Her insana karşı iyilik yapmanın peşinde koşan bir insan gösterin deseler, kendisini tanıyan herkes hiç düşünmeden O’nu göstereceklerdir. Bu sebeptendir ki, edebiyat dünyasındaki dostları arasında lakabı ‘ilk yardım’a çıkmıştır. Bâbıâli’yi çok yakından tanıyan, çok uzun yıllardır basın yayın dünyasında çalışmalar yürüten, kültür sanata tartışmasız çok önemli hizmetleri olmuş ve hala olmaya devam eden bir kültür adamı, edebiyatçı, yazar Mehmet Nuri Yardım.
O, hayatını edebiyata adamış, özellikle gençlere edebiyatı, yazarları, sanatkârları, kitapları sevdirmek için çalışmalarına aralıksız devam ediyor. Bunun için gazetelerde, dergilerde yazılar yazıyor ve kitaplar yayımlamaya devam ediyor.
Kendisiyle yazmaya başlama hikayesinden kitaplarına, günümüzde icra edilen kültür sanat faaliyetlerinden, kitapların dünyasındaki yolculuğuna kadar bir dizi konuyu konuştuk. Sorularıma tüm içtenlik ve samimiyetiyle cevaplar verdi. Sizler de kendisiyle yapmış olduğumuz bu söyleşiyi okurken, şüphesiz hem büyük bir keyif alacak, hem de kalpten çıkıp gelen tüm bu samimi duygulara şahitlik edeceksiniz.
Yazar ve şairlerin hayatına baktığımızda, yazma serüvenlerine başlamalarının genellikle bir sebebi oluyor. Kimisi annesinin isteğiyle, kimisi öğretmeninin yönlendirmesiyle. Sizin de bir hikâyeniz var mı, hangi yaşlarda yazma serüveniniz başladı?
Okuma hevesim beş altı yaşlarında, yazma serüvenim ise on yaşlarındayken başladı. İlk okuduğum kitaplar çizgi romanlardı. Sonra hikâye ve romanlara yöneldim. Yazıda ise hemen hemen bir çok edebiyatçı gibi önce şiirle başladı bu yazı macerası. O acemice mısralara şimdi dönüp bakıyorum ve bazen gülüyorum. Ama böyle böyle başlar kalemle ünsiyetiniz, edebiyata aşinalığınız. Beni ve bütün sınıf arkadaşlarımı okumaya ve yazmaya teşvik eden, merhum ilkokul öğretmenim Tevfik Yargıcı’ydı. Onu unutmam mümkün değil. Şairdi, şiirler okurdu sınıfta. Tarihimizi bize anlatır, menkıbelerimizle bize bambaşka heyecanlar yaşatırdı. Allah rahmet eylesin. Bir çok iyi öğretmen gibi o da idealistti ve öğrencilerini çok seviyordu.
Nasıl bir çocukluk geçirdiniz? Anne babanız ve kardeşlerinizle nasıldı aranız? Çocukluğunuza dönersek, unutamadığınız neler var?
Çocukluğum güzel geçti. Anne ve babamla, ağabeylerim ve ablamla aram iyiydi. Benden yaş olarak küçük olan Memduh kardeşimle de. Ama üç ağabeyimden küçüğü olan Aydın’la genelde birlikte olsak ve oynasak da yıldızımız bir türlü barışmıyordu. Meselâ ben evimizin pencere kenarında bütün oyuncaklarımı düzenli biçimde dizer, o ise gelip hem oyuncaklarımın düzenini hem de hayal dünyamı yıkardı. Yine de küsmezdik birbirimize, ne de olsa abi kardeştik. Sonra biraz büyüdük. Birlikte dama ve satranç oynamaya başladık. İntikamım feci oldu. Onu hep yendim ve zaferimi ilan ettim. Artık büyümüştüm, sinirleniyor ama bir şey yapamıyordu. Mağlubiyeti, hüsranı ister istemez kabul ediyordu. Bir âlemdir çocukluk hayatı. Acı tatlı hatıralarla örülü, bazen hüzünlü ama çoğu zaman keyifli bir güzel dünya!
