Düzenli olarak yapmaya çalıştığımız AçıkBeyin Yazarlar Toplantısında “Duman” ve “İki” kitaplarının yazarı ve Açık Beyinli dostum Bülent Göksal öyle bir şey söyledi ki deniz feneri görmüş ihtiyar gemici gibi göz bebeklerim büyüdü; “Şiddeti* önlemek için alınan tedbirlerin tamamı şiddetin tam kendisi olarak karşımıza çıkıyor”. Kadim inanışlarda Habil’in Kabil’i öldürmesiyle, biyolojik olarak ise muhtemelen hayvan özellikleri taşıyan ilk tek hücreli canlının diğer bir tek hücreli canlıyı enerji kaynağı olarak yemesiyle (fagosite etmesiyle) canlılar arası şiddet repertuvarımıza girmiş olabilir. Tek hücreli Habil başka bir tek hücreli olan Kabil’i gözünün yaşına bakmadan yedi ve şiddetin tarihi başladı. Tek hücreli Kabil’in soydaşları zaman içinde baktılar ki sürekli şiddete maruz kalmak, yem olmak, hayat haklarının ellerinden alınması soylarının tükenmesine sebep olacak ve tedbirler geliştirmeye başladılar. Kimileri korunmak için “zehir” üretti, kimileri “diken” üretti. Şiddete şiddetle karşılık verildi.
Habil ve Kabil’in insanları da benzer bir dönüşümden geçmiş olabilirler. Önce yem oldular, sonra bildiğimiz evrenin en gelişmiş silahını geliştirdiler; zekâ. Av olmaktan, şiddete maruz kalmaktan kurtulup şiddetin en büyük efendisi oldular. O kadar ustalaştılar ki kendi varlıklarını tehdit etmeye başladıklarında bir yol aradılar; şiddet kullanma ehliyetini bile isteye otoriteye devretme salahiyetini keşfettiler. Kabile, klan, derebeylikler, devletler ve imparatorluklar kırsal tabirle “pıtırak” gibi çıktı karşımıza. Tam anlamıyla kontrolsüz ve takip edilemez şiddetin yetkisini tek bir elde toplayabilme çabası. Kontrolsüz ve takip edilemez şiddeti kontrol altına almak, topluluklar halinde yaşama modelini seçen insan atalarımız için bir hayat memat meselesiydi belki de. Tek hücreli Habil’den miras aldığımız şiddet kullanma ehliyetimizi kendi isteğimizle bir kişiye, kuruma, kuruluşa, sisteme devrettik. Devredilmiş ehliyetimiz ise zamanla bize “kutsanmış şiddet”, “kabul edilebilir şiddet”, “yasal şiddet” ve “hukuk” gibi değişik rollerde geri geldi.
Şimdi size soruyorum; her hücremizden hayali sınırlarla birbirinden ayrılmış insan topluluklarına kadar geniş bir alana yayılmış olan, kabul edilmiş, kutsanmış, sözleşmelere bağlanmış, otoritenin değişik katmanlarına farklı derecelerde devredilmiş “şiddet ehliyeti” (James Bond filmlerindeki tabiri ile “00” yetkisi) hayatımıza bu kadar yön verirken “ŞİDDETSİZ” bir toplum oluşturma çabası anlaşılabilir bir şey midir? İnsan zihni bu kadar geniş bir şiddet repertuvarının işgaline maruz kalırken “iyi şiddetten” – “kötü şiddete” doğru bir sıralama bir tasnif yapma eğilimine girmek zorunda kalıyor. Tasnif ise kişinin keyfiyetine gittikçe daha çok bırakılıyor.
Şiddete karşı şiddetle tedbir alma ahlakının bu kadar kutsandığı bir medeniyette “şiddetsizleştirme” çabası ve kampanyaları biz sıradan insanlarda algı bozukluğuna ve anlam kaymalarına sebep oluyor. “Kadına Şiddet”, “Çocuğa Şiddet”, “Çalışana Şiddet”, “Doğaya Şiddet”, “Kendimize Şiddet” ve milyonlarcasını ortadan kaldırmak için seçtiğimiz “Eğitim” yolu başlı başına şiddet değil mi?
