KENTSEL DÖNÜŞÜM
Kentsel dönüşüm, bozulma ve çökme özellikleri gösteren kentsel alanın ekonomik, toplumsal, fiziksel ve çevresel koşullarının kapsamlı ve bütünleşik yaklaşımlarla iyileştirilmesine yönelik olarak uygulanan strateji ve eylemlerin bütününü ifade eder. Dönüşüm, faaliyet alanı ve doğası gereği, mevcut şehrin yapısına ve burada yaşayan insanların fiziksel, sosyal ve ekonomik geleceği üzerine ve buna bağlı olarak da kentin bütün geleneklerine etki eder. Bu nedenle bütün planlama çalışmalarında sosyologlar, ekonomistler, mühendisler, mimarlar gibi farklı disiplinlerin birlikte çalışması gerekir.
KENTSEL DÖNÜŞÜM 5 TEMEL AMACA HİZMET ETMELİDİR.
*Temelde toplumsal bozulmanın nedenlerini araştırarak, bunun ortadan kaldırılmasıyla kentsel alanların çöküntü haline gelmesini önlemek.
*Kentsel refah ve yaşam kalitesini artırıcı başarılı bir ekonomik kalkınma modeli ortaya koymak.
*Kentsel alanların en etkin biçimde kullanımına ve gereksiz kentsel yayılmadan kaçınmaya yönelik stratejiler belirlemek.
*Kent dokusunu oluşturan birçok ögenin fiziksel olarak sürekli değişim ihtiyacına cevap vermek.
*Toplumsal koşullar ve politik güçlerin ürünü olarak kentsel politikaların şekillendirilme ihtiyacını karşılamak üzere sivil toplum örgütleri, meslek odaları ve toplumun farklı kesimlerini planlama sürecine dahil etmek.
YÖNTEMLER;
YENİDEN GELİŞTİRME:
Ciddi olarak bozulmuş ve korunacak değeri olmayan yapıların bulunduğu bölgelerde geçerli olan bir yaklaşımdır. Bu yöntem yerel yönetimler için, şehir merkezlerine daha yüksek gelirli grupların ve aktivitelerin gelmesi açısından avantajlı gözüksede, orjinal kent nüfusunun şehrin bir başka yerine yerleştirilmesini öngördüğü için işlevsel bir sosyal sistemi harap etmesi kaçınılmazdır. Kiracılar, mal sahipleri, iş sahipleri ve yaşlılar için bölgenin yıkımı sosyal ve psikolojik kayıplara neden olur. Gelişmiş ülkelerin büyük çoğunluğunun artık kullanmadığı bu sistem, bizim gibi gelişmekte olan ülkelerde alt yapı sorunları, kamulaştırma bedelleri hesaba katıldığında pahalı olmasına rağmen bazı merkezlerin modernite edilmesi ve konut koşullarının iyileştirilmesi için tek yol gibi görünüyor.
REHABİLİTASYON
Planlı olarak gelişmiş ancak zamanla yıpranmış, yoğunluğu artmış ve işlevlerini yerine getiremeyen bölgeleri tekrar değerli hale getirme yöntemi. Mevcut bölgenin yapısının korunarak koruma, tamir ve restore edilmesi temeline dayanır ve bütün aşamalarda halkın katılımı beklenir.
ENTEGRASYON
Bu yöntemle, kent kimliği korunurken mevcut binaların yanına yeni binaların katılımıyla zengin bir çevre yaratılır. alanın asıl sahipleri, bölgeden ayrılmayarak katkıda bulunur. Yeni binalar çağdaş mimari örnekler sergiler. Ancak birçok girişimci ve yerel yönetimlere göre rantın düşük olduğu ve zaman kaybettirici bir yöntem olarak görülüyor.
Bu kısa bilgilerden sonra, kentsel dönüşümün nasıl olması gerektiğinin altını çizmek lazım.
