Markanın Hükümsüzlüğü Davası

İçindekiler

T.C.

YARGITAY

11. Hukuk Dairesi

ESAS NO : 2012/4221

KARAR NO : 2013/3985

Y A R G I T A Y İ L A M I

MAHKEMESİ : BURSA 3. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ

TARİHİ : 18/01/2012

NUMARASI : 2010/588-2012/8

DAVACI : DAĞLIOĞLU YURTİÇİ VE ULUSLARARASI NAKLİYE KÖMÜR SAN. VE TİC. LTD. ŞTİ. VEKİLİ : AV. HÜSEYİN DEMİRBAŞ

DAVALI : ………..

VEKİLİ : ………….

Taraflar arasında görülen davada Bursa 3. Asliye Hukuk Mahkemesi’nce verilen 18/01/2012 tarih ve 2010/588-2012/8sayılı kararın Yargıtayca incelenmesi davalı vekili tarafından istenmiş ve temyiz dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşılmış olmakla, dava dosyası için Tetkik Hakimi Can Sibel Meral tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve yine dosya içerisindeki dilekçe, layihalar, duruşma tutanakları ve tüm belgeler okunup, incelendikten sonra işin gereği görüşülüp, düşünüldü:

Davacı vekili, müvekkilinin 1965 yılından itibaren kullandığı “Dağlıoğlu” unvanını tanınmış hale getirdiğini, davalının ibareyi kömürleri kapsayan 4. sınıf ve taşımacılık hizmetlerini kapsayan 39. sınıfta tescil ettirdiğini, ancak ibarenin ayrıca müvekkili şirketin kurucu ve mevcut ortaklarının soyadı olduğunu, davalının ibareyi tescilden önce kullanmadığını, markanın gerçek hak sahibinin müvekkili olduğunu ileri sürerek, davalı adına tescilli 2008/68949 numaralı “Dağlıoğlu” markasının hükümsüzlüğü ile terkinini talep ve dava etmiştir.

Davalı vekili, davacının marka üzerinde gerçek hak sahibi olmadığını, müvekkilinin ticaret şirketi olarak tescilininin davacı şirketten önce olup, markayı da daha önce kullanmaya başladığını savunarak, davanın reddini istemiştir.

Mahkemece iddia, savunma ve tüm kanıtlara göre, davacının kullandığı ibare de davalının markasının kayıtlı olduğu 04 ve 39. sınıf mal ve hizmetlere ilişkin olup davacının eylemli kullanımının kömür ticareti olduğu, dosyaya sunduğu faturalar ile bir kısım müşterileri olan şirketlere nakliyat işi yaptığı hususunu ve “Dağlıoğlu” markasını 1994 yılından beri kullanımını kanıtladığı, davalı tarafın kullanımının ise 2008 tarihi ve sonrasına ait bulunduğu, önceki tarihlerde bu ibareyi marka olarak kullandığını kanıtlayamadığı, davalı şirket başvurusundan daha önceki bir tarihte davacı şirketin bu ibareyi kullanmaya başladığı ve kullanımının ilgili sektörde uzun süredir devam ettiği ve ibare üzerinde gerçek hak sahibi olduğu kullanımının 04 sınıfta yer alan yakacak maddeleri üzerinde olduğu gerekçesiyle, davalı adına tescilli 03.06.2010 gün ve 2008/68494 nolu “Dağlıoğlu” ibareli markanın hükümsüzlüğüne karar verilmiştir.

Kararı, davalı vekili temyiz etmiştir.

Dava dosyası içerisindeki bilgi ve belgelere, mahkeme kararının gerekçesinde dayanılan delillerin tartışılıp, değerlendirilmesinde usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmamasına göre, davalı vekilinin tüm temyiz itirazları yerinde değildir.

SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerden dolayı, davalı vekilinin bütün temyiz itirazlarının reddiyle usul ve kanuna uygun bulunan hükmün ONANMASINA, aşağıda yazılı bakiye 03,15 TL temyiz ilam harcının temyiz edenden alınmasına, 05.03.2013 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

Başkan Vekili Üye Üye Üye Üye


Markanın Hükümsüzlüğü Davası ve Ticaret Ünvanının Terkini Davası

T.C.

YARGITAY

11. Hukuk Dairesi

ESAS NO: 2014/4099

KARAR NO: 2015/1628

Y A R G I T A Y İ L A M I

MAHKEMESİ: BURSA 3. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ

TARİHİ: 24/12/2013

NUMARASI: 2012/501-2013/675

ASIL VE BİRLEŞEN DAVADA

DAVACI: ………… ……..VEKİLİ Av.HÜSEYİN DEMİRBAŞ

DAVALI: ………………….VEKİLİ……….

BİRLEŞEN DAVA: BURSA 3. ASLİYE HUKUK MAH. 2013/342 E.

