Kur’an istemeyene kek yok

Oturmuşum bilgisayar başına…

Yapacak iş çok ama bende derman yok. Huzurum kaçık, hüznüm gözlerimden döküldü dökülecek… Neden ağlamamı tutuyorum bilmiyorum. Sanırım gözyaşlarımla bile uğraşamayacak kadar mutsuzum…

Sebep görünürde kızım… Aslında ben… Nefsim… Ya da doğru bildiğim yanlışlarım…

Uyku vakti gelmişti ve o an ona kıssa anlatma imkanım yoktu. Kur’an videosu açtık; birkaç gündür yaptığımız gibi… Fakat istemedi. “Kur’an istemiyorum.” diye tutturdu. İşi çok inada bindirmeden sustum ama Kur’an’ı da kapatmadım. Kendisi de sustu gibi ama arada Kur’an istemiyorum.” diye sızlanıyor.

Uyku saati çoktan geçmiş olmasına rağmen ne pişkinlik bu böyle! Tepemden aşağı kaynar sular dökülüyor onun yatakta sinirli sinirli kıvrandığını görünce. Öfkeliyim ama bu öfkemin kime olduğunu Allah bilir.

Bir dakika falan sonra “Anne kek yiyebilir miyim?” dedi. Yiyebilirsin, dedim sertçe. Yatağından kalkmadan, “Verir misin?” dedi. “Vermem! Kur’an dinlemek istemeyen kalksın kendi işini kendi yapsın!” dedim. Hayret ki sustu… Her zamanki gibi bir aksilik, “Hıh, vermezsen verme!” tarzı bir meydan okuma bekledim ama yok…

O döndü önüne, ben de işime… Uyumuyor ama az önceki hali de yok, ilginç… Öyle derin derin nefes alıyor. Arkasını dönmüş; arada nefesi kesik kesik geliyor. Kulak kabarttım… Hafif hafif burnunu da çekiyor sanki… Ağlıyor olamaz, çünkü ağladı mı en az iki ev ötedeki komşuya duyuracak kadar yükseltir sesini…

Anne yüreği ya işte, içime bir merhamet doluverdi. “Tatlım, ne yapıyorsun?” dedim, ses yok. “Gelir misin yanıma?” dedim müşfik bir sesle; omuz silkeledi. Yanımızla kucağımız aynı şey değil çocuk düşünüşünde. Bu defa “Gel bakalım kucağıma…” dedim. Bir kıpırdanış… Doğru yoldayım. “Gel de seni biraz öpüp seveyim.” deyince kalktı. Yüzünü bana döndüğünde onun ilk kez sessizce ağladığını gördüm.

İnce bir çizgi halinde sol gözünden gözyaşı çenesine kadar inmişti. Ama sesi hiç çıkmamıştı. Sevdim, öptüm. Sonra samimiyetime güvendi, kek istedi; kek de verdim. Ben kek vermek için kalkınca yine gözleri dolu dolu oldu. “Neden ağlıyorsun, ne oldu bir tanem?” dedim. “Sen az önce kek vermem demiştin ya… O geldi aklıma.” dedi.

“Tamam, üzülme artık. Benim minik Müslümanımsın sen. Kur’an’ı seversin. Ben seni yanlış anlamışım ömrüm! Senin bir suçun yok.” dedim. Oturdum yanına… Sustum… Ve içimden devam ettim:

“Senin bir suçun yok… Sen bebekken çok uzun uyuduğun için, Kur’an bir uyku aracı sanma diye sana uyurken Kur’an dinletmedim. Kur’an’la uyan, diril, ayağa kalk diye, Kur’an’la uyuyan biz Müslümanlar gibi olma diye hep sen uyandığın zaman açtım Kur’an’ı…

Sen sonra konuşmayı öğrendin. Sürekli sorular, sorular, konuşmalar… Bu defa da A’raf suresi 204. ayete dayanarak “ Kur’an okunurken konuşulmaz.” diyerek sana Kur’an dinletmedim. Ne vardı o günler geri gelseydi de senin konuşmalarına, sorularına rağmen Kur’an açsa idim.

Kur’an’ı kendim açıp okuduğum zaman sen elimden çekme diye dikkat çekmeden okumaya çalıştım. Küçük boyuttaki Kur’an-ı Kerim’i saklayarak okudum mesela… Kısık sesle… Evdeki 10’a yakın Kur’an’dan hangisini elime alsam, sen isterdin. Hatta a ynı Kur’an’dan iki tane olmasına rağmen sen ikisini de ele geçirmek isterdin. İkisini de eline alana kadar asla peşimi bırakmazdın.

Bırakmasaydın, ne olurdu sanki? Sana Kur’an’ı sevdirmek için tavana tutunup yine okuyabilmeliydim o Kur’an’ı… Kaldı ki ezberimdekileri okusam bile senin gibi minicik bir yavrucağa bir hayli yeterdi.

Sonra şu küfürbaz ve kavgacı komşu… Bir tarafta Kur’an, bir tarafta ağza alınmayacak küfürler olmaz diyerek ezgi açtım, dualı ninni açtım, komşunun da sesini bastırmak için neredeyse bir buçuk yıl evi müzik sesiyle doldurdum. Gerçi şimdi olsa herhalde yine o şartlarda Kur’an sesi açmazdım ya, neyse…

Bütün bu olumsuzluklara rağmen birkaç küçük sureyi tamamen ve birkaç uzun sureyi de kısmen ezberledin. Demek ki sen temizsin, güzelsin, Kur’an’ı seversin.

Hasılı bebeğim… Suçlu arıyorsak, o suçlu benim! Keki ve hizmeti hak etmeyen biri varsa o da benim…”

İşte böyle değerli okur…

Şeytan sağdan yaklaşır, soldan yaklaşır, nerede açık var bulur yaklaşır da, insanı ve neslini Allah’tan, Kur’an’dan uzaklaştırır.

“Aman saygılı ol!” der Kur’an’ı en tepeye kaldırtır. “Aman oturduğun veya yattığın odada olmasın!” der, uzağa göndertir. Tozlanmasın diye bir kılıf yaptırtır.

Çocuklar eline alıp yıpratmasın diye kışkırtır. Çocuklar Kur’an’a dokundukları andan itibaren ya “Yıpratma ha!” ya da “Hadi artık bırak onu!” ikazlarına muhatap olur. Neticede her Kur’an gördüğünde aklına anne-babasının ihtarları ve çatık kaşları gelen bir çocuk profili çıkar ortaya…

Kaş yapalım ama göz çıkarmadan… Hassasiyetlerimiz olsun ama hassas noktalarımız olan evlatlarımızın önünü kapatmadan…

Rabbim Kur’an âşığı nesiller bahşetsin cümlemize. Kur’an’ı baş tacı eden ancak göz ardı etmeyen nesiller… Kur’an’ın nurunda büyüyen, yürüyen, yaşayan ve ölen nesiller eylesin nesillerimizi…

Eklediğiniz bütün dualarla birlikte ‘âmîn’…

Sezgin Özbay