Mağaralarda Yaşayan Berduş Atalar Mı Tabiatın Bilge İnsanı Mı?

Şehirlerde yaşamanın, adı konulmuş ya da konulmamış olsun bazı kuralları vardır. Diyelim ki bu kurala uymadık, “sistem” bizi derhal hizaya sokmaya çalışır. Peki doğada yaşam nasıldı? Atalarımız 300 bin yıldır nasıl hayatta kaldı? Şehirlerden kat be kat karmaşık ve kaotik olan “doğa” ile belirli bir “anlaşma” imzalamadan, yüzbinlerce yıl hayatta kalmak mümkün müydü?


Bugün, durup dururken bir aydınlanma geldi, Buddha misali. Belki de ne zamandır bilinçaltımda hissettiğim uyumsuzluk ortaya çıkıverdi, adeta anlam buldu. Ne vakit evrimsel antropolojiye balıklama atlasam, okuduğum yazıların ortalarında bir yerlerde en eski atalarımıza ait çizimler, görseller çarpar gözüme. Dönem üzerine yapılan tahmini anlatılardan yola çıkan sanatçılar da farklı diaromalar (görsel tasarımlar) yaratırlar eserlerinde.

Mağaralarda Yaşayan Monica’lar?

Atalarımızın o pejmürde hallerini görünce hemen içimiz acır. Saç sakal birbirine karışmış, üstte yok başta yok, elde yok, avuçta yok (Bitcoin hiç yok), mağara köşelerine sinmiş, korkuyla etraflarını inceliyorlar. Ya ateş yakmaya çalışıyorlar, ya bir mamutun peşinde akşam yemeği telaşındalar. Bu pejmürde hallerine aykırı bir şekilde hepsi gürbüz! Adeta spor salonlarından çıkmış gibiler. Toraman, kaslı erkekler ve podyumdan yeni inmişçesine mağara kadınları. Sanki Monica Belluci!


Çocuklarıyla mutlu mesut oyun oynayan anneler pek nadirdir bu sahnelerde. Oğullarıyla “cilalı taş topu” oynayan babalara hele, neredeyse hiç rastlayamazsınız. Mağara duvarına torunlarıyla resim çizen dedeler mi? Şaka yapıyor olmalısınız!


Öte yandan, günümüz avcı-toplayıcı grupları hakkında yazılan makale ve araştırma filmlerine bakınca tam zıddını görüyorum. İstisnalar kaideyi bozmamakla birlikte; sıkı sosyal ilişkiler, üst düzey çocuk bakımı, şarkılar, hikayeler, masallarla adeta bir “harikalar diyarı” yaratılıyor filmlerde.

Kültürel farklılıkların getirmiş olduğu gariplikle rağmen hiç de berduş görünmüyorlar. Kendilerine göre bir güzellik anlayışları, hatta süslenmeleri bile var. Hatta biz şehirlilerin standartlarına göre bile daha güzeller.

Yoksa Tom Hanks Bir “survivor” Mı?

Denizin dipsiz derinliklerinden, dağların zirvelerine kadar gezdiğim yerlerde pek çok tecrübe elde etme şansım oldu. Doğada hayatta kalma üzerine çok şey anlatabilirim size. Sizlerin de deneyimleriniz vardır muhakkak. Hiç yoksa, en azından böyle tecrübeleri olanları ekranlarda seyretmiş olma ihtimaliniz yüksek. Ancak şu bahsettiğim “aydınlanma” anından sonra fark ettim ki biz şehirliler, “Doğada Hayatta Kalmak” ile “Doğada Yaşamak” kavramlarını biraz birbirine karıştırıyor gibiyiz.


İngilizce “survival” kelimesi, hayatta kalma, hayatı idame ettirebilme anlamındayken; “survivor” kelimesi, “hayatta kalmayı başaran kazazede” anlamında kullanılır. Kişi, isteği dışında habitatının haricine çıkmaya zorunlu bırakılmış, asgari imkânlarla “yaşamsal fonksiyonlarını” devam ettirebilmek için bir mücadeleye girişmiştir. Mesela Tom Hanks’in başrolünde olduğu Cast Away filmindeki gibi. Konu malum: Bir kargo uçağı okyanusa çakılır ve olaylar gelişir (konuyu daha fazla açık etmeyelim!). Kazazede için tek bir amaç vardır: en kısa sürede kendi habitatına dönmek. Kampçılık, dağcılık, izcilik gibi “doğa sporları” ise, kişi veya grupların “taşınabilir habitatları” ile beraber, insan habitatlarından görece uzakta, sınırlı bir zaman geçirme faaliyetidir. Bu tür faaliyetlerde genellikle sınır, taşınabilir habitatımız, yani yanımızda neler götürebildiğimiz tarafından belirlenir. Kaynaklarımız tükendiğinde habitatımıza dönmek mecburiyetinde kalırız.

