Kör Uçuş’la olağanüstü bir yaşama bakış

Bir gencin yüksek Miyopiyle başlayan talihsiz yaşamı ışığı takip etti. Çevresine hem olağanüstü aydınlık saçtı hem de dev gibi bir yüreğin, inanılmaz azmin, tutkunun ve yaşam sevincinin neleri başarabileceğini göstererek, hepimize muhteşem bir örnek oluşturdu.

İzmir’de düzenlenen TOD’un gece toplantısına Prof. Dr. Pınar Aydın ve Prof. Dr. Yankı Yazgan konuk olarak katıldılar. Her ikisi de hekim ve hasta ilişkileri hakkında yaptıkları müthiş güzel konuşmalar ile bize büyük keyif verdiler.

Prof. Dr. Yazgan, konuşmasında, “Kör Uçuş” isimli kitaptan iki fotoğraf gösterdi. Fotoğraflardan birisinde pırıl pırıl 10 yaşlarında gözlüklü, muhtemel ki yüksek miyop olan ve mandolin çalan bir çocuk vardı. İkinci fotoğrafta ise aynı çocuk mandolin çalıyor, ama gözlerinde siyah, yanları bile kaplı bir gözlük göze çarpıyordu. Belli ki fotofobiye sahipti. Ameliyat olmuş, ama muhtemelen hipotoni ve kornea sorunları nedeniyle ışığa aşırı duyarlıydı.

O YILLARDA AMELİYATLAR NASIL YAPILIYORDU?
Yazar, “Kör Uçuş” isimli kitabında miyopi hastası olarak gerçekleştirdiği olağanüstü yaşam mücadelesini anlatıyor.1 Kitabın başlangıcındaki bir bölüm çok ilgimi çekti:

“1939 Nisanı’nın ilk günleriydi. İki ayı aşkın bir süredir yattığım Cerrahpaşa Hastanesi‘nden taburcu olmuş, annemin kolunda çıkıyordum. Ne var ki bu çıkış hastaneye gelirken geride bıraktığım yaşantıma dönüş değildi. Allahaısmarladık bile diyemeden ayrıldığım sınıfıma, kitaplarıma, defterlerime ve de aydınlığa geri dönmüyordum. Yarım kalan oracıkta yarım kalmıştı. Yeni bir yola çıkıştı bu: Kör uçuş başlıyordu. Henüz on bir yaşındaydım, şimdi nasıl oldu da anımsayamam; ama gerçeği kavramıştım, kavramakla kalmamış “kabullenmiştim”. Gözyaşı dökmeden, hırçınlaşmadan, ‘ileride bir gün yeni bir ameliyatla körlükten kurtulurum’ diye içimde boş umutlar besleyerek oyalanmadan kabullenmiştim.”

Kitabı başından sonuna tekrar hızla okuyup, tarıyorum. Yazarın Cerrahpaşa Hastanesi’nde yattığı dönemle, özellikle de hekimlerle ilgili daha ayrıntılı bir bilgi bulamıyorum. O tarihte, “bu gencin tedavisini kim yaptı acaba?” diyerek, dalıp gidiyorum.

Konuya yönelik yaptığım araştırmada incelediğim Prof. Dr. Gülhan Slem’in “Oftalmoloji Tarihi” kitabında, “1879’da doğan, Ord. Prof. Joseph Igersheimer, 54 yaşında Frankfurt’tan İstanbul’a gelmiştir” deniliyor.2 “O halde 1933’te gelmiş olmalı ve tedavi bir ihtimalle Prof. Igersheimer tarafından yapılmış olmalı” diye düşünüyorum.

Bu düşüncemi, Doğan Cüceloğlu’nun kitabının doğruladığına tanık oluyorum. Kör Uçuş kitabının yazarının, Doğan Cüceloğlu ile konuşmasında o dönemden bahsettiğini öğreniyorum3.  Kitapta yazarın şu ifadelerine yer veriliyor.

“Doktorların dediğine göre çarpmadan olmuş bu. İki türlü çarpma geçirdim ben. Biri ayağımı dayamıştım sandalyeye, bağcığımı bağlarken sandalye geldi, gözlerimin üstüne vurdu. Sonra, İncirliova’da pideci fırınına uğradık, çocukluk bu ya, kapıdan değil de ‘dışarı duvara çıkıp oradan atlayıp gireyim’ dedim. Bir kepenk varmış yukarıda, atlamak için ayağa kalkınca çok şiddetli vurdum başımı. Fakat biz bu olayları o zaman çok büyütmedik. İstanbul’a gittiğim zaman Almanya’dan Türkiye’ye gelmek zorunda kalan Alman bir Göz hekimi vardı sanırım, adı Igersheimer idi, dedi ki “bir çarpma geçirdiniz mi iki üç ay önce?” Ben bunları O’na söyledim. Bu çarpmalar nedeniyle olabileceğini söyledi. Retina yırtılması çünkü. Gözüm miyoptu ve zayıftı. O zamanlar göz içine girip elektrik kontağı ile yırtılan retinayı kaynatmaya çalışmak yeni bir yöntem. O Alman doktor bu yöntemi bana uyguladı ve yırtılan parçaları kaynatmaya çalıştı. Benimki bir parça tuttu. Bir ay kadar sırtüstü yatırdılar. Ondan sonra açtılar, biraz gördüm, ama yine nüksetti. Bir ameliyat daha yaptılar, sonra ikincisini yaptılar ama olmadı. O zaman bunlar yeni denenen yöntemlerdi. Şimdi lazerle gayet basit bir işlem olarak yapılıyor. İki buçuk ay kadar hastanede yatmak zorunda kaldım…”