Taraflar arasında görülen davada Bursa 3. Asliye Hukuk Mahkemesi’nce verilen 24/12/2013 tarih ve 2012/501-2013/675 sayılı kararın duruşmalı olarak incelenmesi davalı vekili tarafından istenmiş olup, duruşma için belirlenen 10/02/2015 günü hazır bulunan asıl ve birleşen davada davacı vekili Av. Hüseyin Demirbaş ile asıl ve birleşen davada davalı vekili Av. ……….dinlenildikten sonra duruşmalı işlerin yoğunluğu ve süre darlığından ötürü işin incelenerek karara bağlanması ileriye bırakıldı. Tetkik Hakimi ….tarafından düzenlenen rapor dinlenildikten ve yine dosya içerisindeki dilekçe, layihalar, duruşma tutanakları ve tüm belgeler okunup incelendikten sonra işin gereği görüşülüp, düşünüldü: Davacı vekili, a-plas ibaresinin 1985 yılından beri müvekkili tarafından ticaret unvanı olarak kullanıldığını, aynı ibarenin 1986 yılında marka olarak tescil edildiğini, davalının müvekkiline ait marka ve ticaret unvanı ile iltibas oluşturacak şekilde ticaret unvanında APLAS ibaresini kullandığını, bu durumum müvekkiline ait ticaret unvanı ve marka hakkına tecavüz teşkil ettiğini ileri sürerek, davalının marka hakkına tecavüzünün men`i ile unvanında yer alan a-plas ibaresinin terkinini talep ve dava etmiş, birleşen davada ise, davalıya ait a-plas ibareli markanın müvekkiline ait aynı ibareli marka ile iltibasa neden olacak şekilde benzer olduğunu, anılan ibare üzerinde öncelik hakkının müvekkiline ait olduğunu ileri sürerek, davalı adına tescilli 2007/11579 sayılı markanın hükümsüzlüğünü talep ve dava etmiştir. Davalı vekili, davacının adına tescilli marka ile üretim yapmadığını, müvekkiline ait markanın sınıfları ile davacı markanın sınıflarının farklı olduğunu, davacının müvekkiline ait ticaret unvanının kullanıldığını uzun süredir bildiği halde sessiz kaldığını savunarak, davanın reddini istemiştir. Mahkemece, iddia savunma, bilirkişi raporu ve tüm dosya kapsamına göre, davacıya ait ticari işletme ile davalı şirketin aynı faaliyet alanına sahip oldukları, davalı şirkete ait ticaret unvanında yer alan A-PLAS ibaresinin davacıya ait marka ve ticaret unvanı ile iltibasa neden olacağı, anılan ibare üzerinde davacının öncelik hakkına sahip olduğu, unvan terkini isteminin davalı şirketin kurulmasından itibaren 3,5 yıl sonra açıldığı, bu nedenle uzun süreli sessiz kalmanın sözkonusu olmadığı, davalının A-PLAS ibaresini tescilli kullanmış olması nedeniyle markaya tecavüz ve haksız rekabetin oluşmadığı gerekçesiyle, asıl davanın kısmen kabulü ile, davalı şirketin ticaret unvanında yer alan ‘A-PLAS’ ibaresinin terkinine, birleşen davada ise A-PLAS ibaresinin 1986 yılında davacıadınamarkaolaraktesciledildiği,aynı …/… ibarenin 2011 yılında davalı şirket adına da6,7,9,12,17,35 ve 42. sınıflarda tescil edildiği, 35. sınıf dışında yer alan ürünler yönünden markaların 556 sayılı KHK`nın 8/1-b anlamında iltibasa neden olacak şekilde benzer olduğu gibi, davalı şirketin davacının müşterilerine gönderdiği bir kısım yazılarda davacı işletmenin limited şirkete dönüştüğü, bu nedenle siparişlerin ve ödemelerin kendileri adına yapılmasına yönelik taleplerin gözönüne alınmasında davalı tarafın davacının müşterilerini yanıltmaya çalıştığı ve davacı gibi hareket etme eğiliminde olduğu, bu nedenle davalının davacıya ait markanın aynısını tescil ettirmede kötüniyetli olduğu gerekçesiyle birleşen davanın kabulü ile davalı adına tescilli 2011/11579 sayılı “a-plas ”ibareli markanın tüm sınıflar yönünden hükümsüzlüğüne karar verilmiştir. Kararı, davalı vekili temyiz etmiştir. 1- Asıl dava, davalıya ait ticaret unvanında yer alan A-PLAS ibaresinin davacıya ait tescilli marka ile ticaret unvanına iltibas oluşturduğu iddiasına dayalı unvan terkini istemine ilişkindir. Somut olayda, mahkemece, davalı şirketin ticaret unvanında yer alan A-PLAS ibaresinin davacıya ait marka ve ticaret unvanı ile iltibas oluşturacak şekilde benzer olduğu, davanın davalı şirketin kuruluşundan itibaren 3,5 yıl sonra açılmasının uzun süreli sessiz kalma olarak nitelendirilemeyeceği kabul edilerek, yazılı şekilde hüküm tesis edilmiştir. Uzun süreli sessiz kalma suretiyle hak kaybı, gerek TTK`da ve gerekse 556 sayılı KHK’da düzenlenmiş değildir. Bu durum Dairemiz uygulaması ile hukukumuza yerleşmiş olup, yasal dayanağı da TMK’nın 2. maddesidir. Sessiz kalma yolu ile hak kaybının oluşması için öncelik hakkı sahibinin sonraki markadan veya kullanımdan haberdar olması gerekmekte ise de sessiz kalmanın kaç yıl sonra hak kaybına yol açacağı ile ilgili kesin bir süre vermek mümkün değildir. Burada önemli olan öncelik hakkı sahibinin sonraki kullanıma bir süre katlanmış olmasıdır. Bu itibarla bu sürenin belirlenmesinde somut olayın özelliklerinin değerlendirilmesi gerekmektedir. Bu sürenin belirlenmesinde de esas alınacak olan dürüstlük kuralıdır.Sessiz kalma yoluyla hak kaybının gerçekleşip gerçekleşmediği değerlendirilirken, öncelik hakkının sahibinin sonraki tescil veya kullanımdan haberdar olduktan sonra izlediği yol ve sergilediği tavır önemlidir. Bu açıklamalar doğrultusunda somut olaya dönüldüğünde, dosya içindeki belgelerden davacı İbrahim ile davalı şirketin kurucu ortaklarından ………………….’nun evvelinde birlikte çalıştıkları, daha sonra …………’nun davacı ile olan birliktelikten ayrılarak davacı işletmeyle aynı adreste faaliyet göstermek üzere 04.07.2007 tarihinde davalı şirketi kurduğu, davanın ise 24.02.2011 tarihinde açıldığı anlaşılmaktadır. Davacı ile aynı adreste (Demirtaş Organize Sanayi Bölgesi Açelya sok. Bursa) 3,5 yıldan fazla bir süre faaliyette bulunan davalı şirketin ticaret unvanında yer alan A-PLAS ibaresinin kullanıldığı davacı tarafından bilindiği halde bu kullanıma karşı anılan süre içinde her hangi bir ihtar, açılmış bir dava veya muaraza çıkarılmamış olması karşısında davacı tarafından anılan ibarenin kullanılmasının benimsediğinin kabulü gerekir. Bu kadar yakın ilişki içinde bulunulduğu halde 3,5 yıllık bir süre içinde A-PLAS ibaresine ilişkin her hangi bir itirazda bulunulmaması sessiz kalmak suretiyle hak kaybına uğramak için yeterli bir süredir. Bu itibarla, mahkemece somut olayın özelliklerine göre davacının sessiz kalma suretiyle hak kaybına uğradığının kabulü ile asıl davanın reddine karar verilmesi gerekirken, eksik incelemeye dayalı yazılı şekilde hüküm tesisi doğru olmamış, kararın bu nedenle bozulması gerekmiştir. 2- Davalı vekilinin birleşen davaya ilişkin temyiz itirazlarının incelenmesine gelince, dava dosyası içerisindeki bilgi ve belgelere, mahkeme kararının gerekçesinde dayanılan delillerin tartışılıp değerlendirilmesinde usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmamasına göre, davalı vekilinin tüm temyiz itirazlarının reddi gerekmiştir. …/…

