İnsan öldürmeye karşı çıkan, bu uğurda silahlarını yakan halklar. Rus Ortodoks Kilisesi’nden koptuktan sonra önce Kafkasya’ya sürülüyor, ardından Kars’ın Rusya tarafından işgaliyle Anadolu’ya gönderiliyorlar. Atlas ekibi, Kars’ın hafızasında hâlâ özel bir yeri olan Malakanlar ve Duhaborların son temsilcilerini buldu.
YAZI: ALKIM DOĞAN FOTOĞRAFLAR: SERKANT HEKIMCI, VEDAT AKÇAYÖZ ARŞİVİ
Kars’ın Yalınçayır Köyü’nde, uzak dağlarla çevrelenen karlı bir ovanın ortasındayız. Dümdüz bir yol köyü ikiye ayırıyor. Ara ara yoldan kazlar, çobanların güttüğü büyükbaş hayvanlar geçiyor. Sürü halinde uçan kargaların sesleri dışında köye derin bir kış sessizliği hâkim. Burası, yolların birbirini dik kestiği, evlerin birbirine paralel ve aralıklı sıralandığı bir köy. Bildiğimiz Anadolu köylerinden farklı görüntüsünün ardında tarihi bir öykü var. Burası, eski bir Malakan köyü. (En üstteki fotoğraf: Kars şehir merkezine altı kilometre mesafedeki Çakmak Köyü’nün sırtlarında yer alan Malakan mezarlığında artık tek tük mezara rastlanıyor. Bir taşın üzerinde şu Rusça satırlar okunabiliyor: “P. V. K… burada… Petrov’un naaşı defnedilmiştir. O, … doğuşundan sonra 64 (?) yıl yaşadı. 19 Şubat 1902 yılında vefat etti.”)
Atlas ekibi olarak, Kars’ın hafızasında özel bir yeri olan Malakanların izlerini sürmek için buradayız. Şimdi okuyacağınız da, bir zamanlar ürettikleriyle, arkalarında bıraktıklarıyla, anılarıyla Kars’ın kültürel zenginliğinin bir parçası olan Malakanların dokunaklı hikâyesi… Bu hikâyenin içinde hem Kars manileri, hem kokusuyla hafızalara kazınmış gül bahçeleri, değirmenler, sımışka (ayçekirdeği) tarlaları, hem de vedalar, hüzünlü ayrılıklar, Malakanların bir zamanlar diktiği ve hâlâ meyve veren elma ağaçları var.
Çakmak Köyü’nün sırtında, Kars’ın o engin düzlüklerine ve dağlarına nazır bir mezarlık var. Eteklerinde yemyeşil bahçeleriyle bilinen Çalkavur Mahallesi’nin olduğu Kısır Dağı tam karşıda… Burası bir Malakan mezarlığı. Bir buçuk dönümlük alanda sadece birkaç mezar taşı göze çarpıyor. Onlardan biri de 2007’de hayatını kaybeden Vasil Dölemenci’ye ait.
Vasil Bey’in kızı Polye Koç’la (34) Kars’ın Baltık mimarisini yansıtan, o güzel taş yapılardan birinde görüşüyoruz. “Benim babam Malakan, annem Türk Müslüman. Onların hikâyesi bir film… Deli Deli Olma filmi gibi. Babam değirmen ustasıydı. Annemlerin köyünde, Ayakgedikler’de bir değirmen varmış. Babam annemden büyük. Annem de o zaman 14-15 yaşında. Birbirlerini görüp âşık oluyorlar. Öyle böyle bir aşk değil ama… Küçük yaşımda bile fark ediyordum o büyük aşkı. Annemin ailesi başta Malakan diye izin vermiyor. Babam deli dolu bir adam, tam üç yıl uğraşıyor, elinden geleni ardına koymuyor. Sonunda annemi kaçırıyor. Bir süre sonra ailesi artık barışıyor ve o günden sonra da babam en sevdikleri enişteleri oluyor.”
Polye Koç’la Malakanların buraya gelişlerinden ve buradan ayrılmalarından bahsediyoruz. “Malakanlar, 1877-1877 Osmanlı-Rus Savaşı’nda (93 Harbi) Rusların Kars’ı işgal etmesinden sonra buraya sürülmüşler. Burada bir topluluk kurup kendi hallerinde bir yaşam sürmüşler. Kars’taki insanlarla da iyi anlaşmışlar. Yurtdışına ilk göçler 1921’de başlamış. O zaman Kars’tan gidenler Almanya, Yeni Zelanda gibi ülkelere göç etmişler. Babamın ailesi ikinci göç dalgasıyla, 1960-61’de gidiyor.
