Bazen böyle olur; son söyleyeceğinizi ilk önce söyler ve bunun rahatlığı ile arkasını getirirsiniz. Bugün bunu yapalım… Neoliberal daraltıcı ekonomi politikaları ile baskıcı, içe kapalı siyasi yapılar birbirini tamamlar. Bunlardan birisi bir yerde baş göstermişse diğer kardeşi bekleyin defterinizi dürmek için mutlaka gelecektir. Bu varsayım (hipotez) falan değildir; kanıtlanmış bir tezdir. Dikkat edin; ne zaman Türkiye’nin demokratikleşmesi, barış gibi süreçler hızlansa ekonomide daha rahatlatıcı, genişlemeci adımlar arka arkaya gelmeye başlıyor.
Ekonomi bürokratları büyümeden korkmuyorlar, bunu olumlu bir gösterge olarak yorumlayıp yetersiz bile buluyorlar. Faizler düşüyor, kur-dışarıya bağlı olarak- yükselse bile, döviz borcu olanlar için bile korkutucu olmuyor. Otomobil satışlarının artmasını kimse çıkıp; eyvah, cari açık diye anlatmıyor, tam aksine bu sektörün daha fazla istihdam ve ihracat yeteneği olduğu, kapasitelerin artması gerektiği konuşuluyor.
Ancakkk, ne zaman siyasette ‘şahinlerin’ günleri başlıyor; bu zamanlarda, ‘yeni Anayasa mı o artık çok zor, müzakere mi; bir sonraki bahara artık, darbeler her zaman suç olmayabilir, koşullar falan, eh askerde de bıçak kemiğe dayanmıştı’ klişeleri etrafta dolaşıyor. İşte bu zamanlarda ekonomideki söylemlere, yorumlara da bakın.
Büyümekten herkesin ödü kopar. Herkesi bir enflasyon korkusu sarar. Kendine güvensizlik, Batı’nın kendisini ve krizini abartma kol gezmeye başlar böyle zamanlarda. İpe sapa gelmez bir reyting kuruluşunun olumsuz bir raporu dillere pelesenk olur.
Böyle değil mi; hangi siyasi yanda olursanız olun böyle olmadığını bana söyleyebilir misiz?
O zaman ilk sözümüzü (tezimizi) tekrar söyleyelim: Ne zaman ekonomide daralalım demeye başlanırsa Türkiye’de, her zaman, demokratikleşme başka bahara kalmıştır. Ya da neoliberal iktisat politikaları ile baskıcı, içe kapalı siyasi yapı kardeştir.
Burada kesinlikle Erdem Başçı’nın geçen gün söylediklerine gönderme yapmıyorum.
Bu dönemde Merkez Bankası’nın enflasyon hedefinin önemli olduğunu ama geçmişte olduğu gibi, yalnız fiyat istikrarı çerçevesinde bir enflasyon hedeflemesinin yanlış bir yol olduğunu da yeri gelmişken söyleyelim. Erdem Başçı’nın söylediklerini kronik, ortodoks daraltıcı bir para politikasının
işareti gibi görmek zaten mümkün değil. Ama Türkiye’de hâlâ Washington Uzlaşısı zamanından kalma ve şimdi çoktan çöp olmuş neoliberal ezberlerin olduğunu da biliyorum. Açık söyleyeceğim; örneğin Durmuş Yılmaz, çok iyi bir merkez bankacıdır; ama şu günlerde söyledikleri beni çok korkutuyor. Türkiye’nin o yüksek faiz, gereksiz değerli TL ile dışarıya kaynak aktaran, sanayiyi vuran kısır günlerini hatırlatıyor.
Örneğin, 1994 ve 2001 krizleri öncesinde uygulanan kontrollü kur rejimlerinde, yüksek enflasyon problemini çözmek için, etkin olan politika maliye politikası olmalıydı. Çünkü yüksek enflasyon uzun yıllar boyunca verilen yüksek bütçe açıklarının birikimli etkisine dayanmaktaydı. Oysa hükümetler istikrara ulaşabilmek için vergi reformu ve etkin maliye politikasını uygulamak yerine enflasyonla mücadeleyi para politikası vasıtasıyla yürütmeyi tercih etmişlerdi. Çünkü etkin bir maliye politikası uygulayacak siyasi güçleri yoktu; asker vesayetinde aciz koalisyon hükümetleriydiler.
—————————-
Merkez Bankası ne zaman bağımsız oldu?
2008 krizine giden süreçte ise dalgalı kur rejimi içinde istikrarı sağlamak amacıyla enflasyon hedeflemesi uygulandı. Enflasyon hedeflemesi, aslında kısa vadeli (yüksek) faiz hedeflemesi idi.
Eğer, 2008 krizi öncesi kör bir enflasyon hedeflemesi değil de, (faiz ve kurun piyasada belirlendiği TCMB’sının yalnızca aktif bir para politikası çerçevesi uyguladığı ve böyle etkin olduğu) parasal hedefleme uygulanmış olsaydı, belki enflasyon oranları mevcut duruma göre daha yüksek olacak ancak 2008 krizi öncesinde oluşan yüksek cari açıklar ve özel sektörün yüksek dış borcu da gerçekleşmeyecekti. Dolayısıyla, dalgalı kur rejiminin en temel avantajı olan dış şoklara karşı korunma sağlanmış olacaktı.
Ama biz bunu ancak, 2011 başından itibaren-gecikerek- uyguladık. Yani o zamana değin Merkez Bankası gerçek anlamda bağımsız değil; Washington Uzlaşısı çerçevesine bağlıydı. Bu da ekonomide ortodoks-daraltıcı bir anlayıştı ama bunun siyaseten tamamlayıcısı ise Türkiye’nin şimdilerde aşmaya çalıştığı baskıcı vesayet rejimi idi; artık burayı geçelim ve korkmayalım. Türkiye kendi yolunu buluyor.