SONUÇ: Yukarıda 1 nolu bentte açıklanan nedenlerle davalı vekilinin asıl davaya yönelik temyiz itirazlarının kabulü ile kararın davalı yararına BOZULMASINA, 2 nolu bentte açıklanan nedenlerle davalı vekilinin birleşen davaya yönelik temyiz itirazlarının reddi ile usul ve kanuna uygun bulunan kararın ONANMASINA, takdir olunan 1.100 TL duruşma vekalet ücretinin asıl ve birleşen davada davacıdan alınarak asıl ve birleşen davada davalıya verilmesine, ödediği temyiz peşin harcın isteği halinde temyiz edene iadesine, 10/02/2015 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

Başkan Vekili Üye Üye Üye Üye


Tanınmış Marka Markanın Hükümsüzlüğü Davası Hak Düşürücü Süre

TANINMIŞ MARKA
MARKANIN HÜKÜMSÜZLÜÐÜ DAVASI
HAK DÜŞÜRÜCÜ SÜRE
PARİS SÖZLEŞMESİ



T.C.
YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu

Esas: 2005/11-476
Karar: 2005/483
Tarih: 21.09.2005

KARAR METNİ:
Taraflar arasındaki ‘markanın hükümsüzlüğü’ davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; İstanbul 1.Fikri ve Sınai Haklar Hukuk Mahkemesince davanın kabulüne dair verilen 8/4/2003 tarih ve 2003/19 E., 149 K. s. kararın tetkiki davalı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 11.Hukuk Dairesinin 26/2/2004 tarih ve 2003/7150-1792 s. ilamı ile;

(…Davacı vekili, müvekkilinin dünyada tanınan spor markası olan ‘JUMP’ markasını 7.1.1992 gününde ‘Pabuçlar ve Giyim Eşyalarını’ kapsayacak biçimde tescil ettirdiğini, yürütülen yoğun pazarlama ve reklam kampanyaları sonucu markanın spor emtiası pazarında özellikle 1995 yılından itibaren önemli bir paya sahip olduğunu ancak davalının 1995 yılında ‘JUMP’ markasını spor emtiaları için kendi adına tescil ettirdiğini, bu tescilin müvekkile ilişkin ‘JUMP’ markasının şöhretinden faydalanmaya yönelik kötü niyetli bir davranış olduğunu ileri sürerek davalı adına tescil edilen 23.3.1995 tarih ve 160338 s. ‘JUMP’ markasının hükümsüz sayılmasına karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

Davalı vekili, davanın zamanaşımına uğradığını, müvekkilinin markası ile davacı markasının aynı veya aynı türdeki mal ve hizmetler için tescilli olmadığını, davacının markasının tanınmışlık düzeyi yüksek bir marka olmadığını savunarak, davanın reddini istemiştir.

Mahkemece, iddia savunma, benimsenen bilirkişi raporu ve bütün dosya kapsamına göre, davacının markasının tanınmışlığından yararlanmak isteyen davalının farklı bir emtiada kullanmak üzere 1995 yılında aynı ismi marka alarak tescil ettirmesinin yersiz olduğu gerekçesi ile davanın kabulüne, davalı adına tescilli 23.3.1995 gün ve 160338 no.lu ‘JUMP’ ibareli markanın hükümsüzlüğüne karar verilmiştir.

Kararı, davalı vekili temyiz etmiştir.

