Modernizm ile postmodernizm, sık kullanılan bir kavram çiftidir. Modernizm ile postmodernizm arasındaki farklar , benzerlikler, özellikler de düzenli olarak tartışmaya açılan konular olmuştur.
Smith (2005: 289) Postmodernizm, postmodernite ve postmodernleşme kavramları arasındaki anlam farklarından bahseder. Ona göre Postmodernizmin çeşitli boyutları vardır:
“Öncelikle modernizmin estetik ve sanatsal kodlarını reddeden estetik ve sanatsal bir tarzı anlatır. Postyapısalcılıktan kaynaklanan felsefi ve kuramsal bir konumlanışı da kucaklar ve modernist düşünüşün ilkelerini reddeder. Postmodernite kavramı, modernitenin ötesinde olduğu düşünülen bir toplumsal gelişim aşamasını ifade eder. Buradaki eş anlamlı sözcük postmodern çağdır. Temel düşünce, kültür ve kültürel tüketim, medya ve bilgi teknolojisi etrafında düzenlenmiş bir post endüstriyel ekonomi yönünde kesin ve köklü bir kaymanın olduğudur. Postmodernleşme ise moderniteden postmoderniteye geçişi itekleyen bir toplumsal değişim sürecini anlatır.”
Best ve Kellner ise (2010: 48-49), postmodernistin niteliklerinden bahseder:
“Bir postmodernist, bilgi, kültür ve toplumda cereyan ettiği iddia edilen kopuşları betimler ve hararetle savunurken, yeni ve ‘radikal’ olduğunu düşündüğü postmodern söylemler ve pratiklerle özdeşleşirken çoğu zaman moderne karşı saldırıya geçer. Böylece bir postmodernist, modern söylemlerin ve pratiklerin kusurlarını alt etmek için, yeni kategorilerin düşünce ve yazım tarzlarının, yani değer ve politikaların yaratılması çağrısında bulunur.”
Postmodernizmin birçok kültürel alanın çabasını -mimarlık, edebiyat, fotoğraf, film, resim, video, dans, müzik ve başka yer- içinde taşıdığı aşikârdır. Bunlar bireyin hem kendilik temeline hem de sanata vurgu yapar. Postmodernizm kavramı Batı dünyasında iki temel öge olan ekonomik kapitalizm ve kültürel hümanizm düşüncelerini kapsar. Bu iki başat ögenin genel anlamda ataerkinin oluşum temeline işaret ettiği belirtilir (Hutcheon, 2002: 1-13). Böylelikle modernizmin kalıcı ilişkilerini eleştirir. Devlet ve entelektüel söylem arasındaki karşılıklı ilişkilerin ne olduğunu tanımlar. Sosyal ve felsefi süreci ya da koşulları tayin eden bilgi, söylem ve iktidar yapılarını sorgular (Hutcheon, 2002: 23).
Bu kavramlar arasındaki farkları belirttikten sonra, Ziyauddin Serdar’ın Postmodernizmin ilkelerinden bahsetmek gerekir. Ona (Görgün-Baran, 2006: 373-375) göre;
Bütün bu ilkelere ek olarak Postmodernizmin niteliğini belirleyen altıncı ilke çoklukla ilgilidir. Postmodernizm çeşitlilikle ve çoklukla ilgilenir. Irkların, kültürlerin, cinslerin, doğruların, gerçekliklerin, cinselliklerin ve hatta akıl yürütmenin çoğulcu oluşuna vurgu yapar ve hiçbir tarzın bunlardan birinin diğeri üzerinde egemen olamayacağını ileri sürer (Dellaloğlu, 1995: 31).
Huyseens’e (1984: 8) göre ise postmodernizm Batı toplumlarında ortaya çıkan bir kültürel dönüşümün, bir duyarlılık değişiminin parçasıdır. “ Postmodern ” terimi, en azından şimdilik, bu değişimi ifade etmek için bütünüyle yeterli gözükmektedir.
Söz konusu dönüşümün doğası ve derecesi tartışılabilir, ama dönüşümün kendisinin varlığı tartışmasız kabul edilir. Huyseens, yanlış anlaşılmak istemem, kültürel, toplumsal ve ekonomik düzenlerde toptan bir paradigma değişimi yaşandığını iddia etmiyorum; buna benzer herhangi bir iddia, açıktır ki şişirilmiş olacaktır. Ama kültürümüzün önemli bir kesiminde, duyarlılıkta, pratikte ve söylem oluşumunda gözle görülebilir bir değişim yaşanıyor. Bu değişim, bir dizi postmodern varsayımı, deneyimi ve önermeyi daha önceki dönemden ayırmaktadır, demektedir.
Anlaşılacağı gibi postmodernizm, modernizme karşı bir meydan okumadır.