IGERSHEIMER ESAT OFTALMOSKOPU KULLANDI MI ?

Yazar, kitabında dejeneratif miyopiyi ve buna bağlı retina yırtığı gelişimini, travmanın etiyopatojenezdeki yerini ve tedavisini çok net olarak anlatıyor. O zaman, yırtıklara, sklera üzerinden muhtemelen yanık yapılmaktaydı. Nasıl yapıldığını ancak tahmin edebiliriz: Binoküler endirekt yöntemi henüz kullanılmıyordu. Çünkü, binoküler indirekt oftalmoskopun ilk formu Charles Schepens tarafından 1947’de takdim edildi.4 Bu tarihten önce, direkt oftalmoskoplar ile fundusa bakılarak yırtık bölgesi asistanın da yardımı ile tespit edilmeye çalışılırdı. Bazı yerlerde, ortası delik konkav aynayla da görülmeye çalışılırdı. Bu yöntemin ilk modelini Ruete 1852’de yapmıştı. Daha sonra, bunun farklı modeli olan Emraz-ı Ayniyye Mütehassıs-ı Esat Bey ‘in yaptığı ve İstanbul’da Johann Poluka firması tarafından yapılarak tüm dünyaya satılan Esat Oftalmoskopu’nu bizim kuşaktaki doktorlar bile yıllarca kullandı.5,6 Ayrıca, çöktürme cerrahisi de yoktu. Dolayısıyla, kitabın yazarına yapılmış olan ameliyat; Gonin tarafından tarif edilen ve direkt oftalmoskopla ya da Esat tipi oftalmoskopla subretinal sıvının en kabarık olduğu yeri tahmin edip oradan boşaltıcı kesi yapıp, delik bölgesine de yanık yapacak şekilde kızgın bir iğne tatbikinden ibarettir ki buna “ignipuncture” denilmekteydi.7 Igersheimer’in Esat Oftalmoskopunu kullanıp kullanmadığını bilmiyoruz.

Bu işlem yapıldıktan sonra, hastanın sırtüstü yaklaşık 2 ay kadar yatırılması öngörülür ve bunun için de baş pozisyonunda hareketsizliği sağlamak için kum torbaları ile desteklenmeye çalışılırdı. Yazar, 11 yaşında iken dahi kendisi için yapılanların çok olağanüstü olduğu kanısında olmalı ki kitabında ne ameliyatla ne de yapan doktorla ilgili bir değerlendirme yapmış.

Kitabın yazarının bahsettiği ameliyat türü ve sonrasındaki yatış pozisyonu, klasik Gonin tarifine uyuyor. Bu cerrahide başarı yaklaşık yüzde 5 dolayındaydı. Nitekim, iki kere daha ameliyat edilmiş olduğunu bildiren yazarın, iki taraflı sorun yaşaması ve öncesinde az gören bir miyop olması, dejeneratif miyopiye denk geliyor. Muhtemelen de yazara iki kez daha boşaltıcı işlem ve “ignupuncture” yapılmış olabilir. İlerleyen dönemde, muhtemelen PVR’ın geliştiği ve o zamanki cerrahi endikasyonlara göre inop hale geldiği düşünülebilir. Zira tekrarlayan ve ağır olabilen yanıkların da PVR‘ı kolaylaştırdığını biliyoruz. Kitapta yazarın eşi Tülay Hanım’ın “şimdi olsa düzelirdi “ ifadesi elbette doğru. Zira aradan geçen 75 yıllık dönemde, dekolman cerrahisinin kaydettiği gelişmeler gerçekten olağanüstü.