Medeniyet dediğimiz bu düzende bu kadar çok kabul edilmiş ve kanunlarla düzenlenmiş şiddet varken şiddete karşı mücadele** (ki “mücadele” bile şiddeti çağrıştırıyor) içselleştirilebilir veya uygulanabilir bir kavram değil gibi görünüyor. Mücadele kötülüğe ve kötüye karşı olmalıdır. Şimdi “Neyin kötü olduğuna kim karar verecek.” dediğinizi duyar gibiyim. Bir yerden başlamak lazım. En azından “kutsanmış şiddet” gibi “kutsanmış kötülük” evresine gelmeden bir yerlerden başlamalıyız. Bir insanın yaşam hakkını elinden almak, almaya çalışmak, yeltenmek, insan bütünlüğünün onur, haysiyet, umut ve mutluluk gibi parçalarına tümden ya da kısmen zarar vermek kötülüktür ve kutsanamaz. Kötülüğün kutsal, ahlaki, kabul edilebilir ya da kategorize edilebilir hali olmaz. “Kadına kötülük”, “çocuğa kötülük”, “hayvana kötülük”, “doğaya kötülük” gibi sınıflara ayırıp kimisini kabul edip, bazılarını hoş görüp, gerekli olanlarını koruyamazsınız. Kötülüğün sınıflandırmasını keyfiyete, aşka, inanca bırakamazsınız. Takım elbise giymiş kötülüğe, mesleki kötülüğe, kıskançlık kötülüğüne iyi halden indirim yapamazsınız.
Unutmayın, tüm dinler, kadim öğretiler, anlatılar, hikayeler, masallar, kanunlar kötülüğe karşıdır. Kötülüğün kutsiyet almasına karşı bir mücadeledir. “Kadına Şiddet” şiddet eylemine karşı koymakla ilgili değildir ve böyle oldukça önemsizleştirilip normalleştirme tehlikesi taşımaktadır. Konu; ister fiziki ister psikolojik olsun kadına, çocuğa, insana, canlıya karşı yapılan “kötülük” ile mücadeledir ve olmalıdır. Şiddet ehliyeti bir otoriteye devredilebilir ancak kötülük ve kötülük ehliyeti devredilemez, sahiplenemez, meşrulaştırılamaz ve en önemlisi normalleştirilemez.
Farkına varalım; “Kadına Şiddet” etiketi, “kabul edilebilir” seviyesine indirgenmiş diğer “Şiddet” etiketleriyle karşılaştırılıp “Normalleştirme” tehlikesini azami derecede taşımaktadır. Dilimizi değiştirelim Dünyamız değişmeye başlar. Yapılan “Kadına Kötülüktür” ve diğer tüm kötülükler kadar “Lanetlidir”.
* ~ Ar şidda ͭ شدّة [ #şdd msd.] sertlik, katılık, yoğunluk < Ar şadda شدّ sert ve katı idi, sertleşti, gerdi, kastı
Arapça şdd kökünden gelen şidda t شدّة “sertlik, katılık, yoğunluk” sözcüğünden alıntıdır. Arapça sözcük Arapça şadda شدّ “sert ve katı idi, sertleşti, gerdi, kastı” fiilinin masdarıdır.
** Arapça cdl kökünden gelen mucādala t مجادلة “tartışma, cedelleşme” sözcüğünden alıntıdır.
Kelime Kökeni
Arapça cdl kökünden gelen mucādala t مجادلة “tartışma, cedelleşme” sözcüğünden alıntıdır. Daha fazla bilgi için cidal maddesine bakınız.
Arapça cdl kökünden gelen cidāl جدال “çatışma, mücadele, tartışma” sözcüğünden alıntıdır. Arapça sözcük Arapça cadala جدل “burdu, ip ördü, kuvvetle gerdi” fiilinin mastarıdır. (NOT: Bu sözcük İbranice ve Aramice/Süryanice #gdl גדל “1. ip bükme, örme, 2. güçlenme, güç gösterme” kökü ile eş kökenlidir. )
Kaynak: https://www.etimolojiturkce.com