1- Dava, davalıya ilişkin marka tescilinin 556 s. KHK.nin 42. maddesi uyarınca hükümsüz sayılması istemine ilişkindir. Davacı şirket 7.1.1992 gününden itibaren geçerli olmak üzere ‘pabuçlar ve giyim eşyaları’ alanında kullanmak amacıyla ‘JUMP’ markasını TPE nezdinde tescil ettirmiştir. Davalı ise, 23.3.1995 gününden itibaren ‘JUMP’ markasını top ve spor malzemeleri emtialarında kullanmak amacıyla TPE nezdinde tescil ettirmiştir. Davalının adına tescilli ‘JUMP’ markasının hükümsüzlüğüne ait dava ise 17.1.2001 gününde açılmıştır. Davalı vekili savunmasında zaman aşımı def`inde bulunarak, davanın bu sebeple reddini istemiştir. 556 s. KHK.nın hükümsüzlük hallerini düzenleyen 42. maddesi, markanın madde de sayılan hallerde hükümsüz sayılmasına yetkili mahkeme tarafından karar verileceğini düzenlemiş olup, anılan maddenin I.fıkrasının ‘a’ bendinde, 7. maddenin (1) bendinde belirtilen tanınmış markalarla ilgili davanın tescil gününden itibaren 5 yıl içinde açılması gerektiği, markanın tescilinde kötüniyet varsa, iptal davasının süreye bağlı olmadığı belirtilmiştir. Tanınmış markanın korunması esasını getiren Paris Sözleşmesi ve Fikri Mülkiyet Hakları Anlaşmasında tanınmış markanın tanımı yapılmamıştır. Bu kavram Türk Markalar Mevzuatında ve Yabancı Kanunlarda da tarif edilmiş olup mahkeme içtihatlarına ve öğretiye bırakılmıştır. Buna göre, tanınmış markanın tespiti konusunda çeşitli kriterler geliştirilmiştir. Bu sebeple markanın promosyon sonucunda kazanılan herkesçe bilinme durumunun dikkate alınması, toplumun önemli bir kesiminde belli bir mal ve hizmete ait olarak gerekli çağrışımı yapabilmesi, en azından o markanın kullanıldığı emtiaları tüketen orta düzeydeki alıcılar açısından tanınması, emtia söylenildiğinde akla o markanın gelmesi, ilişkin olduğu sektörde iyi bilinen ve geniş bir dağıtım, pazarlama ağına sahip olması gibi özellikleri taşıması gerekmektedir. Açıklanan kriterlere göre davacının markasının tanınmış marka olarak değerlendirilmesi halinde bu markayı davalının farklı mal ve hizmetlerde dahi kullanması mümkün olmayacaktır. Ayrıca tanınmış marka olarak kabulü halinde de hükümsüzlük davasının tescili gününden itibaren 5 senelik süre içerisinde açılması ancak markanın tescilinde kötü niyetin varlığı durumunda ise iptal davasının süreye bağlı olmaması sebebiyle öncelikle mahkemece davacı markasının tanınmış olup olmadığı hususunda gerekli delillerin toplanarak değerlendirilmesi tanınmış olduğunun kabulü halinde de davalının tescilinin kötüniyetli olduğunun ispatı gerekmekte olup, buna göre davanın süreye tabi olup olmadığı hususlarının belirlenmesi zorunlu bulunmaktadır. Oysa, mahkemece bu konuda yeterli inceleme yapılmadan ve bu yönler açıklığa kavuşturulmadan yazılı biçimde karar verilmiştir. Bu sebeple davalı yararına bozulması gerekmiştir.

2- Bozma neden ve şekline göre de, davalı vekilinin diğer temyiz itirazlarının incelenmesine gerek görülmemiştir…) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

TEMYİZ EDEN : Davalı vekili

HUKUK GENEL KURULU KARARI

Hukuk Genel Kurulu`nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü;

DAVACININ İSTEMİNİN ÖZETİ: Davacı vekili, ‘JUMP’ markasının pabuçlar ve giyim eşyaları için 01.01.1992 gününden beri adına tescilli bulunduğunu, menşe memleket olan ABD ve Paris Sözleşmesine taraf iki ülkede de tescilli bulunan bu markanın tanınmış marka olduğunu, dava dışı tek satıcısı firmanın bu markanın tanıtımı için büyük reklam harcamaları yaptığını, davalının bu durumdan faydalanmak amacıyla aynı ibareyi benzer mallar için 23.03.1995 gününde adına tescil ettirdiğini, davalının bu marka ile piyasaya girmesinin müvekkilinin şöhretine gölge düşürdüğünü ileri sürerek, davalı markasının hükümsüzlüğüne karar verilmesini istemiştir.

DAVALININ CEVABININ ÖZETİ: Davalı vekili, davanın süresinde açılmadığını, her iki markanın kapsadığı mal ve hizmetlerin aynı ve benzer olmadığını ve davacı markasının tanınmışlık düzeyi yüksek bir marka olmadığını savunarak, davanın reddini istemiştir.

YEREL MAHKEMENİN KARARININ ÖZETİ: Yerel mahkemece, davacı markasının tanınmış marka olduğu, zaman aşımı definin yerinde olmadığı gerekçesiyle davanın kabulüne, davalı markasının hükümsüzlüğüne karar verilmiştir.

TEMYİZ EVRESİ, BOZMA VE DİRENME: Hüküm, davalının temyizi üzerine yukarda yazılı gerekçeyle bozulmuş, mahkemece önceki karardaki gerekçelerle direnme kararı verilmiştir.

GEREKÇE: Dava, davalı markasının hükümsüzlüğüne ilişkindir.

Jump markasının pabuçlar ve giyim eşyaları için 07.01.1992 gününde davacı adına tescil edildiği, dava dışı tek satıcının söz konusu markayı içeren bir miktar malı Türkiye`ye ithal ettiği, anılan ibarenin menşe memleket olan ABD ile Paris Sözleşmesi`ne taraf iki ülkede daha tescilli olduğu, dava dışı tek satıcının bir miktar reklam harcaması yaptığı, davalının da 23.03.1995 gününde listesindeki mallar için aynı markayı adına tescil ettirdiği ve bu markalı bir kısım emtiayı ithal ettiği ve işbu davanın 5 senelik sürede açılmadığı yanlar arasında çekişmesiz olduğu gibi, dosya içinde bulunan delillerle de sabittir.