Kentsel dönüşümde en önemli unsur sürdürülebilirlik, gürültü kirliliği kontrolü, enerji korunumu, mobilite, iletişim, su ve atık döngüleri konusunda öngörülere öncelik vermektir. Bu nedenle alt yapı önemlidir. kentsel dönüşümün gelecek nesillere hitap edebilmesi ve başarılı olabilmesi için daha öncede bahsettiğim pek çok farklı kişi ve kişilerin beraber çalışarak ortak bir gelişim projesine imza atmaları gerekiyor. İdari yöneticiler, müşteriler, şehir plancıları, mimarlar ve teknisyenler planlanmışmış bir master plan üzerinden kaliteli bir çevre için birlikte yola çıkmaları gerekiyor. Kentsel dönüşüm alanları var olan mahalle sakinlerinin sürgünü değil, farklı gelir gruplarının bir arada yaşamasını öngörmelidir. Genç aileler, yaşlılar, çalışan çiftler ve yalnız yaşayanlar ayrı ayrı düşünülmeli ve her birinin farklılaşan ihtiyaçlarına uygun konut tipleri geliştirilmelidir. Birbirine entegre olmuş konut ve ofis alanları oluşturulmalıdır. Mimarlığın tüm bu organizasyon içinde düğüm noktası olduğunun ve ancak diğer tüm bileşenlerle beraber bir sistem oluşturduğunun bilinciyle hareket edilen bir dönüşüm ve yapılanma başarıyı beraberinde getirecektir. Türkiye’nin son 12 yılına baktığımızda, iktidar tarafından, mutlak egemenliğini ilan eden, kültür ve doğa değerlerini metalaştıran ve kentleri rantiyenin şantiyesi gibi gören bir anlayış ve imar politikalarının egemen olduğunu görürüz. Yerelleşme ve demokratikleşme her vesile ile söylenmesine rağmen, bütün yetkilerin merkezde toplandığı, kamusal, özerk kuruluşların görmezden gelindiği de bir gerçektir. Toplumsal olan her şey ve bütün yaşamsal değerler pazara sunulmakta önünde engel olarak görülen ne varsa her türlü hukuksuzluk ve antidemokratik yöntemler kullanılarak aşılması hedeflenmektedir. İmar kanununda yapılan değişikliklerle çıkarılan 644 ve 648 sayılı K.H.K ile kurulan çevre ve şehircilik bakanlığına olağanüstü yetkiler verilmiştir. Çıkarılan 6306 sayılı afet riski altındaki alanların dönüştürülmesi hakkında kanun, torba yasalarla ve yapılan pek çok değişiklikle planlamanın asıl unsurları olan yerel yönetimlerin yetkileri ellerinden alınmış ve planlama süreçlerinde devre dışı bırakılmışlardır. Merkezde ve yerelde kentsel dönüşüm, rant hedefinin yanında baskı, tehdit ve zorla el koyma aracı haine gelmiştir. Mahkeme kararlarına karşın Atatürk Orman Çiftliğinin talanı da bu yöntemin güzel bir örneğidir. Bu politikalarla, hak ihlalleri, mağduriyetler, sürgünler başlamış kentlerin yaşam kalitesi düşmüştür. Kentsel mekanlarda toplumu etnik, inanç, sosyal sınıf temelli ayrıştıran uygulamalar gerçekleştirilmiş, toplum katılımı tamamıyla dışlanmış, demokrasi ve hukuk normları tamamıyla askıya alınmış, inşaata dayalı sermaye birikimi modeli ile yeni bir sınıf yaratılmış, imar ve kentleşme giderek merkezileşmiş ve otoritenin finans kaynağı haline gelmiş, kentler Toki eliyle kimliklerini yitirmiş, yeni yapı üretimi Selçuklu ve Osmanlı taklitleri ile post modern kopyalarla dolmuş ve bütün bunların sebep ve sonuçlarını araştıran, bir vazifesi de kamu yararına çalışmak olan odalara darbe vurulmaya çalışılmıştır. Hatta değeri kendinden menkul bir takım yazarlar tarafından araştırmaya bile tenezzül etmeden saldırılmış neredeyse vatan haini ilan edilmişlerdir.
İşte metropolleri karakterize etmeye başlayan bu dinamizm, hız algısı, kalabalıkların devinimi, çok kültürlülük, çok katmanlılık, karmaşa, çeşitlilik ve çok seslilik günümüzde, kentleri ilgi çekici kılan yanlış yönde estetik değerler haline getirmiştir. Aslında estetik açıdan doyum sağlayan “düşünmeyi hayal kurmayı ve diğer insanlarla bir araya gelmeyi özendiren” bir kent olgusunun yalnızca kütleler, boşluklar, mekanlar, biçimler ve malzemelerden oluşmadığını, içerdiği yaşamla bu çevrede nasıl yaşanabileceğinin ve nasıl yaşandığının üzerinde durmak gerekir. Mimarlık gibi kentsel tasarım ve kent planlama etkinlikleri insanların yaşayacağı fiziksel çevre ile birlikte toplumsal çevreyi de belirlemektedir. Tam da bu nedenle tüm bu kentsel planlama etkinliklerinin estetik olduğu kadar etik boyutu da olmalıdır. Bu anlamda mimarlara ve kent plancılarına, tüm toplum gruplarının yaşam çevrelerinde çevrenin niteliğinin iyileştirilmesi ve kentlilerin ortak buluşma alanları olan kamusal alanların sayılarının, erişilebilirliğinin ve niteliklerinin artırılması yönünde önemli rol düşmektedir.