Yazarlık hayatınızda önemli bir yer teşkil ettiğini düşündüğüm, çok sayıda insanla röportaj yaptınız. Kaç kişiyle röportaj yaptığınızı hatırlıyor musunuz? Daha çok kimlerle yaptınız bu söyleşilerinizi? İçlerinde unutamadıklarınız vardır mutlaka…
Yakup Bey, tabii meslek gazetecilik olunca, ayrıca kültür sanat gazeteciliği yapınca ister istemez yüzlerce kişi ile görüşüyor, röportajlar yapıyorsunuz. Hakikaten saymadım, bilemiyorum, ama diyebilirim ki 500’den fazla röportaj yapmışımdır bugüne kadar. Yine de kesin bir sayı değil bu, belki bir tahmin sadece, yanıltmak istemem. Daha çok şairler, romancılar, bestekârlar, tarihçiler, müzisyenler, ressamlar, hattatlar, sinema ve tiyatro adamları ile röportajlar yaptım. Doğrusu her röportaja iyi hazırlanırdım. Kiminle görüşeceksem hayatını araştırırdım. Yazarsa eserlerini okurdum, sinema yöntemeni ise filmlerini incelerdim. Şairse şiir kitaplarını tetkik ederdim. Resam veya hattat ise hocalarını ve talebelerini merak ederdim. Velhâsılı kelâm, dersimi iyi çalışır, mülâkata öyle giderdim. Unutamadığım röportajlar çok ama en azından beş tanesini sıralayayım: Sâmiha Ayverdi, Mustafa Necati Sepetçioğlu, Mustafa Düzgünman, Cem Karaca ve Münevver Ayaşlı… Biliyorsunuz bunların bir kısmını kitaplaştırdım daha sonra. Şairleri Şiirimizden Portreler , romancıları Romancılar Konuşuyor kitaplarımda topladım. Basın yayın dünyasında olanları ise Bâbıâli’de Hayat kitabında bir araya getirdim. Ömrü 24 saat olan gazetelerde bu konuşmalar kaybolup gitsin istemedim. İnşallah sizler de yaptığınız bu röportajları ileride kitaplaştırırsınız.
Önemli kitaplar kaleme aldınız. Özellikle yazarlarımızın dünyasına yolculuk yapıyorsunuz bu kitaplarda. Kaç kitabınız var? Gençler için önemli olduğunu düşündüğüm bu kitaplarınızdan bahsedebilir misiniz kısaca?
Çok önemli değil de faydalı kitaplar hazırladığım doğrudur. Yazarlarımızın iç dünyalarını merak ediyorum. Hangi saiklerle yazmaya başlamışlar? Onları yönlendirenler, teşvik edenler kimlerdir? Nasıl bir yazı macerası yaşadılar, hangi merhalelerden geçtiler? Bütün bunları merak ediyor ve genelde kendilerine soruyorum. Kitaplarımın sayısını size söyleyemem, inanın naz değil rakamı bilmediğim için… Hem biraz da nazar değmesin diye söylemiyorum biliyor musunuz? Ama madem ısrar ettiniz hatırınız için ortalama bir sayı söyleyeyim de siz de “Maşallah” deyiverin. Kitaplarımın sayısı ortalama 41. Kitaplarımı şöyle bölümlere ayırabilirim: Yönlendirici ve edebiyata teşvik edici kitaplar: Edebiyatçılarımızın Çocukluk Hatıraları , Yazar Olacak Çocuklar , Romancı Olacak Çocuklar , Şair Olacak Çocuklar . İnsanları tebessüm ettirmeyi hedefleyen kitaplar: Edebiyatımızın Güleryüzü , Tarihimizin Güleryüzü , Mizahın İzahı . Unutulmuş şahsiyetleri hatırlamayı görev kabul eden biyografik çalışmalar: Unutulmayan Edebiyatçılar , Kayıp İstasyon , Kalem Efendileri , Ziya Osman Saba , Safiye Erol , Refik Halit Karay , Ömer Seyfeddin , Cahit Öney , Ziya Nur Aksun . Gazete ve dergilerde kalan röportajlardan oluşturduğum kitaplar: Dersimiz Edebiyat , Romancılar Konuşuyor , Şiirimizden Portreler . Araştırma ve inceleme kitaplarım: İstanbul’un 100 Yayınevi. Hikâye ve hatıralardan müteşekkil kitaplar: Yıldızlarla Uyumak , Sefertası , Halim Selim Efendi . Son olarak Mihrabad Yayınları’ndan çıkan ve 15 Temmuz Şehitlerine ithaf edilen İstiklalden İstikbale .
