Muvazaa, irade ile beyan arasında istenerek yaratılan uygunsuzluk biçiminde kısa ve öz olarak tanımlanabilir. Hukuk literatüründe muvazaa, tarafların üçüncü kişileri aldatmak maksadı ile ve fakat kendi gerçek iradelerine uymayan ve aralarında hüküm ve sonuç meydana getirmeyen bir görünüş yaratmak hususunda anlaşmalarıdır, şeklinde tarif edilmektedir. (Nispi Muvazaa)
Meselâ, taraflar, aralarında muteber olarak akdettikleri bağışlama akdini, mirasçılardan saklamak veya ivazsız iktisaplardan alınan yüksek vergilerden kaçınmak maksadı ile zahiri olarak yaptıkları bir satış akdi ile gizlemişlerdir. Bunun aksi de olabilir: taraflar, meselâ, şufa hakkı sahibinin bu hakkını kullanmasına engel olmak için, satış akdini bir bağışlama akdi ile gizlemiş olabilirler. A, B’ ye evini gerçekte 10.000 liraya sattığı halde, tapu masraflarını daha az ödemek için semeni 1.000 lira olarak göstermişlerdir. Satılan malın bedeli meselâ şufa hakkı sahibini zarara sokmak için gerçek bedelden yüksek olarak da tespit edilmiş olabilir.
Nispi muvazaa söz konusu olduğu zaman, nazari bakımdan iki türlü muamele birbirinden ayırt edilmektedir:
Muvazaalı muamele, tarafların üçüncü kişileri aldatmak, onlara kendi geçek iradelerine uymayan bir durumu varmış gibi göstermek amacı ile yaptıkları muameledir. Meselâ, tarafların aralarında ciddi surette bir bağışlama akdi yaptıkları halde, üçüncü kişilere karşı bunu satış olarak göstermek maksadı ile vücuda getirdikleri muamele muvazaalı akittir. Keza, iflâs etmek üzere olan bir kimsenin alacaklılarının takibinden kurtulmak maksadı ile mallarını arkadaşına satmış gibi göstermek için onunla yaptığı satım akdi muvazaalı akittir.
Gizli akit, tarafların ciddi olarak istedikleri fakat başka bir muamele arkasında gizledikleri akittir.
“Nispi (mevsuf ) muvazaada ilke olarak görünüşteki işlemin altına saklanan ve tarafların içerik ve sonuçlarıyla birlikte gerçekleştirmek istedikleri işlem ( gizli sözleşme ) geçerlidir. Bu geçerliliğin, tarafların gerçek ve uygun iradelerinin bu yolda olmasından kaynaklandığı ve onun, muvazaalı hukuki işlemin altına gizlenmiş olmasının, ilke olarak geçerliliğini etkilemediği her türlü duraksamadan uzaktır.
Ne var ki; muvazaada, gizli işlem şekle bağlıysa ve bu gizli işleme ilişkin irade açıklamaları şekle uygun yapılmamışsa , görünüşteki işlem yapılırken yasaların öngördüğü şekle uyulmuş olması, gizli işlemdeki şekle aykırılığı gidermez. Bu durumda, görünüşteki işlem tarafların gerçek iradelerini yansıtmadığından herhangi bir sonuç doğurmadığı gibi, gizli işlem dahi şekle aykırılıktan dolayı geçersizdir .” (Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 03.12.2008 Tarih, 2008/1-711 Esas, 2008/725 Karar sayılı ilamından)
Görülüyor ki nispi muvazaada aslında gizli işlem ( örneğin bağış ) geçerlidir. Ancak bu gizli işlemin geçerli olması da eğer yasalarca öngörülmüşse şekil koşullarına uygun olarak yapılmış olmasına bağlıdır.
“Bilindiği üzere; uygulamada ve öğretide muris muvazaası olarak tanımlanan muvazaa, niteliği itibariyle nispi (mevsuf-vasıflı) muvazaa türüdür. Söz konusu muvazaada miras bırakan gerçekten sözleşme yapmak ve tapulu taşınmazını devretmek istemektedir. Ancak mirasçısını miras hakkından yoksun bırakmak için esas amacını gizleyerek, gerçekte bağışlamak istediği tapulu taşınmazını, tapuda yaptığı resmi sözleşmede iradesini satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesi doğrultusunda açıklamak suretiyle devretmektedir.