IGERSHEIMER’İN AYRILIŞI

Igersheimer nasıl ki Nazi rejimi tarafından Frankfurt Üniversitesi’nden uzaklaştırılmış ve Atatürk’ün girişimleri ile Türkiye’ye gelmiş ve ilk dekolman ameliyatlarını yapmış ise yine Nazi rejiminin dolaylı baskılarına bağlı olarak 1939 yılının kasım ayında, arkasında yetiştirdiği çok sayıda öğrencisini bırakarak ülkemizden ayrılmıştır.8 Yaşamının sonrasını Boston’da Tuft Üniversitesinde geçirmiş, Boston’un Birleşik Amerika’daki önemli retina cerrahisi merkezlerinden birisi olmasına katkıda bulunmuştur. Tıpkı Schepens’in de Belçika’da Gestapodan kaçışla başlayan yolculuğunun Fransa ve İngiltere üzerinden Boston’da, Harvard’a sonlanması ve orada retina cerrahisine yaptığı öncülük gibi…

OLAĞANÜSTÜ YAŞAM MÜCADELESİ

On bir yaşına kadar görerek yaşamını sürdüren ve fakat daha sonra görmesini kaybeden yazar, hayata bu şekilde uyum sağlamaya çalışırken daha sonra, Braille alfabesini öğreniyor. Ama bu süreç başlangıçta çok meşakkatli ve umut kırıcı oluyor. Yazar bu dönemi şöyle anlatıyor:

“Zaman yitirmeden derslere başlamak için (İzmir Karşıyaka Alaybey’deki) Şemsettin Bey’in evine gittik. Karısı Emsal Hanım ile birlikte bizi içtenlikle ve sıcak bir sevgiyle karşıladılar. Tokalaştığım sırada ellerinin iriliğinden, parmaklarının kalınlığından ve sesinden iri kıyım bir adam belliydi. Bas sessiyle, ‘gel bakalım evlat şu sayfayı parmaklarınla yokla’ dedi ve elimi tutup önündeki sehpa üzerinde bulunan bir karton parçasının üzerine bıraktı. Parmaklarımla yoklamaya başladım: Karton sayfanın yüzeyi küçük kabarcıklarla doluydu ama harfe benzer hiçbir biçime rastlayamıyordum. ‘Hiçbir şey fark edemiyorum, belli belirsiz bir sürü kabartma noktalar var’ dedim. Şemsettin Bey, ‘Senin belirsiz o kabartma noktalar var ya, işte onlar benim elime bakla taneleri gibi iri geliyor’ demez mi! O anda öyle bir karamsarlık duydum ki anlatamam. Sanki başımdan aşağı kaynar sular döküldü. Oramda buramda kaşıntılar duymaya başladım.”

Daha sonra ise kitaptan yazarın bir yandan Braille ile yazı yazacak cetvellerin kullanılmasını öğrendiğini ve British Council tarafından yanlışlıkla getirtilen Braille daktilosunu kullanarak, duyduklarını tekrar okuyabilecek şekle sokmasını öğrendiğini anlıyoruz. Ayrıca, yazarın önceden biraz bildiği mandolinden, akordeon ve piyanoya geçerek, nerdeyse profesyonel ölçülerde müzik alanında kendini geliştirmesi, hemen bu talihsiz görme kaybı döneminin sonrasına rastlıyor. Bir yandan da kulaktan yoğun ve meşakkatli İngilizce öğrenme çabalarını sürdürüyor.

Yazar, yaşamının daha sonraki bölümüyle ilgili şu gelişmelere dikkat çekiyor: Savaş yıllarının yoklukları içinde tekrar okula dönüş, kısa zamanda orta ve lise diplomalarını çok iyi derecelerde alıp, nihayet 1948 yılında Ankara Hukuk Fakültesine ilk görmeyen öğrenci olarak kabul edilmesi ve sadece dinleyerek birincilikle bitirişi. Bir yandan Mithat Enç ile tanışıp, “Altı Nokta Körler Derneği”nin kuruluşuna katılması, bir yandan da Ankara Körler Okulu’nda öğretmenliğe başlayıp, Birleşmiş Milletler bursu ile İngiltere’ye ve daha sonra da Amerika ve çeşitli ülkelere gidişi. Nihayet, “World Council for the Walfare of the Blind”ın yönetimine Türkiye adına temsili katılım sağlamasıyla, Türkiye’nin ve dünyanın her yanındaki görme engellilere ücretsiz kabartma ve sesli kitap gönderen Türkiye Görme Özürlüler Kitaplığı TURGOK ‘un kurucularından olması. Öte yandan da eşi Tülay Hanım ile evlenerek, çocuklarını yetiştirmesi…

Eşi Tülay Yazgan ile yetiştirdiği dünya çapındaki iki psikiyatrist Yankı ve Çağrı Yazgan’ı da hatırlamak gerekiyor… İnanılmaz bir enerjiyle örülmüş bu olağanüstü yaşam serüveninin örnek ve azimli kahramanı Kör Uçuş’un yazarı Gültekin Yazgan’ı 2012 yılı başında kaybettik.

Prof. Dr. Süleyman Kaynak

Ophthalmology Life 2014 21. Sayı