Bozma ve direnme kararlarının içerikleri itibariyle, Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık, davanın süresinde açılıp açılmadığı ve gerçekten de davacı markasının tanınmış marka olup olmadığı noktalarında toplanmaktadır.

O halde, çekişmenin çözümünde üzerinde durulması gereken ilk husus davanın süresinde açılıp açılmadığıdır. 556 s. KHK.nin ‘Hükümsüzlük Halleri’ kenar başlıklı 42 nci maddesinin 1/a bendi, tanınmış markalarla ilgili davanın 5 yıl içinde açılması gerektiğini, ancak kötüniyet varsa hükümsüzlük davasının süreye bağlı olmadığı düzenlemesini getirmiştir. Yüksek Özel Dairenin emsal kararlarında da açıklandığı (Bkz.Dr.H.Karan, M.Kılıç, Markaların Korunması 556 S. KHK Şerhi ve İlgili Mevzuat, Ankara, 2004, S.386 vd. -11. HD. 25.12.1997, E. 1997/5417, K.1997/9676) ve doktrince de benimsendiği üzere (Bkz. Prof. Dr.Ü.Tekinalp, Fikri Mülkiyet Hukuku, Güncelleştirilmiş ve Genişletilmiş Üçüncü Baskı, S.439) maddede sözü edilen süre zaman aşımı süresi olmayıp, hakdüşürücü bir süredir. 556 s. KHK.de sair markalarla ilgili olarak bir süre öngörülmediğinden Özel Dairece yukarda sözü edilen kararda bu sürenin sair markalar hakkında açılacak hükümsüzlük davalarında da uygulanması gerektiğine işaret olunmuştur.

Maddede sözü edilen süre hakdüşürücü mahiyette olduğundan ve dava da davalı marka tescilinden itibaren 5 senelik sürenin dolmasından sonra açıldığından, davanın dinlenebilmesi ancak davalının kötüniyetli olduğunun kanıtlanmasına bağlıdır ve bu hususun re`sen nazara alınması gerekir. Kaldı ki, davalı tarafça davada bu yönde bir savunma da yapılmış bulunmaktadır. Yerel mahkemece bozulan kararda bu yönde hiçbir gerekçeye yer verilmemiş, ısrar kararında ise davalının bir açıklama getirmemesi nedeniyle iyiniyetin araştırılmasına gerek görülmedi biçiminde bir değerlendirme yapılmıştır. Türk Medeni Yasası hükümleri uyarınca iyiniyetin asıl, kötüniyetin istisna olması nedeniyle davalının kötüniyetli olduğunun delil ve gerekçelerinin gösterilmesi gerektiğinden yerel mahkemenin bu yöndeki gerekçesine itibar olunamaz. Davacı, davalının kötüniyeti bulunduğunu kanıtlamalı ve mahkemece de bunun delil ve gerekçesi gösterilmelidir.

Davacı markasının tanınmış marka olup olmadığı yönünden yapılan incelemeye gelince; ne Ülkemizin de taraf olduğu Paris Sözleşmesi`nde, ne de 556 s. KHK.de ‘tanınmış marka’nın ne olduğu tarif edilmiş değildir. KHK.nin mutlak ret sebeplerini düzenleyen 7 nci maddesinin (1) bendinde sahibi tarafından izin verilmeyen Paris Sözleşmesinin 1 inci mükerrer 6 ncı maddesine göre tanınmış markaların tescil edilemeyeceği, hükümsüzlükle ilgili 42 nci maddede de şayet tescil edilmişse terkin edileceği öngörülmüştür. Maddenin gönderme yaptığı Paris Sözleşmesinin 1 inci mükerrer 6 ncı maddesiyle getirilen yasaklama ise madde metninden de açıkça anlaşılacağı üzere aynı veya benzer ürünlerle ilgilidir.

Ancak, yine Ülkemizin de taraf olduğu TRIPS`in (Dünya Ticaret Örgütü Ticaretle Bağlantılı Fikri Mülkiyet Hakları Anlaşması) 16/3 üncü maddesinde farklı mal ve hizmetler bakımından da tanınmış markanın kullanımının bu mal ve hizmetlerle tescilli markanın sahibi arasında bir bağlantı olduğunu göstermesi ve bu kullanım sebebiyle tescilli ticari marka sahibinin menfaatlerinin zarar görme olasılığının mevcut olması halinde tanınmış markanın aynı veya benzer olmayan mal ve hizmetler bakımından da tescil edilemeyeceği düzenlemesi getirilmiştir. Ayrıca 556 s. KHK.nin 8 inci maddesinin 4 üncü fıkrasının 2 nci cümlesinde de tescil edilmiş veya tescil için başvurusu yapılmış markanın, toplumda ulaştığı tanınmışlık sebebiyle haksız bir yararın sağlanabileceği, markanın itibarına zarar verebileceği veya tescil için başvurusu yapılmış markanın ayırt edici karakterini zedeleyici sonuçlar doğurabileceği durumda, tescil edilmiş veya tescil için başvurusu daha önce yapılmış bir marka sahibinin itirazı üzerine, farklı mal veya hizmetlerde kullanılacak olsa bile, sonraki markanın tescil başvurusunun reddedileceği öngörülmüş ve 42 nci maddenin 1-b bendinde de şayet böyle bir tescil varsa bilahare mahkemece hükümsüz sayılacağı belirtilmiştir.

