Kilis’in Körler Çarşısı

TÜRKİYE CUMHURİYETİ’NİN İLK ZAMANLARINDA, ÇOK CİDDİ YOKLUK VE İMKÂNSIZLIKLARA RAĞMEN, TÜM ÜLKE YÜZEYİNDE ÇOK BAŞARILI VE SIKI BİR TRAHOMLA MÜCADELE PROGRAMI YÜRÜTÜLEREK, BU HASTALIĞIN KÖKÜNÜN KAZINMASININ SAĞLANMASI, BAŞLI BAŞINA GENÇ CUMHURİYET’İN ÖNEMLİ BAŞARI ÖYKÜLERİNDEN BİRİSİ OLMUŞTUR.

Trahom, iki bin yıl öncesinin arkeoloji kayıtlarında ve Yunan hekimlerin yazıtlarında
mevcut olan, insanlığın tanıdığı en eski hastalıklardan birisidir. Ayrıca, Çin ve Mısır papirüslerinde de trahoma ait kayıtlara rastlanmıştır. Trahom hastalığının tarihte en yaygın olduğu yer Nil Nehri vadisi olduğu için bu hastalığa “Mısır Göz Hastalığı” da deniyordu. Buna ek olarak, “göz uyuzu” gibi isimler de verilmişti. Trahom isminin kaynağı olan trachos sözcüğü pürtük anlamına gelir. Trahom hastalığında da özellikle üst kapak konjonktivasında başlayan kabartılı folliküller sonradan skarlaşır. Böylece, şiddetli gözyaşı yetersizliği, kapakların sürtünmesi ile korneanın tutulumu, damarlanma ve pannus diye anılan
bulanıklık gelişimi ortaya çıkar. Hasta acılar içinde görme kaybı yaşar ve genç yaşlardan itibaren toplumsal yaşamın ve çalışma ortamının dışında kalır. Trahom hastalığına neden olan Chlamydia Trachomatis, Ludwig Halberstaedter ve Stanislaus Von Prowazek adlı araştırmacılar tarafından 1909 yılında tanımlanmıştır. Tedavisi ise sonraki yıllarda antibiyotiklerin geliştirilmesi ile sağlanmıştır. Hastalığın bulaşmasında, hijyen yetersizliği, karasinekler ya da insanlar arasındaki direkt temas rol oynamaktadır. Trahom günümüzde
de birçok ülkenin önemli sağlık sorunlarından birisidir. 2002’de Dünya
Sağlık Teşkilatı rakamlarına göre, dünyada 1,5 milyar trahom hastası vardı. Ancak, GET2020 programı ile trahom 2019 yılında 142 milyon düzeyine kadar geriletilmiştir.

TRAHOM ANADOLU TOPRAKLARINA YAYILIYOR

Anadolu topraklarında trahom hastalığının bu kadar yaygınlaşmasının esas nedeninin, Mısır Valisi Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın oğlu İbrahim Paşa’nın Kilis’i işgal etmesi olduğu söylenir. Kütahya’ya kadar ilerleyen ve neredeyse Osmanlı Hanedanı için ciddi bir tehdit halini alan bu işgalin ilk duraklarından birisi Kilis olmuştur. O yıllarda, Mısır’dan gelen askerler, trahom hastalığını Kilis’e getirmiş ve ahaliye bulaştırmıştı. Daha sonra hastalık Kilis’te yaygınlaşmıştı. Askerler, Kilis’te 1832-1839 arasında yedi sene kalmıştı. Bu işgal sonrasında ise Kilis’in bir daha iflah olmadığına inanıldı. Trahom hastalığı Kilis’ten tüm Anadolu’ya sıçramıştı. Anadolu da çok uzun yıllar trahomun eziyetini ve cefasını çekmiş, binlerce insan bir türlü önü alınamayan bu salgınlar karşısında çaresiz kalmıştır.

Osmanlı’nın son dönemlerinde, Kilis–Adıyaman hattında nüfusun ezici bir çoğunluğunda trahom bulunması ve görme kaybının çok yaygın olması, toplumun kendi içinde bazı önlemler almaya çalıştığını göstermektedir. Yine o dönemlerde, “Otacı” ismi verilen halk hekimlerinin yaptığı ilaçlarla tedaviler yapılmaya çalışılırdı. Bu doğrultuda, en yaygın kullanılan trahom tedavisi; bazı ot tohumlarının lohusa şekeriyle karıştırılıp ezilmesiyle toz haline getirilmesi ve tülbentten süzülerek göz kapağının altına konulup beklenmesiydi. Göz kapaklarının çevrilerek, lohusa şekerinin kanatılacak şekilde sürtülmesi veya göz kapaklarına tükürük konulup kapatılması da uygulanan tedavi yöntemleri arasındaydı.