Bu halde yerleşmiş Yargıtay içtihatlarında ve 1-4-1974 gün ½ S. İnançları Birleştirme Kararında açıklandığı üzere görünüşteki sözleşme tarafların gerçek iradelerine uymadığından, gizli bağış sözleşmesi de Medeni Yasanın 706, Borçlar Yasasının 213 ve Tapu Yasasının 26. Maddelerinde öngörülen şekil koşullarından yoksun bulunduğundan, saklı pay sahibi olsun veya olmasın miras hakkı çiğnenen bütün mirasçılar dava açarak resmi sözleşmenin muvazaa sebebi ile geçersizliğinin tespitini ve buna dayanılarak oluşturulan tapu kaydının iptalini isteyebilirler .” (Yargıtay 1.HD. 24.01.2008 Tarih, 2007/10774 Esas ve 2008/696 Karar sayılı ilamından)
III. TAPUYA KAYITLI TAŞINMAZLAR BAKIMINDAN DURUM
Özellikle, Borçlar Hukukumuzun sistemine göre, gayrimenkul iktisabının iki kısma ayrılabileceğini göz önünde tutmak gerekir:
Gayrimenkul tapuya satış sebebine binaen tescil edilmiştir. Hâlbuki satış akdi muvazaa sebebiyle batıldır; hibe sebebi ise resmi senede bağlanmamıştır . Şu halde, gayrimenkul bağışının tescili sebepsiz kalacak ve kaydın terkini MK. M. 934’e göre talep edilebilecektir.
Yargıtay İçtihat Birleştirme Genel Kurulu 07.10.1953 T. 1953/8 E. Ve 1953/7 K. Sayılı ilamı ile bu hususu teyit etmiş bulunmaktadır. Yüksek Kurula göre; “Medenî Kanunun 634 üncü maddesi mülkiyeti nakledecek akitlerin resmi şekilde yapılmasını âmirdir. Bununla hakiki iradelerinin tam olarak taalluk ettiğini âkitlerin salâhiyetli memur huzurunda beyan etmeleri kasdolunmuştur. Memur huzurunda bey akdi hakkında iradelerinin telahuk ettiğini âkitler beyan eyleseler ve fakat hakikî kasıtlarının akit yaparken hibe olduğu sabit olsa bey’ akdi bâtıl olur, ama yerine hibe akdi kaim olmaz. Çünkü: memur huzurunda hibe hakkında tarafların iradeleri telahuk eylememiştir. Bu halde, tapu kaydı hali aslîsine irca olunmakla iktifa olunur. Müşteri vaziyetinde bulunan şahsa hibe sebebiyle mülkiyet intikal eylemiş olmaz.”
Son olarak Yargıtay İçtihadı Birleştirme Genel Kurulu’nun 01.04.1974 T. 1974/ E. ve 1974/2 Karar sayılı içtihadında da aynı konulara değinilmiştir.
“Bir kimsenin; mirasçısını miras hakkından yoksun etmek amacıyla, gerçekte bağışlamak istediği tapu sicilinde kayıtlı taşınmaz malı hakkında Tapu Sicil Memuru önünde iradesini satış doğrultusunda açıklanmış olduğunun gerçekleşmiş bulunması halinde, saklı pay sahibi olsun ya da olmasın miras hakkı çiğnenen tüm mirasçılarının, görünürdeki satış sözleşmesinin Borçlar Kanununun 18. maddesine dayanarak muvazaalı olduğunu ve gizli bağış sözleşmesinin de şekil koşulundan yoksun bulunduğunu ileri sürerek dava açabileceklerine ve bu dava hakkının geçerli sözleşmeler için söz konusu olan Medeni Kanunun 507. ve 603. maddelerinin sağladığı haklara etkili olmayacağına Yargıtay İçtihatları Birleştirme Büyük Genel Kurulunun 1.4.1974 günlü ikinci toplantısında oyçokluğuyla karar verildi.”
Davamızı esas ilgilendiren konu, taşınırların, alacak ve hakların devrinde muvazaa ve muvazaalı muamele arkasında gizlenen gizli muamelenin geçerli olup olmayacağıdır.
Taşınır malların mülkiyetinin nasıl intikal edeceği Medeni Kanunun 763. Maddesinde düzenlenmiştir. Taşınırların elden bağışlanması şekle bağlı olmayıp bağışlayanın bu şeyi bağışlanana teslim etmesiyle vücut bulur (BK. 723. Maddesi) ve mülkiyet alıcıya geçer.
Tarafların belli bir sözleşme yapmak istedikleri halde gerçek sözleşmeyi saklamak üzere diğer bir sözleşme yapmaları halinde görünürdeki sözleşme hükümsüz olduğu halde gerçek sözleşme geçerlidir.
Bunun istisnası gizli sözleşmenin geçerliliğinin şekle bağlı olması halidir.