İşte sözü edilen bu düzenlemeler karşısında şayet anılan maddelerde ön görülen koşullar varsa, farklı mal ve hizmetler bakımından da tanınmış veya toplumda tanınmışlık düzeyine erişmiş markalar bakımından tescil engeli ve şayet tescil edilmişlerse hükümsüzlük müeyyidesi öngörülmüş bulunduğundan, dava konusu olayda olduğu gibi farklı mal ve hizmetler söz konusu olsa da şayet davacı markası tanınmış veya toplumda tanınmışlık düzeyine erişmiş ise, davalı markasının terkini istenebilecektir.

Dava konusu olayda davacı taraf tanınmışlık iddiasının yanı sıra aynı zamanda 556 s. KHK.nin 7/b maddesine de dayanmış, yani her iki markanın kapsadığı mal ve hizmetlerin aynı veya benzer olduğu iddiasını da ileri sürmüş, ancak bilirkişi raporunda taraf markalarının benzer mal ve hizmetleri kapsamadığı belirtilmiş ve bu bakımdan davacı tarafça itiraza uğramayan bu rapor hükme dayanak yapılarak, yalnızca davacı markasının toplumda tanınmışlık düzeyine yükselmiş marka olması nedeniyle davalı markasının hükümsüzlüğüne karar verilmiş ve davacı da bu kararı gerekçesi bakımından temyiz etmediğinden bu açıdan davalı yararına usuli kazanılmış hak oluşmuştur.

Bu durumda, ancak davacı markasının tanınmış veya toplumda tanınmışlık seviyesine yükselmiş marka olması halinde davalı markası hükümsüz sayılabilecektir.

Yukarıda da belirtildiği üzere ne 556 s. KHK.de ne de taraf olduğumuz tanınmış markalarla ilgili uluslararası anlaşmalarda tanınmış markanın tanımı ve kriterleri gösterilmemiş, bu husus Özel Dairenin bozma kararında belirtildiği üzere konu mahkeme içtihatları ve öğretiye bırakılmıştır. Nitekim Özel Daire 13.03.1998 tarih ve 5647/1704 s. bir kararında ‘bir kişi veya teşebbüse sıkı sıkıya bağlı, garanti, kalite, kuvvetli reklam ve yaygın dağıtım içeren, müşteri, akraba, dost ve düşman ayırımı yapılmaksızın, coğrafi sınır, kültür ve yaş farkı gözetilmeksizin aynı çevredeki insanlar tarafından refleks halinde ortaya çıkan bir çağrışımdır.’ biçiminde bir tanımlama getirmiş ve bu tanıma nazaran da markanın promosyon sonucunda kazanılan herkesçe veya ilgili kesimce bilinme, emtia söylendiğinde o markanın akla gelmesi, ilişkin olduğu sektörde iyi bilinme ve geniş bir dağıtım ağına sahip olma gibi kıstaslara göre markanın tanınmış marka olup olmadığının tesbiti cihetine gidilmektedir.

Tanınmış marka konusunda uluslararası boyuttaki çalışmalar ise Dünya Fikri Mülkiyet Teşkilatı (WİPO) bünyesinde yürütülmektedir. Bu kuruluş uzmanlar komitesince benimsenen A/34/13 no.lu tavsiye kararında bir markanın tanınmış olup olmadığının tesbitinde, markanın kullanım süresi, yaygınlığı, kapsamı ve coğrafi alan genişliği, ekonomik değeri, reklam, temsil, promosyon, fuarlara katılım ve fuar düzenleme, kataloglar hazırlama gibi tanıtım faaliyetleri, bu çalışmaların kapsamı, süresi ve mali bütçesi, işletmenin büyüklüğü, cirosu, marka hakkının hangi etkinlikte ve verimlilikte korunduğu, tanınmışlığa yönelik mahkeme ve sair yetkili makamların kararları gibi olguların göz önünde bulundurulması kararlaştırılmıştır. Bu karar her ne kadar üye ülkeler yönünden bağlayıcı değil ise de, somut olay özelliklerine göre tanınmışlığın tespitinde nazara alınması mümkün kriterlerdir.

556 s. Markaların Korunması Hakkındaki KHK.de tanınmış markalar mutlak ve nispi ret nedenleri arasında yer almıştır. Anılan KHK.nun 7/1-(ı) bendinde belirtilen Paris Sözleşmesi 1 inci mükerrer 6 nci maddesine göre tanınmış marka sayılabilme koşulları yukarda belirtilen WIPO uzmanlar Komitesi kararı ve TRIPS Sözleşmesi hükümlerine göre; markanın ‘ait olduğu sektörde tanınmışlığı’ ve şartlarının varlığı halinde farklı mal ve hizmetleri de kapsayacak biçimde korunmanın sağlanması biçiminde belirlenmiştir.

Bu ilkelere göre, Paris Sözleşmesi uyarınca markaların tescilli olup olmadıklarına ve korunma istenen ülkede kullanılıp kullanılmadıklarına bakılmaksızın, bu ülkede ilgili sektördekiler tarafından niceliksel olarak biliniyorsa, niteliksel yönü (tanınmışlığın ekonomik değeri, markanın itibarı, gücü vd) dikkate alınmaksızın tanınmış marka olarak korunabilecektir.