Doğada Yaşarken Kuralları Tom Hanks Belirlemez

Doğada yaşamak ise böyle değildir. Birincisi kazazede ya da geçip gidecek bir ziyaretçi değilsinizdir. Kent soylular gibi diğer insanlar ve kurumlarla olan işbirliğiniz asgari seviyededir. Yaşamak için imzaladığınız tek senet, doğanın fonksiyonlarına ilişkindir.

Tarım yapıyorsanız ya da avcı toplayıcı iseniz “sözleşme”, toprakla, diğer canlılarla, mevsimlerle ve iklim şartlarıyla imzalanır. Genellikle doğa ile savaşmazsınız, mücadele etmezsiniz. Doğanın ritmine tâbi olursunuz. Sanayi devriminden sonra giderek hızlanan “şehir yaşamı” güzellemeleri, kentlerin dışında yaşayanları sistematik olarak hor görüyordu. Kent soyluların işgücü kervanına daha fazla insan çekmek için doğada yaşayanları pejmürde ve yoksunluk içinde tasavvur etmeye pek meraklı bir edebiyat üretiyordu. Bu gelenek “bilim” döneminde dahi çok fazla değişmemiş ve atalarımızın da “doğada yaşam” şekilleri hep adeta bir “kazazede” çaresizliği gibi yorumlanmıştı.

Doğada yaşamak için bir anlaşma yaptığınızda, içinde bulunduğunuz ekosistemden ihtiyaçlarınızı karşılayabilmeniz mümkün görünüyor. Milyonlarca yıldır da sistem böyle işliyor. Ne var ki kazanımlar karşılığında, “doğa” da sözleşmenin diğer tarafı olarak sizden bazı taleplerde bulunuyor: Mesele “mangal yakmayın”! (Şaka tabii!)

Nerede Hareket, Orada Bereket

Konumuz doğada yaşamak olduğunda, Doğa bize özetle şöyle diyor:
Öncelikle istifade etmek istediğin kaynak ne olursa olsun oturduğun yerden temin edemezsin. Hareket etmek zorundasın. İster çiftçi ol, ister toplayıcı ya da avcı, hareket etmezsen, hayatını idame ettiremezsin.

Sözleşmenin ikinci maddesi; besleneceksin ama olması gerekenden fazla yersen, mevsimlerin değişkenliğinin neden olduğu “çeşitli” beslenmeye hayatında yer vermezsen, zaman zaman fizyolojinin gereği olan acıkma sinyallerine fırsat vermezsen, hayatı idame ettirme şansını yine kaybedersin.

Sosyal İzolasyon Çürütür

Üçüncü madde daha irkilticidir: Sen; ey insanoğlu! Kürksüz, pençesiz ve dişsiz olarak hayatta kalmak istiyorsan sosyal olmaya mecbursun! Az, öz ve sağlıklı iletişim kurmalısın. Aileler, dostlar, akrabalarla etrafına ağ örmelisin. Fedakârlık göstermeli ve karşılıksız yardım etmelisin ki zor zamanında yardım görebilesin. Zihninin ve beyninin dünyayı algılamasındaki en önemli yapı taşları bunlardır. Sağlıklı sosyal ilişkiler kurmazsan hayatını idame ettirme şansın yine sıfıra düşer.

Endişeye Mahal Yok

Madde dört; stres insan fizyolojisinin uyarı mekanizmalarından biridir. Olan ya da olabilecek olumsuzlukları sana haber verir. Ancak geleceği kurgulayabilme süper gücü ile donatılmış beynin aynı zamanda daha yoğun stres, kaygı ve endişe üretebilir. Yönetemezsen, yok sayarsan ya da takılıp kalırsan hayatını idame şansından yine mahrum kalırsın!

Beşinci madde; sürekli devinen ve işletim sisteminin kaos olduğu evrende var olmak istiyorsan önce sınırlarını, yani kendini bileceksin sonra da sınırlarını aşacaksın. Haddini bilmeden haddini aşanlara hayatını idame ettirme şansı vermez doğa! Hatta alay edip gururuyla oynar, maskara olursun!

Genlerimize, fizyolojimize ve kültürümüze işlemiş ve iki taraflı imzalanmış bu sözleşmenin mücbir sebeplerde tek taraflı fesih hakkı maalesef biz insanoğluna ait değil. Fesih celbi üflenmeden, sözleşmeyi yeniden gözden geçirmek, hem kişisel olarak hem de tür olarak yapacağımız en akıllıca iş olsa gerektir.

Aksi takdirde kendimizi büyük mahkemenin kararıyla hüküm giymiş bulabiliriz!

Okumaya devam etmek isterseniz, editörün önerisi ile devam edebilirsiniz: Kazazedenin Şehirde Hayatı İdame Paketi