Roseanu’ya göre “Modern bilimin pozitivist, ampirist, rasyonel mantıksal modeli bu paradigmanın başarısı üzerindeki konsensüs sürdüğü ölçüde toplum bilimlerindeki merkezi yerini korumuştur.” Ama bu konsensüs bozulmaya müsaittir ve tam ortaya çıkan bariz yetersizlikler modern bilime belli tehditlerle bakmayı makul hale getirdiği sıralarda postmodernizm çıkagelmiş ve ilk olarak modern bilimin en hevesli taraftarlarının vaat ettiği can alıcı sonuçların bir türlü ortaya çıkamayışından duyulan sabırsızlığı gittikçe arttırmış ve toplum bilimleri ile pozitif bilimlerdeki kinizmi beslemiştir. Modern bilimin kısa vadede hataları trajik sonuçlar doğurmakla kalmıyor, beklentiler abartılı hale gelirken verilen sözler de tutulmuyordu (Rosenau, 2004: 28-29).
Roseanu’ya göre toplumbilimlerindeki postmodernizm kısmen modern bilimin var olan yetersizliklerine karşı bir tepkiydi ve tepkiler
Dolayısıyla postmodern söylemler, modern söylemlerle ve pratiklerle bağlarını kopartan yeni sanatsal, kültürel ya da teorik perspektifleri ifade etmektedir.
Best ve Kellner’e göre, “post önekinin konulduğu terimlerin hepsi de moderni izleyeni ve modernden sonra geleni tarif eden art arda birer işareti olarak işlev görür. Böylelikle postmodern söylem tarih, toplum, kültür ve düşüncede anahtar niteliği taşıyan bir dizi değişimi betimleyen dönemleştirme terimlerini içerir” (Best&Kellner, 2010: 47). Yine de bazı yazarlarca, post teriminin mahiyetinde bir muğlâklık söz konusu olduğu belirtilmekle birlikte post terimi modern olmayana işaret eder. Böylelikle bu terim modern çağın teorik ve kültürel prapratiklerine ve onun ötesine geçmeyi içeren aktif bir olumsuzlamayı da içinde barındırır. Bu anlamıyla post öneki kendisini öncelemiş olandan aktif bir kopuşu, ama aynı zamanda bu bağımlılık ve süreklilik anlamını da ifade eder. Böylelikle postmodern teorisyenlerin birçoğunun terimi, Batı tarihindeki dramatik kopuşu ya da kırılmayı vurgulamak amacıyla kullandıkları görülmektedir. (Best&Kellner, 2010: 47-48).
Postmodernizm için toplumbilimleri söz konusu olduğunda Olumlayıcı ve Şüpheci Postmodernistler olarak iki genel eğilimden bahsedilir. “Kötümser, olumsuz ve kasvetli bir değerlendirmede bulunan şüpheci postmodernistler, postmodern çağın parçalanma, çözülme, hastalık, anlamsızlık ve toplumsal kaos çağı, ahlaki parametrelerin bulanık olduğu, hatta hiç olmadığı bir çağ olduğunu ileri sürerler. Modernliğin yıkıcı karakteri postmodern çağı, korkunç acımasız, yabancılaştırıcı, ümitsiz, yorgun ve ikircikli olan her şeyle karakterize edilen radikal aşılmaz bir belirsizlik çağı kıldığını iddia ederler. Dolayısıyla bu dönemde hiçbir toplumsal ya da siyasi projeye bağlanmaya değmez. Önümüzde nüfus artışı, soykırım, atom felaketi gibi felaketler durmaktadır. Mutluluğa, eğlenmeye, parodiye vb. şeylere yer bulunsa bile bunlar felaketi bekleyerek geçen dönemi süsleyen geçici, boş, anlamsız, eğlenti biçimlerinden ibarettir. Eğer şüphecilerin iddia ettikleri üzere hakikat diye bir şey yoksa o zaman geriye tek kalan şey oyundur, sözcüklerin ve anlamın oyunu” (Rosenau, 2004: 36-37).
Olumlayıcı postmodernistler ise, şüphecilerin eleştirilerine katılmakla birlikte yine de postmodern çağa daha umutlu ve iyimser bakarlar. Olumlayıcılar daha çok süreçlere bakma eğilimindedir.
“Ya olumlu siyasi eyleme açıktırlar ya da ‘Yeni Çağ’ dininden ‘Yeni Dalga’ yaşam tarzlarına kadar uzanan ve postmodern toplumsal hareketlerin tamamını içeren kişisel, dogmatik olmayan ve birer düşü olan projeleri tanımakla yetinirler. Olumlayıcıların çoğu dogmatik ve ideolojik olmayan, gelip geçici, deneysel bir felsefi ve ontolojik düşünsel pratik bulma peşindedirler. Ama bu postmodernistler, bir etiği olumlamaktan, normatif seçimler yapmaktan ve belli bir konuyla sınırlı siyasi birlikler oluşturmaya çalışmaktan çekinmezler. Olumlayıcıların çoğu bazı değer tercihlerinin diğerlerinden daha üstün olduğunu iddia ederler ki şüpheci postmodernistlerin onaylamayacağı bir akıl biçimdir bu.” (Rosenau, 2004: 37).
Kaynak: Çağdaş Sosyoloji Kuramları, s. 61-64, T.C. ANADOLU ÜNİVERSİTESİ YAYINI NO: 3552 AÇIKÖĞRETİM FAKÜLTESİ YAYINI NO: 2386