Kaynağını 89/104 s. AB Yönergesi`nden alan 556 s. KHK.nin ‘Marka Tescilinde Nispi Ret Nedenleri’ başlığı altındaki 8/4 üncü maddesinde düzenlenen ve ‘toplumda tanınmışlık düzeyine ulaşan markalar’ anlamında tanınmışlık ise Paris Sözleşmesi 1 inci mükerrer 6 ncı maddesi anlamında tanınmışlıktan daha geniş, ancak tanınmışlık derecesi itibariyle daha düşüktür. Şöyle ki, yalnızca o markayı taşıyan mal ve hizmetlerle ilgili çevre (sektör) içerisinde değil, bu çevre dışında o mal veya hizmetlerle ilgisi olmayan kişilerce de bilinmesi gerekmektedir. Bu sebeple daha geniş bir tanınmışlık taşır. Sair yandan yalnızca Türkiye`de tanınması yeterlidir. Ayrıca, başka ülkelerde de bilinmesi gerekmez. İşte bu nedenle tanınmışlık derecesi daha düşüktür. Bunlara ek olarak ulusal tescil zorunluluğu, niteliksel tanınmışlık ve markanın ününden haksız yararlanma olgularının da gerçekleşmesi gerekir.

Davacı, JUMP markasının 18 ve 25 inci sınıf emtia için 1992 yılında TPE nezdinde marka olarak tescil ettirdiğini, gerek bu tarihten önce gerekse de bu tarihten sonra tanıtım, reklam ve promosyon yoluyla ülkede yoğun kullanım sonucu markasını tanınmış hale getirdiğini iddia ettiğine göre, yukarda belirtilen ilkeler çerçevesinde farklı sınıf mallar için özellikle 160338 sayı ile tescilli olan davalı markasının korunmasının başladığı 20.03.1995 tarihi itibariyle davacı markasının 556 s. KHK.nun 7/1-(i) bendi ve/veya 8/4 üncü maddesi anlamında tanınmış marka olup olmadığının konularında uzman öğretim üyeleri ve ilgili sektörden bir temsilcinin de katılacağı bilirkişi görüşü alınmak suretiyle belirlenmesi gereklidir. Çünkü, 1995 gününden sonraki tarihlerde elde edilecek tanınmış marka statüsü ancak, sonraki marka tescillerine veya tescil başvurularına karşı dava açma hakkı doğuracak, bu tarihten önceki tarihlerde tescilli marka sahipleri bakımından ise tanınmışlığa dayalı hükümsüzlük isteme hakkını vermeyecektir. Hükme dayanak yapılan bilirkişi raporunda bu husus nazara alınmamıştır.

Ayrıca, markanın menşe memleket ve Paris sözleşmesine taraf iki ülkede tescilli olması da tek başına tanınmışlığa karine teşkil etmez.

Değinilen hususları içermeyen ve öğretide ve uygulamada genel olarak kabul gören tanınmış marka kriterlerini denetime elverişle bir şekilde irdelemeyen yetersiz bilirkişi raporuna dayalı olarak davacı markasının tanınmış olduğu sonucuna ulaşılamaz. Mahkemece bu yönler göz ardı edilerek eksik araştırma sonucu davanın kabulüne karar verilmesi yerinde olmadığından direnme kararı bozulmalıdır.

SONUÇ : Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının yukarda ve Özel Daire bozma kararında gösterilen sebeplerden dolayı HUMK.nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, istem halinde temyiz peşin harcının geri verilmesine 21/9/2005 gününde, oybirliği ile karar verildi.


Markanın Hükümsüzlüğü Davası Hükümsüzlük Sebepleri Kötü Niyetli Tesçil

T.C.
YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu

Esas: 2008/11-501
Karar: 2008/507
Tarih: 16.07.2008

KARAR METNİ:
YARGITAY İLAMI

Taraflar arasındaki ‘markaya tecavüzün tesbiti-men`i ve hükümsüzlüğü’ davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; İstanbul 2.Fikri ve Sınai Haklar Hukuk Mahkemesince davanın kısmen kabulüne dair verilen 20.12.2005 tarih ve 23-303 s. kararın tetkiki davalı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 11.Hukuk Dairesinin 03.07.2007 tarih ve 2666-10117 s. ilamıyla; (…Davacı vekili, müvekkilinin uluslararası 25. sınıf içerisinde mütalaa edilen çok çeşitli ürünler ile giysilerin imalı, ithali, ihracı ve her çeşit ticaret ile iştigal etmekte olup, tanınmış ‘RG 512&Şekil’ ibareli markasının 10.07.1995 gününden beri menşe ülkesi Fransa`da tescilli olduğu gibi, 31.01.1997 gününde 25. sınıfa dahil emtialar için WIPO nezdinde uluslararası tescil başvurularının yapıldığını, bu başvuru listesinde Türkiye`nin de bulunması sebebiyle WIPO aracılığı ile TPE nezdinde yapılan başvuruların davalı Şendoğan Osmanoğlu adına 18.10.2001 gün ve 2001/21313 numara ile tescilli ‘RG 512 & şekil’ markası mesnet gösterilerek 556 S. KHK`nun 7/1-b maddesi uyarınca reddedildiğini, oysa davalının müvekkili markasını bire bir alma, iktibas yoluyla oluşturduğunu, davalı markasının gerek yazılış gerekse telaffuz açısından müvekkili markası ile bire bir aynı olduğunu, bu durumun 556 S. KHK`nun 7/1-b ve bendlerine aykırılık teşkil ettiği gibi, 8/1 (b) ve 8/IV. maddesine de muhalefet teşkil ettiği, davalının markayı 24, 25 ve 35. sınıf için tescil ettirdiğini, 24 ve 25.sınıfın tekstil ürünlerini düzenlemekte olup, birbirine çok yakın olduğunu, 35. sınıfın ise tekstil hizmetlerini kapsadığını, davalının müvekkilinin markasının toplumda ulaştığı tanınmışlık düzeyinden haksız bir yarar sağlayacağını, markalar arasında iltibas tehlikesinin var olduğunu bu sebeple markanın bütün sınıflar için hükümsüzlüğüne karar verilmesinin gerektiği gerekçeleriyle davalı markasının hükümsüzlüğüne, sicilden terkinine, davalının haksız tecavüzünün tespiti ile önlenmesine, kararın ilanına karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