HASTALAR TOPLUMA KAZANDIRILIYOR

Görmesini kaybeden çoğu genç, eğitim ve toplumsal faaliyetlerin dışında kaldıkları için toplum tarafından o zamanın rehabilitasyon usullerine göre yönlendirilmekteydi. Bu gençlerin çoğu, ünlü hafızların yanına verilirdi, Kur’anı ezberler, mevlit v ilahiler okumayı öğrenirdi. Trahom hastası gençler, doğumdan cenazeye, sünnetten mevlitlere kadar pek çok
günlerde, ezberlerinden okudukları metinlerle hem saygı görür hem de gelir temin ederdi. Sesi çok güzel olan ve müzik kulağı bulunan gençler hem eğiticilik görevi yaparlar hem de düğünlerde ve özel günlerde şarkı, türkü seslendirirlerdi. Bu durum, toplumun kendi içinde bulduğu ve görmesini kaybetmiş gençler için yarattığı olağanüstü bir rehabilitasyon ve topluma kazandırma uygulaması olarak görülebilir. Adıyaman bölgesi
başta olmak üzere, hafızların hemen hepsinin görme engelli olması nedeni ile “kör hafız” lakabı yaygınlaşmıştı. Birisine “hafız” diye hitap edilmesi, onun görme engelli olduğunu da
anlatırdı. Bu durum hem o kişinin engelini zikretmeyi önler, hem de sessiz bir pozitif ayrımcılığa işaret ederdi. Zira bu alan, sanki toplumsal uzlaşı ile görmesini kaybetmiş gençlere ve bireylere ayrılmış bir koruma alanıydı ve sanki görmesi iyi olanlara sessizce sınırlandırılmış; toplumun kendiliğinden yarattığı olağanüstü bir pozitif ayrımcılık uygulamasıydı.

AKDİRE ŞAYAN YAŞAMA SAVAŞI

Kilis’te, geçmişte “Körler Çarşısı” olarak isimlendirilen ve Arasa Çarşısı’ndaki Alacacı Camii ile Bedesten arasındaki bölümde yer alan Zembilciler Pazarı’nda, görmesini kaybetmiş kişiler, toplu halde zembil üretirlerdi. Buradan geçenlerin anlattıklarına göre, görmesini kaybetmiş kişiler çok güzel sesleri ile seslendirdikleri şarkılar, türküler eşliğinde saz bitkisinden zembiller, şilifler ve urganlar yapardı. O dönemde, tarıma dayalı imalat sektörünün bir parçası olan görmesini kaybetmiş bu insanlar, yağ sanayinde kullanılan filtrelerden bahçelerde, hamamlarda ve külhanlarda kullanılan zembillere, kuyularda kullanılan urganlara kadar gerçekleştirdikleri üretimle sanayiye çok büyük katkı sağlamışlardı. Bir uzvunu yitirmiş bu insanların, topluma yük olmadan kendi imkânları içinde nasıl yaşama savaşı verdiğini hatırlamamız çok anlamlı ve önemlidir.

GENÇ CUMHURİYET’İN BAŞARI ÖYKÜSÜ

Osmanlı İmparatorluğu’nda Dâhiliye Nezareti’ne bağlı Sıhhiye Müdüriyet-i Umumiyesi’nin istatistik ve yayımlarında trahom kelimesine rastlanmamıştır. Oysa hastalık, Anadolu’ya yüzyıllar önce yerleşmiş, özellikle güney ve doğu illerinin halkını kasıp kavuran sosyal bir felaket halini almıştı.