Mehmet Nuri Yardım’ın yazar olmaktaki gayesi neydi ve amacınıza ulaşabildiğinizi düşünüyor musunuz?
Hadi gündemde olduğu için söyleyeyim. Yazmak bir bakıma Kızıl Elma’ya doğru yürümek, hatta o kutlu hedefe koşmaktır. Nizam-ı âlemden şaşmamaktır. Hedef sahibi olmak, ideallere yönelmektir. Faziletli insanların yaşadığı erdemli bir dünyayı hayal etmektir. İyilik rüyaları görmek ve onları zihinde, gönülde ve yürekte her zaman dipdiri yaşatmaktır. Bence amaç sahibi olunur, ama sonuç hemen beklenmez. Zaten bekleseniz de maksada hemen erişemiyorsunuz. Karınca misali yürüyeceksiniz, iyilikleri, doğrulukları, güzellikleri insanlara anlatacaksınız. Menzilinize varmak için alın teri dökecesiniz, göznuru akıtacaksınız, bol bol terleyeceksiniz. Ve günün birinde bu emeklerinizin boşa gitmediğini görecek, fazlasıyla mutlu olacaksınız. Ben şimdiden o saadeti duyanlardanım, şükürler olsun.
Sizi yakından tanıyanlar çok iyi biliyor ki, çok uzun yıllardır Bâbıâli’desiniz. Hem yazarlığınız, hem gazeteciliğinizle kültür sanat adına yapılagelen işlerde hep ön plandasınız. Yine uzun yıllardır kültür sanat toplantılarında bizzat koordinatör olarak çalışmalar yürütüyorsunuz. Sizi bu kültürel etkinliklere iten sebebler nelerdi?
Evet tam 40 yıldan beri Bâbıâli’deyim. 1978’de gelmiştim İstanbul’a. İstanbul’a yani Bâbıâli’ye. Hemen bir gazetede işe başladım, sonra farklı gazetelerde bulundum. Kültür sanat faaliyetleri, gazetecilik… Yazı çizi işleri… Belki biraz da teşkilatçılık… Ama kültür sanat alanında. Ön plânda mı göründüm? Belki, ama bu kendi isteğimle olmadı. Belki bir görev diyebilirsiniz, bir vazife şuuru? Bazı işler yapılacaksa ve bu size düşüyorsa, siz durumdan vazife çıkarmışsanız, yapılacak. Artık başkasının o konuya el atmasını bekleyemezsiniz. Vazife de sizindir, iş de. Kolay değil bunları bir çırpıda sırtlayıvermek. Bir toplantı düzenlemek, dernek kurmak, faaliyetleri yürütmek. Ama bu işlerden haz duyuyorsanız, zevk alıyorsanız, mukaddes bir hizmet gibi telakki ediyorsanız o zaman yüksünmezsiniz, o tonlarca yük size ağır gelmez, canla başla düşünür, çalışır, üretir ve ortaya bir şeyler koyarsınız. Kimi beğenmez belki yaptıklarınızı, kimi ise dualar eder. Ne o dualar ve teşekkürler sizi şımartmalı, ne de tenkitler şevkinizi bozmalıdır. Aksi takdirde bir semtte değil 40 yıl bulunmak ve oradaki değerleri korumaya çalışmak, inanın 40 dakika bile sabredemezsiniz. Bırakıp gidersiniz. Ama dediğim gibi bütün mesele, sevgi. Zira hamurumuz sevgiden yoğrulmuştur. Sevdiğiniz vakit herşey halloluyor, koca dağlar aşılmaya, engin nehirler geçilmeye başlanıyor. Yeter ki yaptığınız işi sevin, göreceksiniz gerisi çok kolay.
Özellikle son yıllarda İstanbul başta olmak üzere Türkiye’nin bir çok yerinde kültür sanat faaliyetleri güzel bir ivme kazandı. Bu alanda yapılan çalışmaları nasıl değerlendiriyorusunuz?
