Elektromanyetik dalgaları algılayabilen bir organımız olduğunu biliyor muydunuz? Evet, var: Gözlerimiz! Bir elektromanyetik ışınım tipi olan görünür ışığı, aslında yine bir “elektromanyetik dalga algılayıcısı” olan gözlerimizdeki ışık algılayıcıları (veya fotoreseptörlerimiz) ile algılıyoruz. Böyle söyleyince kulağa değişik gelse de ışık da bir elektromanyetik dalgadır aslında.
Peki acaba şu zihin kontrolü gibi konularda zikretmeyi pek sevdiğimiz; cep telefonundan diğer kısa mesafe haberleşmelere kadar bir çok alanda kullandığımız meşhur manyetik alanları algılayan özel alıcılarımız var mı?
Bir çok hayvanın özellikle yeryüzünün manyetik alanını algılayabilecek alıcıları olduğunu biliyoruz. Mesela birçok kuş türünün gözlerinde “kriptokrom” denen protein yapıda alıcı moleküller var. Bunlar aslında son derece zayıf olan dünyanın manyetik alanına karşı hassas. Hatta kuşların, bizim görünür ışığı görebilmemiz gibi, yerin manyetik alan çizgilerini görebileceğini söyleyen araştırıcılar bile var. Sadece kuşlar da değil, yarasalardan karıncalara; tilkilerden geyiklere ve ineklere kadar birçok canlıda manyetik alanları hissetme yeteneğine dair kanıtlar yayınlanmış durumda. Hemen hepsindeki bu manyetik alan algısı, kriptokrom denen proteine bağlı gibi duruyor.
İnsan gözünde de kriptokrom proteininden bol miktarda mevcut. Hatta CRY-1 ve CRY-2 olarak iki farklı tipinin mevcut olduğunu biliyoruz. İnsanda bu proteinlerin ne işe yaradığı hususunda tartışmalar devam etse de, özellikle CRY-2 proteininin sirke sineklerinde yapılan deneylerde ilginç sonuçlar verdiği görülmüş. Normalde sirke sinekleri (Drosophyla) manyetik alanları hissediyorlar ve özel olarak eğitildiklerinde, manyetik alanın yönüne göre yiyeceklere giden yolları bulmayı öğrenebiliyorlar. Fakat Cry geni, yani kriptokrom proteini yapan genleri eksik olan mutant hayvanlar bu beceriyi öğrenemiyor. Öte yandan, bu mutantlara insanlardaki CRY-2 geni aktarıldığında, manyetik alan okuma becerileri geri geliyor; bir küçük farkla: İnsandaki CRY-2 tipi proteinin manyetik alan algılayıcı işlevi görebilmek için mavi ışıkla karşılaşması gerekiyor. Yani ortamda mavi ışık varsa, CRY-2 genine sahip sinekler, tekrar manyetik alan duyularına kavuşuyorlar.
Peki bu ne anlama geliyor? Öncelikle gözümüzde kriptokrom moleküllerinin olması manyetik alanları doğrudan algılayabildiğimiz anlamına gelmiyor. Zira algı için sadece alıcı proteinlerin bulunması yeterli değil; bu proteinin, algıladığı sinyal, yani mesela manyetik alan değişikliklerini uygun bir şekilde dönüştürerek sinirsel potansiyeller şeklinde sinir sistemine, yani beyne bildirmesi de şart. İnsanda bu tip bir iletişim yolu olduğuna dair de bir kanıtımız yok. Kriptokrom proteinleri ışıkla karşılaştıklarında kuantum fiziksel bir dizi tepkime sonucunda manyetik alana duyarlı hale geliyorlar. Fakat bu duyarlılık kuantum ölçeğinde, yani çok çok mikroskobik bir olay. Dolayısıyla bunun bilinçli bir algıya dönüşmesi şu anki bilgilerimiz ışığında çok mümkün gözükmüyor.
İnsanların manyetik alanları hissetmeleri konusunda doğrudan bir kanıtımız olmasa da hem uzun zamandır bazı insan toplulukları üzerinde yapılan gözlemler, hem de şaşırtıcı derecede basit bir kaç deney, bizlerde de bir düzeyde manyetik alan algısı olabileceğini düşündürüyor.
