Kur’an’da mükellef insan iki şekilde ele alınır:
Kur’an’ın ana hedefi, sağlam inanca, doğru bilgiye, ahlaki değer, yükümlülük ve sorumluluğa dayanan bir toplum düzeni vücuda getirmektir.
İman, nefsin mutmain olması, korkunun giderilmesi ve kişinin güven içinde güvenmek, boyun eğmek, anlamlarına gelmektedir. İman, kalbin tasdiki, dilin ikrarı ve İslâm’ın esası olan davranışları yerine getirmektir. İnanç açısından Kur’ân’a göre “inandım” deyip de inanmayan ise, münafıktır.
Kur’an’a göre insanı inançsızlığa götüren hususlar şunlardır:
Salih amel “ Allah’a inanmanın gereği olarak, O’nun Kitabı’nda indirdiklerini davranışlarına yansıtarak, samimi ve güzel bir niyetle, O’nun rızasını gözeterek ferdin hem kendine ve hem de topluma hatta tüm insanlığa faydalı olacak eylemlerde bulunmasıdır” . Salahın zıddı olarak fesad ve talâh kelimeleri gösterilir. Fesad malı zorla almak, bir şeyin bozulması anlamlarına gelmek olup, itidali terk etmek demektir.
Asr suresi içerisinde iman ve salih amelin geçtiği ilk suredir ve iniş sırasına göre 13. sırada indirilmiştir: “Zamana and olsun ki, insan kesinlikle ziyandadır. Ancak inanıp yararlı iş yapanlar, birbirlerine doğruluktan (hak ve gerçekten) ayrılmamayı ve sabırlı olmayı tavsiye edenler hariç”.
“İman edip salih amel işleyenlere ne mutlu. Onların sonunda varacakları yer ne güzel” (Ra’d 13/29).
Kur’ân’da salih amelin çoğunlukla imandan hemen sonra zikredilmesi, amelle imanın birlikte bulunmalarının gereğine işaret eder. Sadece itikadi, nazari, vicdani bir din değil aynı zamanda bir hayat dini olan İslâm, inanılan ve düşünülen her iyi, güzel ve faydalı işin uygulama alanına konulmasını ister.
İyi ve kötü amellerin önemini Kur’ân’da bu davranışlarda bulunanlara vaad edilenlere bakarak ortaya koyabiliriz. Kötü davranışlarda bulunanlara dengi bir karşılık verileceği, iman edip salih amel işleyenlerle bir tutulamayacağı vurgulanırken; müminlerin kurtuluşlarının iman ve salih amel sayesinde olacağı ifade edilmektedir.
Nitekim ayetlerde şöyle denmektedir:
“Erkek veya kadın, mümin olarak salih amellerden işlerse, işte böyle kimseler cennete girerler ve zerre kadar onlara zulmedilmez”.
Sâlih kavramı Kur’an’ın önemle üzerinde durduğu bir kavramdır. İnancında, davranışlarında, yaşantısında, amelinde doğru olan demektir.
Muslih hem kendisi salih ameli yapan ve hem de bu işin yapılmasına yardımcı olandır.
Ailede karı-koca arasında doğabilecek anlaşmazlığın sonucunda aslında Kur’ân’da üç önemli aşama anlatılmaktadır.
Çocuğun dünyaya gelişinden sonra da Hz. Peygamber’in ifade ettiği gibi ilk görev olarak ona güzel bir isim koymaktır. Daha sonra, çocukların emzirilmesinden tutun da, buluğ çağına (ergenlik) erinceye kadar hemen her devrede, başta eğitim ve öğretim olmak üzere onlara karşı yapılması gereken hususlar, onların ıslahı demektir. Bu ıslah işinde, çocuklara Allah inancının verilmesi ve öğretilmesi başta olmak üzere dini bilgilerin de onun kavrayacağı bir dille anlatılması önem arz etmektedir.
İslam dini Cahiliye döneminde yetimlere yapılan haksızlıklar, malları için evlenme gibi olumsuzlukları önlemeye çalışmış ve bunun yerine onların topluma kazandırılmaları, haksızlıklara uğramalarını önlemek hedeflenmiştir.
“Eğer müminlerden iki grup (tâife) birbirleriyle savaşırlarsa, onların aralarını düzeltin. Şayet biri diğerine saldırıya devam ederse, Allah’ın emrine dönünceye kadar, saldıran tarafla savaşın. Allah’ın emrine dönerse, artık adaletle onların adaletle aralarını düzeltin ve adil olun ” ayeti bu ıslahı sağlamaya dönüktür.
Sulh, lügatte, barışmak anlamında bir isim olup, iki taraf arasında fesâd ve nizâyı ortadan kaldırıp, bu iki grubun aralarının iyi olması demektir ki, zıddı savaştır. Yine barış anlamını ifade eden ıslah ise, Kur’ân-ı Kerîm’de oldukça çok geçmektedir.
“Ey inananlar, hep birlikte barış içinde yaşayınız ve şeytanın peşine takılmayınız. Çünkü o, sizin apaçık düşmanınızdır”( Bakara, 2/208).