Türkiye’de trahom hastalığından ilk önce, 1924 yılında, ‘Sıhhat ve İçtimai Muavenet Vekaleti’nin Cumhuriyet İdaresi tarafından kurulmasıyla söz edilmeye başlandı ve aynı yıl trahomla mücadele etme kararı verildi. Yine o dönemin Sıhhat ve İçtimai Muavenet Vekili Dr. Refik Saydam, çeşitli vilayet hastanelerinin göz servislerinden konu ile ilgili bilgi almış, Ankara Numune Hastanesi Göz Doktoru Vefik Hüsnü Bulat’ı üç aylığına Güney Doğu Anadolu ve Orta Anadolu’ya tetkik yapması için göndermişti. Dr. Bulat bölgedeki okul, hapishane ve çarşılarda yapmış olduğu kısmi tarama ve inceleme sonucunu içeren raporu 1927 yılında Ankara’da toplanan II. Milli Türk Tıp Kongresi’nde sunmuştu. Kongrede Cerrahpaşa Hastanesi Göz Doktoru Hayri Hakkı, 1928 yılında konuya ilişkin görüşünü, “Esasen trahom bilhassa iptidai ve fena şartlarda yaşayan insanların hastalığıdır. Hayatları tarzı iptidai şekilden medeni şekle giren aileler de yavaş yavaş hastalıkların daha az vahamet göstereceği ve o ailenin neslinin tedricen trahomdan kurtarıldığı müşahede edilmiştir.” diyerek açıklamış ve trahomla mücadelenin sefaletle mücadele demek olduğunun altını çizmişti. 1930 yılında Sıhhat ve İçtimai Muavenet Vekili Refik Saydam,
Urfa, Besni, Gaziantep, Maraş, Malatya, Mardin, Diyarbakır, Siirt, Cebelibereket, Adana, Muş ve Van’da trahoma hastalığının yoğun olarak görüldüğünü ifade etmişti. Saydam, bazı yerlerde halkın yüzde 90’ına yakınının bu hastalığa yakalandığını da belirtmişti. Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk zamanlarında, çok ciddi yokluk ve imkansızlıklara rağmen, tüm ülke
yüzeyinde çok başarılı ve sıkı bir trahomla mücadele programı yürüterek, bu hastalığın kökünün kazınmasının sağlanması, başlı başına Genç Cumhuriyet’in önemli başarı
öykülerinden birisi olmuştur. Bazı bölgelerde yüzde 90’lık nüfus kesimini etkileyen, insanların ızdırap içinde, eğitim, toplumsal etkinlik ve ekonomik yaşamın dışında kalmasına yol açan trahom hastalığının bir salgın olmaktan çıkarılıp, kontrol altına alınıp, hızla
ortadan kaldırılması, müthiş bir sağlık seferberliği ve başarısıdır. 1930’lu yıllarda, halk tarafından “devlet şişesi” olarak adlandırılan gümüş nitrat çözeltisini ve bilgilendirme broşürlerini tüm ülkeye ücretsiz dağıtan, bazı köylere sinema makinaları ve filmlerle eğitim veren, 16 trahom hastanesi ve 39 trahom dispanseri ile çok sayıda seyyar ekiple at sırtında dağ taş trahom tedavisi ve kontrol hizmeti üreten, bir yandan hızla sağlık personeli yetiştirip bir yandan muhtarlarla ve öğretmenlerle işbirliği yaparak inanılmaz bir salgın
mücadelesi veren, Yıldız Sarayı’nın harem dairesini ve Boğaz’daki Beykoz Köşkü’nü bile trahomlu çocuklara tahsis eden genç Cumhuriyet Yönetimi, trahom savaşı konusunda inanılmazı başarmış ve dünyaya örnek olmuştur.

MİNNET DUYULMALI

Refik Saydam’dan Vefik Hüsnü Bulat’a, Hayri Hakkı’dan Niyazi Gözcü’ye, Nuri Fehmi’den Mahmut Işık, Saim Ali ve Mustafa Necati’ye kadar unutulmaz bir savaş veren yüzlerce sağlık ve eğitim görevlisine, bu alanda çaba ve emekleri için ne kadar minnet duysak azdır. Ama bu hususta en çok, Arap çöllerindeki mücadelesi sırasında bu hastalığı görüp, yarattığı yıkımı yakından yaşayan ve böyle bir sorunla baş etmeyi, kurduğu Cumhuriyet’in ilk işlerinden ve hedeflerinden birisi olarak ortaya koyan büyük önder Kemal Atatürk’e sonsuz
minnettarlığımız olmalıdır.


YARARLANILAN KAYNAKLAR:
1. Kiliste Halk Tebabeti ve Körler Çarşısı. Kilis Kültür Derneği Yayınları no: 9 Ankara 1993.
2. Dr. Nuri Fehmi, Trahom Halk Kitabı, İstanbul Kader Matbaası, 1930.
3. Dr. Mahmut Işık, Trahom, T.C.SSYB Yayınlarından no: 330. Ankara, 1968.
4. H. Kadircan Keskinbora, Atatürk Döneminde Trahomla Mücadele Tarihçesine Bakış”, Atatürk Dönemi Sağlık Kongresi, (1920-1938) Bildiriler, Ege Üniversitesi Basımevi, İzmir, 2009, s. 418-419.
5. Philips Thygeson, Trahom Atlası. Çev. Dr. Mahmut Işık. Çam Matbaa- 1973.
6. A.Cuenod ve R. Nataf, Trahom, Çev. Dr. Murad Rami Aydın, İstanbul Devlet Basımevi, 1938
7. Sadet Altay, Bulaşıcı ve Müzmin Bir Sosyal Afet: Cumhuriyet’in İlk Yıllarında Trahom Hastalığı ve Mücadele Çalışmaları (1924-1938). CTAD, Yıl:12, Sayı 23 (Bahar 2016), s. 167-211.
8. Sevilay Özer, Türkiye’de trahomla mücadele (1925-1945) .Ankara Üniversitesi Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü Atatürk Yolu Dergisi. S 54, Bahar2014, s.121-152.
9. İnci HOT, Ülkemizde Trahom İle Mücadele, Türkiye Klinikleri J Med Ethics. 2003;11(1):22-9.
10. Hamdi Doğan: Cumhuriyet Döneminde Adıyaman ve Besni’de Trahom (1925-1975) Gaziantep University Journal of Social Sciences,16 (2), 461-489. DOI: 10,21547/jss.292366