“Böylece sözleşmenin konusu olan bu taşınmazlar tapuda kayıtlı bulunmadıklarına ve tapuda kayıtlı olmayan taşınmazların taşınır mal niteliğinde sayılmaları gerekeceğine göre tapusuz taşınmazlar üzerinde zilyetlikten ibaret olan hakkın devri, diğer bir ifadeyle teslim suretiyle elden bağışlanması hususundaki sözleşme BK. 237. Maddesinin birinci fıkrası hükmünce hiçbir şekil şartına tabi olmadığından muvazaalı satış sözleşmeleri altında gizlenerek yapılan bağışlama niteliğindeki tasarruf geçerli olup ancak tenkisi istenebilir.” (Yargıtay 4. HD. 18.11.1986 T. 1986/7027 E. 1986/7821 K. Sayılı ilamından)
Görülüyor ki; tapuya kayıtlı taşınmaz mallar dışındaki değerlerde , yani taşınır mal, alacak ve haklarda zilyetliğin geçiş yollarından olan kısa elden teslim, zilyetliğin havalesi ve hükmen teslim ile bağışlama yapılabileceği, burada özel olarak bir şekil koşulu öngörülmediği kuşkusuzdur. Nitekim BK. 237/1 maddesi : “elden bağışlama bağışlayanın bir şeyi bağışlanana teslim etmesiyle vücut bulur.” hükmünü amirdir.
Özetle; tapuya kayıtlı olmayan taşınmazlar, menkuller, hak ve alacakların zilyetliğinin devri konusunda bir geçerlilik şekli öngörülmediğinden bu değerlerin bağışlanması ya da bağış amacıyla bedelsiz devredilmesi işlemi hukuken geçerlidir. O halde, taşınır mal, hak ve alacaklarda muvazaa iddiasının dinlenmesi olanaklı değildir. Bunun tek istisnasının ise GİZLİ SÖZLEŞMENİN GEÇERLİLİĞİNİN YASALARCA BİR ŞEKLE TABİ TUTULMUŞ OLMASI HALLERİ olduğu yukarıda izah edilmişti.
Örneğin; “2918 sayılı KTK’ nun 20/d maddesinde, tescil edilmiş araçların her çeşit satış ve devirlerinin noterlerce ya da trafik şubeleri ve bürolarındaki yetkililerce yapılacağı belirtilmiştir. Şu düzenlemeye göre aracın satış yoluyla mülkiyetinin geçmesi için noterlerce ve trafik bürolarınca bir sözleşmenin yapılması gerektiği öngörülmüştür.
Bu açık hüküm karşısında, böyle bir sözleşmenin geçerli olmasının resmi biçim koşuluna bağlı olduğu kuşkusuzdur. Yasa koyucu bir aracın mülkiyetinin geçişi için noterde resmi bir sözleşme yapılmasını zorunlu kılmaktadır. Demek oluyor ki, böyle bir devir işleminin hukuki sonuç doğurması için, o sözleşmenin resmi biçimde yapılması bir geçerlilik koşuludur. Diğer bir anlatımla, alıcı ve satıcının iradelerinin hukuki sonuç doğurabilmesi için, BK. 11/2 maddesindeki düzenleme nedeniyle ve 2918 Sayılı KTK. 20/d maddesi gereğince resmi biçimde yapılması gerekmektedir. Ancak bu halde yanların iradelerine hukuki sonuç bağlanabilecektir.
Burada yasa koyucunun, iradelerin ancak yasada öngörüldüğü biçimde birleşmeleri durumunda bir değer ifade edebileceğini, aksi halde sonuç doğurmayacağını ve geçersiz olduğunu düzenleme altına almak istediği açıktır.
Görüldüğü gibi trafikte kayıtlı araçlar, yapıları itibariyle taşınır mal da olsalar mülkiyetlerinin geçişi taşınır ve taşınmazlardan farklı olarak, özel ve kendine özgü bir düzenleme koşuluna bağlanmıştır. Bunun sonucu olarak, alıcı ancak satış senedinde belirtilen hukuki neden gereğince aracın mülkiyetini kazanabilecektir. O nedenle SATIŞ ise SATIŞ, BAĞIŞ ise BAĞIŞ gereğince gerçekleşebilecektir. Eğer bu konuda yanlar arasında bir danışıklık varsa, bağış satış gibi gösterilmişse, gerçek iradeleri resmi senette birleşmemiş olması nedeniyle mülkiyet de geçmeyecektir. Yanların gerçek iradeleri ile senede yansıyan iradeleri birleşmediğinden, geçerli hukuki bir sonuç ortaya çıkmış sayılmayacak delillerin imkân vermesi koşulu ile danışıklı bir işlemin varlığının kabul edilmesi gündeme gelecektir. Bu sonuçta işlemin iptaline neden olacağı her türlü duraksamadan uzaktır.
…
Nitekim Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 12.05.1999 gün ve 1999/4-286 E. Ve 1999/293 K. sayılı kararında da aynı görüş benimsenmiştir.
Hal böyle olunca; yerel mahkemenin, davacıların dava konusu traktörün muvazaa nedeniyle sicil kaydının iptal ve tesciline yönelik talebini BK. 18 maddesi kapsamında değerlendirmesi ve anılan kanun maddesine dayanması doğrudur.” (YHGK. 03.12.2008 T. 2008/1-711 E. Ve 2008/725 K. sayılı ilamından)