Davalı vekili, müvekkilinin tescilli markasının ‘RG 512’ davacının markasının ise ‘125 RG 512’ biçiminde olup, markalarının birbirinden farklı olduğunu, davacı markasının Türkiye`de tescilli olmadığı gibi rüçhan hakkının da düştüğünü, davacı markasının Türkiye`de ‘tanınmış marka’ statüsünde bulunmadığını, davacı ürünlerinin Türkiye`de satılmadığını, bu sebeple iltibas teşkil ettiğinden söz edilemeyeceğini belirterek, davanın reddini istemiştir.

Mahkemece, iddia, savunma, dosyadaki kanıtlar ve bilirkişi raporuna nazaran, tarafların markalarının birbirine çok benzediği, bütünü itibarıyla bıraktığı etki dikkate alındığında markaların esas unsurlarının aynı veya benzer olması sebebiyle genel görünüme etkisi az olan sair unsurlardaki farklılığa rağmen iltibasa yol açabileceği davalının giysi üretiminde bulunan ve tekstil alanında faaliyet gösteren bir kişi olduğu, bu itibarlı müdebbir bir tacir gibi davranmasının gerektiği, kullanacağı işaretin her hangi bir kişiye ilişkin olup, olmadığını araştırmasının gerektiği, ihtilaf konusu ibarenin her hangi bir anlamı olmayan harfler ve rakamlardan oluşması nedeniyle, davacı seçiminin tesadüften ibaret olamayacağı ve bu sebeple iyi niyetli sayılamayacağı, davalının fantezi bir ibare olan RG 512 ibaresini tescil ettirmesinin, faaliyet alanı sebebiyle varlığından haberdar olduğu davacı markasından faydalanma kastını gösterdiği, davacının bu işaret üzerinde öncelikli kullanım hakkına sahip olduğu, bu sebeple davalının kötü niyetli tescilinin hükümsüzlüğüne karar verilmesinin gerektiği, ancak tescilli markanın kullanımının haksız rekabet yaratmayacağı gerekçesiyle, davalı adına 2001 21313 no ile tescilli RG 512 + şekil markasının hükümsüzlüğüne, diğer taleplerin reddine, karar kesinleştiğinde hüküm faturası özetinin gazete ile ilamına karar verilmiştir.

Karar, davalı vekilince temyiz edilmiştir.

Dava, davalı adına TPE nezdinde tescilli ‘RG 512 & şekil’ ibareli markanın hükümsüzlüğü istemine ilişkindir.

Mahkemece tekstil sektöründe faaliyet gösteren davalının varlığından haberdar olması gereken davacıya ilişkin yurt dışında menşe ülkesinde ve bir çok ülkede tescilli markasının ayırt edilemeyecek kadar benzerini kötü niyetle tescil ettirmesi sebebiyle davalı tescilinin 556 s. KHK`nin 35. maddesine dayalı olarak hükümsüzlüğüne karar verilmiştir.

Hükümsüzlük hallerinin düzenlendiği 556 s. KHK`nin 42. maddesinde, aynı KHK`nin 35. maddesine göre marka tescil başvurusu veya tescilin kötü niyetle yapıldığı takdirde markanın hükümsüz sayılacağına ait bir hüküm bulunmamaktadır. Bu bakımdan, yalnızca KHK`nin 35. maddesine dayalı olarak kötü niyetli tescilden dolayı hükümsüzlük kararı verilemez. Ancak, davacı hükümsüzlük nedeni olarak yurt dışında tescilli olan markasının tanınmışlığına da dayanmış ve davalının 2001 yılında yaptırdığı marka tescilinin bu sebeple de kötü niyetli tescil olduğunu ileri sürmüştür.

Mahkemece, görüşüne başvurulan bilirkişi heyeti, işaretlerin benzer olması nedeniyle, 556 s. KHK`nin 35. maddesi karşısında tanınmışlık iddiasının değerlendirilmesine gerek olmadığı yönünde görüş belirtmiş ise de, az öncede açıklandığı üzere anılan 35. maddede yazılı kötü niyet unsuru hükümsüzlük davasında göz önüne alınamaz. Öte yandan, bilirkişi raporunda atıfta bulunulan Dairemizin 19.04.2002 gün ve 2001/9903 E, 2002/3699 K. s. ‘ALVARADO’ kararında da, Paris Sözleşmesinin 1.mükerrer 6. maddesine dayalı olarak tanınmış markanın aynısını tescil ettiren davalının TTK.nun 20/2, MK.nun 2. maddesi hükümleri karşısında kötü niyetli sayılması gerekeceği belirtilmiş olup, 556 s. KHK`nin 35. maddesine dayalı bir gerekçeye yer verilmiş değildir. Bu halde mahkemece, HUMK.nun 76. maddesi uyarınca davacı iddiasının hukuki tavsifi yapılarak, davacının Paris Sözleşmesinin 1.mükerrer 6. maddesine dayalı tanınmışlık iddiası üzerinde durulması ve bu iddia çerçevesinde yurt dışında tescilli olan davacı markasının benzerini Türkiye`de tescil ettiren davalının hukuki durumunun tayin ve tespiti ile sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken, eksik inceleme ve araştırmaya dayalı olarak yazılı biçimde hüküm tesisi doğru olmamış ve kararın açıklanan sebeple davalı yararına bozulmasına karar vermek gerekmi