Bazı Aborjin topluluklarında ön-arka-sağ ve sol gibi kelimelerin kullanılmadığını; bunlar yerine tüm yönlerin coğrafi kuzey-güney-doğu-batı yönleri ile ifade edildiğini biliyoruz. Guugu Yimithirr , Kaiadilt ve Thaayorre gibi Aborijin topluluklarında, mesela “sağ yanında” gibi yön terimleri yok; bunun yerine “kuzeydoğunda duruyor” gibi ifadeler kullanıyorlar. Yahut evlerindeki bir eşyanın yerini tarif ederken “güneydeki masanın kuzeybatı ucunda” gibi terimler kullanıyorlar. Daha da ilginci, bu insanlar nereye giderlerse gitsinler, konum belirteci olarak kullandıkları bu coğrafi yön terimleri, gerçek coğrafi yönlerle neredeyse tamamen uyum gösteriyor. Yani herhangi bir araç ve ölçüm kullanmadan, sanki kafalarında bir pusula varmış gibi, hep doğru coğrafi yönlere atıf yapabiliyorlar.
1980’li yıllarda Manchester Üniversitesi’nden Robert Baker adlı araştırıcı, basit ama şaşırtıcı bir dizi deney gerçekleştirdi. Otobüsler dolusu gönüllü insanı, gözleri sıkıca bağlı bir halde, kilometreler boyunca uzun ve dolambaçlı yollarda gezdirdikten sonra, onlara evlerinin bulunduğu yönü işaret ederek göstermelerini istedi. İsabet oranı beklenenden çok yüksekti. Çalışmayı ilginç yapan şey ise, aynı şekilde gezdirilen fakat bu kez başlarına mıknatıslar bağlanmış kişilerin evlerinin yönünü tespit edebilme doğruluklarının dikkat çekici düzeyde azalması oldu. Bir şekilde “mıknatısla bozulan” bir yön takip sisteminin varlığına dair basit ama güçlü bir kanıt oluşturan bu çalışmalar Baker tarafından defalarca tekrar edildi. Daha sonra dünyanın farklı yerlerinde farklı gruplarca yapılan benzer deneylerde bu sonuçlar çoğu zaman doğrulanamasa da çalışmasının sonuçlarını Science dergisinde yayınlayan Baker, yıllar boyunca sonuçlarının geçerliliği konusunda ısrarcı oldu. Fakat uzun süren eleştirilere dayanamayarak çalışma alanını değiştiren Baker, spermler üzerine yaptığı projelerle bilim kariyerini devam ettirdi. Ne yazık ki Baker’ın pes ettiği zamanlar, hayvanların gözlerinde ışığa bağımlı manyetik alan algılayıcılarının bulunmaya başladığı zamanlara denk gelmişti.
Ormanda kaybolan insanların genellikle daireler çizerek aynı yerde dönüp durmaları, manyetik hissimizin o kadar da iyi olmayabileceğini düşündürüyor. Elbette manyetik algı sadece yön bulmakla ilgili de olmayabilir. Mesela bir çok hayvan, küçük ölçeklerde bile mesafe tayini için yerin manyetik alan değişimini kullanabiliyor. Örneğin tilkilerin kar altındaki avlarını avlayabilmek için genellikle hemen her zaman kuzey-doğu yönüne doğru atlayış yapıyorlar ve mesafeyi de manyetik alanları kullanarak hesaplıyor gibi görünüyorlar. İnekler de genellikle, bedenleri manyetik kuzey-güney doğrultusunda olacak şekilde duruyorlar ve daha da ilginci: yoğun manyetik alan üreten yüksek gerilim hatlarının yakınlarında bu duruşları bozuluyor. Bu ve benzeri birçok kanıt, hayvanların en azından bir kısmının manyetik alan kuvvetini bir duyu sinyali olarak algılayabildiğini gösteriyor.
İnsanda bu duyu varsa bile, henüz tespit edemediğimiz kadar zayıf olmalı. Dahası, Aborijin kabilelerindeki örneklere bakılarak, “erken yaşta öğrenilmediği takdirde körelebilen” bir duyu olduğunu düşünmek de mümkün. Zira bahsi geçen Aborijin toplulukları da aynı bizim gibi insanlar; fakat birçok kırsal insan topluluğu gibi, doğada hayatta kalmalarını sağlayacak farklı inceliklerde becerileri öğrenmek zorundalar gibi görünüyor. Belki de “manyetik duyu” ancak ince bir eğitim ve deneyimle hissedebildiğimiz çok zayıf bir duyudur…
Eğer bu yazı ilginizi çektiyse sıradaki yazımız sizin için geliyor: Miyop Neden Salgın Haline Geliyor?
Kaynak: