şimdi mi topladınız?

– Abi bu yaptığına inanamıyorum, sen gerçekten kafayı yemişin!

Aşağılayan, küçümseyen bakışları ise görmüyorum bile. Ve o kadar plansız gelişiyor ki her şey, para vermeden geçenlere “ beni REDDettin ” kartı vermek aklıma dahi gelmiyor. Ancak hiçbir şey deli gibi eğlenmeme ve yeni şeyler öğrenmeme engel olmuyor:

– Kendileri somurtsa da, insanlar eğlenen, gülen birilerini görünce yüz ifadesi yumuşuyor.

– Değişik bir şeyle karşılaşınca çoğunluk hemen karar verme ihtiyacı hissediyor: Ne salakça veya ne güzel. [Birini seçsin ki rahatlasın!]

– Merak edenler yanımıza oturup olayı bizle yaşıyor, eğlenceye dahil oluyor. Hatta fikir verenler bile çıkıyor; öyle değil böyle yaparsan daha çok para toplarsın!

En sarsıcı deneyim ise, Mavi Bar’da tek başına bir masadan bizi dikkatlice izleyen 55 yaşlarındaki bir adamdan geliyor. Elini cüzdanına atıp ağır adımlarla yaklaşırken Emre’yi dürtdüğümü hatırlıyorum: Olm zengin olduk!

Amca On Lira atıyor şapkaya… Bu, tek seferde aldığımız en yüksek tutar ve üstelik bu bir kağıt para! Çak abi diyor ve çarpıştırıyoruz yumrukları. Asıl şaşırtıcı olansa yanıma oturup, bir şey sorabilir miyim demesi. Tabi ki diyorum ve ilişiyor yanıma.

– Seni duvara oturduğun andan beri izliyorum. Nasıl oluyor da bu kadar gülebiliyor ve eğlenebiliyorsun?

– Gülmek zor değil ki abim. Somurtmak ve etrafındaki onca güzelliği görmemek zor olan.

– Ama nasıl beceriyorsun?

– Her şeye basit bakarak ve içimdeki veleti dinleyerek. O hep gülmek, oynamak ve mutlu olmak istiyor. Rahat bıraktım ben de onu.

– Bak ben şu [isim vermesem iyi olur] Holding’in sahibinin oğluyum. Ve senin kadar mutlu değilim!

– Para değil ki mutluluğun anahtarı. Önce sağlık. Sonra hayata basit bakmak, basit yaşamak ve içindeki çocuğu biraz olsun rahat bırakmak. Ha bir de bu aralar kimseden bir şey beklememeyi öğrenmeye çalışıyorum. Sen mesela abim, bardasın ancak yalnız oturuyorsun, neden birilerinin arasına karışmıyorsun?

– Uzun zamandır görmediğim kızımla geldim esasında Kaş’a. Odasında o.

– Şu anda neden yanında olmadığının cevabı da sende olmalı o zaman. Her ne ise o neden, değer mi abim?

– [sessizlik…]

– Bu arada ilk kağıt paramızı verdin abim, sağol.

– [Kocaman bir gülümseme beliriyor yüzünde]

– Gülmek çok yakışıyor abicim sana.

– Al sana kartım. Her ne zaman, nerede bir şeye ihtiyacın olursa bana bir telefon etmen yeterli.

– Sağol abim. Benim senden tek isteğim; bu hayatta en önemli varlığın önce ‘sen’ olduğunu ve mutlu olmanın da basit şeylerde olduğunu hatırlatman hep kendine. Başka da bir isteğim olmaz senden.

– Seni bir daha görmek isterim.

– İnşallah abim.

İki saatlik dilencilik sırasında bize ısmarlanan üç birayla birlikte toplam 50 TL hasılat yapmak keyifliydi keyifli olmasına da, asıl yaşattığı deneyimdi tadından yenmeyen.

Fazla değil, bundan beş sene öncesine kadar o kocaman masalarda oturup kendini bir bok sanan Tunç, kaybedecek çok şey var korkusuyla bir ömür harcıyordu az kalsın.

Kendini bir şey sanmazsan, kaybedecek şeyin de olmuyor.