Hatta babam o sıralarda İstanbul’da yaşıyor ve Çalkavur’daki ailesinin gittiğinden haberi yok. Bir geliyor ki köyde hiç kimse kalmamış. Uzun yıllar boyunca ailesine ulaşamıyor. Büyük bir hayal kırıklığı yaşıyor. Hatırlarım; her gün ağlardı. Sonra bir gün birilerine ulaştı. Annesini, babasını, kardeşlerini, abilerini kaybettiğini duydu. Hüzünlü bir hikâye. Buradan gidişleri de öyle, epey bir sıkıntı yaşamışlar. Savaşa karşı insanlar. Askere gitmek zorunlu olunca mecburen ayrılıyorlar. Öte yandan içlerinden birileri yavaş yavaş Rusya’ya gidip oraya yerleşince de geride kalanlar da kısım kısım gitmeye başlıyorlar.”
“Sanırım burada evlenememeleri, soylarının tükenecek olma endişesi de onları göçe yönelten nedenler arasında. Malakanlar sadece yedi göbek ötesiyle evlenebiliyorlarmış” diyorum. “Evet öyle” diyor Polye Koç, “Ama aslında birçoğu buradan evlilikler yapmış. Annemle babam gibi.”
Malakanlar köylerde kendilerine has bir düzen kuruyorlar. Yüksek tavanlı, ışıklı, ahşap oymalı nakışlarla süslenen bol pencereli evlerde yaşıyorlar. Evlerin içinde bir ekmek fırını oluyor. Kapılar hep güneye açılıyor. Evleri ısıtmak için “peç” denilen sistem kullanılıyor. Bu sistemde iki katmandan oluşan duvarların aralarından peçlere bağlı boru kanalları geçirilerek ısıtma sağlanıyor. Evi çevreleyen geniş bahçelerde sebze meyve yetiştiriyorlar, değirmencilikle uğraşıyorlar. “Üretkenlik, bulundukları topluma fayda sağlamak onlar için önemliydi” diyor Polye Koç.
“Evlerinin bahçelerinde çeşit çeşit çiçekler, gül bahçeleri, leylaklar yetiştiriyorlar. Mesela buralarda domates, fasulye yetişmez diye bilinir. Oysa enva-ı çeşit sebze yetiştiriyor Malakanlar. Onlara yardım eden büyük, güçlü atları var. Zaten tarımda, hayvancılıkta vizyoner insanlar. Burada yaşayanları da pek çok yenilikle tanıştırıyorlar.”
“Şimdi bir araya geldiğiniz bayramlar, kutlamalar oluyor mu?” diye sorduğumda “keşke olsa” diyor. “Burada kimse kalmadı. Ben küçükken olurdu. Yakın zamanda Rusya’ya gittiğimde paskalya bayramına denk geldim. Bayramlarda yapılan ünlü bir yemek vardır: Lakşa. Etsuyuna erişte konarak hazırlanır. Pasta çeşitleri olur. Bir de kocaman büyük ekmeklerden yapılır.” Peki, ziyaretlerine gelen oluyor mu? “Oluyor. Gelen bize geliyor zaten” diyor. “1961’de giderken hiçbir şeylerini götürememişler, her şeylerini bırakmışlar. Burayı, buradaki insanları, dostluklarını özlüyorlar. Aslında iyi bir şekilde geçinmişler. Buradakilerden de onları bilenler “keşke Malakanlar olsaydı” der.”
Resmi olarak Malakan tanımlaması ilk kez 1765 tarihinde Ortodoks Kilise Konseyi’nde kullanıldı. Malakan isminin kaynağına dair farklı yorumlar var. Ukrayna’daki Moloçna (Sütlü Sular) bölgesinden geldikleri için Malakan diye anıldıkları rivayet edilse de bu olay 1800’lü yılların başında gerçekleşmiş. Rusça Moloko (süt) kelimesinden türediği ve “süt içen” veya “perhizi bozan” anlamına geldiği de söyleniyor. Bu yoruma göre Ortodoks Kilisesi’nin emrettiği biçimde oruç tutmayıp perhizi bozdukları, et yiyip süt (moloko) içtikleri için Malakan lakabı verilmiş. 19’uncu yüzyılın ortalarına gelindiğinde Malakanlar, “Yeni doğmuş bebekler gibi, hilesiz sütü andıran Tanrı sözünü özleyin ki, bununla beslenip büyüyerek kurtuluşa erişesiniz” pasajını referans alarak önceki süt referansına yeni bir açılım getirmişler.
Malakanlarda dini ilkeleri Eski Ahit belirler. Malakanlar ruhban sınıfını, ruh üçlemesini, haçı, kiliseyi ve ikonları reddeder. İnsan öldürmeye, yalan söylemeye, domuz eti yemeye, yalan söylemeye, para biriktirmeye karşıdırlar. Ayinlerinde, dua evlerinde uzun bir masa etrafında bir araya gelip dini kitapları okuyup anlatır, ilahiler okurlar. Köyden köye misafirliğe giderek “yeniden doğuş” adıyla dua toplantıları düzenlerler.
KONUNUN TAMAMI ATLAS’IN ŞUBAT 2021 SAYISINDA. SATIN ALMAK İÇİN TIKLAYINIZ
ATLAS · ŞUBAT 2021