Çevresel bilinç ve doğal çevreye verilen önemin artışı ile birlikte, hem sürdürülebilir yaşam tarzına hem de sürdürülebilir fiziksel çevreye duyulan ihtiyaç artacaktır.
Karar alma süreci, kentte yaşayan insanlar arasında diyalog sağlanması için yaratılan fırsatlar, yurttaş merkezli bir toplumun oluşturulması için önemli bir faktördür. Özellikle yakın çevreyi ilgilendiren konularda, bu süreçlere halkın katılımı önemlidir ve olması gerekir. Ulusal yasa koyucu olarak devlet, yapı ve yapılı çevre üzerinde çok yönlü ve kapsamlı bir sorumluluğa sahiptir. Devletin, yerel yönetimlerin görevi, yaşam çevrelerinin ve yapıların dengeli gelişimi için çerçeveler tanımlayarak fırsatlar sunan, kaliteli yaşam çevrelerinin oluşumunu ve korunmasını destekleyen uygulamalar gerçekleştirmektir. Maalesef günümüz Türkiye’si bütün bunlardan uzak bir gelişim göstermektedir. İstanbul çılgınlığına Anadolu kentleri de kendini kaptırmış, toplumsal sorunlardan hareketle tüketimciliğin yerine sosyal adalet konularını önemseyen alçak gönüllü bir kentsel yaşamın estetiğini yaratmak yerine, eşitsizlik ve yoksullaşma, güvensiz kaldırımlar, insan değil araç odaklı kentler hızla gelişmeye başlamıştır. Kamusal mekanın estetiği ve düzeni yaratılmadığında, kentlerdeki yaşamın özel mekanlara kapanması ve kaçışı, bir başka deyişle özel ve kendi içine kapalı mekanlarda çözülüşü kaçınılmaz olmaktadır. Yani kentler yerini sitelere bırakmakta benim kentim değil benim sitem deyişi ön plana çıkmaktadır. Duvarlarla çevrilmiş özel güvenlik elemanları ile donatılmış kapalı sitelerle birlikte kent yaşamı parçalara ayrışmış, kimi kimden koruyorsun sorusunu gündeme getirmiştir.
Kentlerin estetiğine, kendine özgü değerlerine darbe vuran bir diğer örnek ise Toki uygulamalarıdır. Batıdaki toplu konut uygulamaları her geçen gün daha nitelikli konutlar üretmeye odaklanırken, Toki’ nin uygulamalarını mimari açıdan kaçırılmış fırsatlar olarak görmek mümkündür. Özellikle 90’lı yıllardan sonra tip projeler uygulanmaya başlanmış olması, yöresine ve arazi dikkate alınmadan türkiye’nin her yerinde kısa zamanda hayata geçirilmek istenmesi, bir anlamda siyasallaşması ve bu projelerdeki alt yapı yetersizliği büyük bir hayal kı güvenli ve sağlıklı bir kentleşme için başta yerel yönetimler olmak üzere bütün kesimler tarihsel bir sorumluluk ve sınavla karşı karşıyadır.
Kentsel dönüşümün en iyi örneklerine ve Avrupa’nın belli başlı şehirlerinde ki örneklere baktığımızda, özellikle Madrid’te, dar gelirliler ve yaşlılar için geliştirilen konut alanları öne çıkmaktadır belediyelerin organizasyonunda gelişen bu konutlar, nitelikli olmakla kalmayıp çevresel ve doğal malzeme ve yenilikçi teknolojiler kullanılması ile dünyaya öncülük ediyorlar. Madrid belediyesi bünyesinde kurulan konut geliştirme şirketi, özellikle dar gelirli genç aileler için ucuz ama nitelikli konutlar üretmektedir. Adı sosyal konut ta olsa binaların birbirinin aynı olmaması ve kaliteli olması, bütün bunlar için projeler geliştirilmesi, dünyaca ünlü mimarların çağrılıp ancak yerel mimarlarla ekipler oluşturarak yöreye ve yaşam biçimine has özellikleri bir tasarım girdisi olarak değerlendirilmesi, bizim yöneticilerimizin örnek alması gereken uygulamalardır. Barselona belediyesi de kaliteyi ve bina estetiğini ön plana çıkararak, çevreci, doğal kaynakların ve ucuz enerjinin önemsendiği yarışmalar düzenlemiş bu anlamda başarılı örnekler vermiştir.
Bütün bunların ışığında; meslek örgütleri ile kurulacak doğru ilişkiler hem yerel yönetimlerin hizmetlerini ve devamlılığını doğru kanallardan ve toplum hizmetini daha gerçekçi verebileceği bir ortama doğru kaydıracak . Hem de demokrasinin gereği olan kamu yararına çalışan sivil toplum örgütleri, belediyeler işbirliğini arttıracaktır.
Ali Özerk Mimar
Mimarlar odası Balıkesir Şube Başkanı