Benden hiç bir zaman karamsar sözler, kötümser lâflar işitemezsiniz. Durum çok çok iyi. Gerçekten de Türkiye, naçizane kanaatime göre kültür sanat alanında bir şahlanış dönemi yaşıyor. Toplantılar, fuarlar, yayımlanan kitap ve dergiler, çekilen filmler, sahnelenen oyunlar, klasik sanatlarımız velhasıl kültürün ve sanatın bütün dallarında çok ciddi bir ilerleme gözle görülüyor. Belediyeler, sivil toplum kuruluşları iyi çalışıyor. Şahsi gayretleri de gözardı etmemek lazım. Yalnız bu faaliyetlerin basın yayın dünyasına tam yansıdığı söylenemez. Hangi televizyonun doğru dürüst bir kitap kültür programı var? Çok az değil mi? Belki yüz televizyondan ancak iki üçünde bu işlere değer veriliyor. Diğerlerinin umurunda değil bir kitabın yayımlanması, bir şiirin yazılması, bir bestenin yapılması… Ama sanatkârlar iltifat görmese de bence çalışmaya devam etmeli. Sanat uzun soluk ister, uzun bir maraton koşusu gibidir aslında. Asla yorulmayacaksınız. Sürekli koşacaksınız. Ne diyor üstat Sezai Karakoç, “Biz, koşu bittiği halde koşmaya devam eden atlarız.” Muhteşem bir bir ifade değil mi?
Bizzat ülke yöneticileri tarafından da dillendirilen bir gerçek var. Kültür ve sanatta istenilen seviyelere gelemedik. Siz nasıl görüyorsunuz ve önerileriniz neler olur?
Az önce belirttiğim gibi geçmişte öyle olsak bile şükürler olsun bugün çok iyi bir yerdeyiz. Bir kaç örnekle bunu ispatlamam mümkün. 1980’li yıllarda Türkiye’de sadece İstanbul ve Ankara’da kitap fuarı düzenleniyordu. Bugün neredeyse 81 ilimizde ve pek çok ilçede kitap fuarları açılıyor. Geçmişte okuma oranında çok gerilerdeydik. Dünyada en az kitap okunan ülkeler arasında sayılıyorduk. Şu anda dünyadaki yaklaşık 200 devlet arasında 11’nci sıraya yükselmiş bulunuyoruz. Yine eskiden sadece üç yazarımızın kitapları dünya dillerine çevriliyordu, bugün ne mutlu ki yüzlerce yazarımızın eserleri bir çok dünya diline tercüme ediliyor. Bütün bu olumlu gelişmeler, bizi ümitvar kılmalı. Karamsarlık bence en büyük hastalık. Hiç bir zaman ümitsizlik kuyusuna düşmemeli, aksine yüreğimizde azim, inanç ve ümitle daha çok çalışmalı, daha fazla üretmeliyiz. O zaman ülkemizde de, dünyada da durum daha iyi olacaktır. Ben Türkiye’nin giderek büyüdüğünü, güçlendiğini, her anlamda mesafe katettiğini düşünüyorum. Kültür sanat dünyasında da öyleyizdir. Yeter ki bu sanatları icra edenler, kültür adamları, sanat erbabı, aydınlar ve edebiyatçılar arasında biraz daha yakınlaşma olsun, dostluk köprülerini kursunlar, birbirlerine olan muhabbetleri artsın… Göreceksiniz âdeta dünyada bir cennet hayatı yaşamış olacağız. Bugün dünden iyidir, yarın ise bugünden daha da aydınlık olacaktır.
Yine bir üstteki soruya paralel şunu da sorayım; ülkemizin neredeyse her ilinde hatta bazı ilçelerinde bile kitap fuarları düzenlenir oldu. Kültürel geri kalmışlığımızı da göz önünde tutarsak, fuarlar bir yazar ve yayıncı olarak sizin için nasıl bir anlam ifade ediyor?
