MİS GİBİ TANDIR EKMEĞİNDE BOL -BOL” RUŞEYM” DE VARDI

MİS GİBİ TANDIR EKMEĞİNDE BOL -BOL” RUŞEYM” DE VARDI

Tandır ekmeği yemeyeli o kadar çok yıl geçti ki, arada bir canım çekse de, etrafta tandır göremediğim için boynumu büküyorum. Çocukluğumda halamların avlusunda tandır vardı . 7 çocuklu aile… Eşi, Milli Mensucat Fabrikasında  dokuma ustasıydı. Mahfesığmazdaki bağlarından da yararlanırlardı ama yine de kendi ekmeklerini yapmayı yeğ tutarlar, birkaç haftalık ekmeği kendi tandırlarında yaparlardı. Sacda yapılan yufka ekmek tandırın yerini asla tutamaz.

Pişirme gününü ekmekçi kadın belirlerdi. O gün şafak sökmeden önce leğenlerde hamurlar yoğrulup mayalanırdı. Maya, bir önceki ekmeğin hamurundan alınarak minicik yeşil sırlı çömlekte korunmuş olurdu. Bugün buna “Ekşi maya” deniliyor.

Gün doğarken, ekmekçi kadın bohça dediğimiz yuvarlak, ortası kabarık, arkasında tutamak olan sert mindere benzer aygıtıyla gelirdi. İlk iş olarak tandır çukuruna eğilip ateşi yakardı. İliştirilen çam üstüne bağdan kesilmiş budama çubuklarını atıp iyice harladıktan sonra, bir veya iki gün önce satın alınmış çalı ile tandırı en az bir saat canlı alevlerle ısıtırdı. Çalı, sonradan pelit diye öğrendiğim sert yaprağının kenarları dikenli örtü bitkisiydi. Yıllar sonra adının pelit olduğunu öğrendim. Teee Karaisalı’dan kesilip eşek üstünde Adana sokaklarında satılan ciddi yakacaktı.

BEZECİ, ARACILAR

VE OKLAVACILAR

Ekmek sabahı halamın üç kızı ile birlikte, diğer halam, annem ve yengem birlikte çalışırlardı. Birinin bezelediği  hamuru diğeri azıcık açarak iki veya üç oklavacıya verirdi. Dilimizde oklava değil, “okla” vardı o yıllarda. Annem rahmetli vefatına kadar okla demeyi sürdürmüştü. Yufkalar belli sayıya ulaşıp da tandır de tavını bulunca, ekmekçi işe girişirdi. Yufkayı bohçasına serip tandırın sıpsıcak duvarına yapıştırarak pişirirdi. Tandırda her an iki veya üç ekmek olabilirdi. Alevden uzak hamur kısa sürede yer yer açık kahve rengiyle artık olduğunu gösterince, sağ dirseğinden ellerine kadar kalın kolluk takmış olan ekmekçi söküp alır, yerine yeni yufkayı yapıştırırdı.

Tandırı olanlar, Mayıs sonu, Haziran başı Buğda Bazarına (Buğday Pazarı) gidip çuvallarla buğday alır,  gerektikçe değirmende çektirirdi. Un elekten geçirilse de, içinde yeterince kepek ve en önemlisi ruşeym denilen son derece yararlı madde kalırdı. Kısacası, o ekmekler hem çok lezzetli, hem de gerçekten vücut için oldukça yararlıydı. Hafif su serpilip üstü örtülerek yumuşatılan ekmekle peyniri dürümleyip zerdali reçeliyle yediğim çocukluk günlerimi hasretle ve ağzım sulanarak anımsarım.

VEE, KARŞINIZDA

SAYIN RUŞEYM!..

Yaşım itibariyle yakın diyebileceğim geçmişte “Ruşeym” diye bir maddenin varlığını öğrendim. Buğdayın üst tarafındaki ufacık küreymiş rüşeym. Tanenin hem kalbi, hem beyni sayılırmış. Vitamin ve mineraller bakımından mükemmel zenginliğinden bahsedilir. Ruşeymi alınan buğday asla çimlenmezmiş. Bir ton buğdaydan ancak bir kilo alınabildiği için de çok pahalıymış. Bu nedenle, piyasada bulunan unun tamamına yakını ruşeymsizmiş. Çünkü un üreticileri asıl kazancı bu maddeyle elde edebilirmiş.

Gelelim yararlarından bazılarına; şöyle diyorlar:

– Ruşeymde buğdaydan kat-kat fazla lif bulunduğundan sindirim sistemine destek oluyor.

– Doymamış yağ asitlerince yüksek olması nedeniyle kalp-damar hastalıklarına yakalanma riskini azaltıyor.

– Belli oranlarda tüketildiği sürece tok tutuyor ve zayıflamaya yardımcı oluyor.

– Bitkisel bir ürün olduğu için içerisinde kolesterol bulundurmuyor.

– E, A, B1, B6 ve en önemlisi de folik asit bakımında oldukça zengin.

– Kan şekerini dengeliyor, bu şekilde ani acıkmaların ve tatlı krizlerinin de önüne geçiyor. Şeker yeme isteğinizi azaltıyor.

– İçerdiği vitamin ve mineraller sayesinde daha enerjik olmamızı sağlıyor.

– Saç ve tırnakların daha güçlü olmasına yardımcı oluyor. Saç dökülmesi en aza indiriyor.

Kepeğiyle, rüşeymiyle nar gibi kızarmış mis gibi tandır ekmeğimi özlemeyeyim de ne yapayım ben, söyler misiniz!. ( Yazar:  Nurettin Çelmeoğlu