Bu fuarlar hatır için veya süs amacıyla kurulmuyor. Zordur bir yerde fuar açmak. Bir çok yayıncıyla irtibat kuracaksınız, anlaşacaksınız, onları şehrinize getirteceksiniz, ağırlayacaksınız, kitaplarını sergileteceksiniz. Demek istediğim şudur ki bu iş, yani fuarcılık ciddi bir talep meselesidir. Demek ki halkımız, gençliğimiz kitapları seviyor, alıyor ve okuyor. Kitap fuarlarının çoğallması ve büyük talep görmesi belki de son dönemin en hayırlı, başarılı ve iyi işlerinden birisidir. Gelişmenin ölçüsüdür fuarlar, büyümenin işaretidir ve aydınlanmanın alametidir. Kitaplar okundukça kötölükler azalacak. Fuarlar çoğaldıkça beyinler ve yürekler daha net, ışıltılı ve iyimser olacak. Bu bakımdan ben fuarların giderek yaygınlaşmasını hem yayıncılarımız açısından, hem kitapsever gençliğimiz bakımından çok hayırlı, güzel ve olumlu bir gelişme olarak görüyorum.
Son yıllardaki popüler kültürle birlikte ortaya çıkan, çok satılan ama içinin boş olduğunu gördüğümüz kimi kitaplar için neler söylersiniz? Gençlerimizin okuma serüvenlerinde nelere dikkat etmeli? Öncelikleri hangi eserler olmalı? Özellikle genç okurlara neler önerirsiniz?
Ekonomide şöyle bir kural vardır: “İyi mal, kötü malı kovar.” Bence bu olumsuz gördüğümüz kitapları da zihin dünyamızda fazla büyütmemeliyiz. Elbette gençliği oyalayan, ona bir şey vermeyen, aksine çocuklarımıza faydasız, hatta zararlı duygu ve düşünceleri aşılayan kitaplar her dönemde olduğu gibi şimdi de basılıyor, satılıyor ve okunuyor. Bence onlarla meşgul olmak yerine biz faydalı kitaplar hazırlayabilir miyiz, çocuklarımızı ve gençliğimizi iyi kitaplara yönlendirebilir miyiz, bunun engin hesabı içinde olmak durumundayız. Nasıl kitap, hangi kitap? Bu sorular genel! Elbette iyi, doğru, güzel ve faydalı kitaplar okunmalı. Ama bunun kıstası nedir, kim bunu tayin ediyor? Büyükler okudukları iyi kitapları gençlere tavsiye edebilir. Onları iyi yazarlarla tanıştırabilir. Bu bir yoldur hem de tecrübe edilmiş sağlam bir yol. Yani bir gence “Şu yazarı okuma!” demektense “Bu yazarı okursan seveceksin.” demek daha doğru gibi geliyor bana. Diğer hareket tarzı aksi tesir meydana getirebilir. Genç, uzaklaştırmak istediğiniz yazara merak saikasıyla yanaşabilir, bu d a sizi üzer. Onun için bildiiğimiz, okuduğumuz ve hakikaten beğendimiz kitapları herkese, bilhassa gençlere ve çocuklara tavsiye etmeli, onları o ışıltılı kitaplarla buluşturmalıyız. Yine de isimlerden oluşan bazı kitap tavsiyeleri olabilir. Benim bir ara hazırladığım böyle “100 Kitap”lık bir tavsiye listesi vardı. Yazı Editörlük ve Medya Kursu’muzdaki öğrencilere tavsiye ediyorum. Önerdiğim kitapları okuyorlar ve memnun kalıyorlar.
Şiir, hikaye, roman gibi edebi konularda yazan ve yazmak isteyenlere önerileriniz neler olur?
Edebiyat ciddi bir sanattır. Her sanat ve zenaat gibi usta-çırak münasebetiyle yürür. Benim öncelikle tavsiyem şu olabilir: Mümkünse okuluna gitsinler, yani Edebiyat Fakültesi’ne devam etsinler. Eğitimini almış olurlar. Değilse yazı kurslarına müracaat etsinler. Bunun da faydası şüphesiz olur. Bu ikisi de mümkün değilse o zaman çevrelerindeki usta yazarlarla görüşsünler, onlardan yararlansınlar. Ama yazdıklarını mutlaka dergilere göndersinler. Çünkü dergiler de bir okul işlevi görebilir. Ve yazı heveskârını düzgün biçimde yönlendirebilir.