Müzik, Resim, Şiir ve Oftalmoloji

Müzik, resim, edebiyat ve şiir büyük yer tutuyor. Prof. İmamoğlu mesleği olan göz hekimliğinin de büyük sanatlar arasında yer aldığını açıklıyor.

Prof. Dr. Halil İbrahim İmamoğlu 1991 yılından bu yana Karadeniz Teknik Üniversitesi Tıp Fakültesi Göz Ana Bilim Dalı’nda görev alıyor. Eşi de üniversitenin Mediko Sosyal bölümünde doktor olarak çalışıyor. Çiftin makine mühendisi bir oğlu, Bilkent 3. sınıfta iç mimari bölümünde okuyan bir de kızı var.

TOD’un korosunda yer alan Prof. Dr. İmamoğlu, üniversite yıllarında çok sıkı olmasa da belli bir müzik eğitiminden geçmiş. Kendisi Türk sanat müziği üstadlarının eserlerini hayranlıkla dinliyor ve bu parçaları severek söylüyor. . Kendine göre amatörce kanun da çalan Prof. İmamoğlu; edebiyatla besleniyor, boş zamanlarında kendi ifadesiyle resim karalıyor, portre çizmeyi seviyor, zaman zaman da şiir yazıyor. Prof. Dr. İmamoğlu hekimliğin de bir sanat olduğunu şu sözleri ile açıklıyor: “Hekimik her sanat dalı gibi beceri gerektirir ve bir öğreticiye ihtiyacı vardır.” Prof. Dr. Halil İbrahim İmamoğlu ile sanat dünyası üzerine konuştuk.

TOD’un Korosu’nda görev alıyorsunuz, müziğe olan merakınız nasıl başladı?

Türk Sanat Müziği sevdiğim bir müzik dalı. İlk olarak Türk Sanat Müziği’ne ilgim ortaokul yıllarında başladı. 70’li yıllarda, haftanın belirli günlerinde radyoda Türk san’at Müziği
programları olurdu ve her programda yaklaşık 7-8 tane Türk Sanat Müziği eseri seslendirilirdi. Dinlediğimiz bu şarkıları aile bireyleri olarak sahiplenerek kendimizi müziğin akışına bırakırdık. Şarkı sözlerine erişmek o zamanlar en azından benim için çok kolay değildi. Özellikle ilgi duyduğum, hoşuma giden şarkıları dinlerken bir taraftan da sözlerini yazmaya çalışırdım. Yazamadığım kısımlar olursa, aynı şarkının radyoda tekrar çalınmasını bekler, çalındığında yeniden dikkatlice dinler ve daha önce yazamadığım mısralarını kaydederdim. Böylece, şarkıları dinleye dinleyehem sözlerini hem de müziğini öğrenmiş olur, nota bilgisini teorik olmasa da pratik olarak bir şekilde kulağıma nakşederdim.

Müziğe yönelik profesyonel anlamda algı düzeyiniz ne şekilde gelişti?

Tıp Fakültesine girmeden önce 1 yıl kadar Ankara Yüksek Öğretmen okulunda okumuştum. Burada okurken, TRT nin sanatçı ve koro şeflerinden Ali Şenozan’ın yine aynı okulun bir dershanesinde vermiş olduğu Türk San’at Müziği derslerine 1 yıl kadar devam ettim. Daha sonra Hacettepe Tıp Fakültesi’ne geçince bir süre ara verdim. Fakat Üniversitenin Türk Sanat Müziği korosu olduğunu öğrenince bu koroya katılmak istedim. Koroya katılmak için çok zor olmayan bir sınav yapılıyordu. Sınav teferruatlı değildi. Daha çok ses ve müziğe yatkınlığa bakılıyordu, bir şarkı okuyordunuz ve beğenilirse koroya alınıyordunuz. Tıp fakültesi 1. Sınıfındayken (1977’de) sınava katıldım ve koroya girmeye hak kazandım. O zamanlar hocalarımız aynı zamanda TRT’nin kadrolu isimleri olan kanuni Gültekin Aydoğdu ve Udi Bülent Ulusoy’du. Koro bünyesinde konservatuarda okuyormuşçasına sıkı bir eğitim verilirdi. Eğitim günleri her cumartesi saat 10.00’da başlıyor ve 14.00’a devam ediyordu. Bu kapsamda; nota eğitimi, Türk Sanat Müziği’nin ritimlerinin, makamlarının eğitimlerini aldım. Bu çalışmalarıma 1980’e kadar, 4 yıl devam ettim.

Üniversite korosunda unutamadığınız konserleriniz oldu mu?

Evet oldu. Emel Sayın’la TRT’nin yapmış olduğu ortak programlar için düzenlenen konserler Hacettepe’de gerçekleştirilmişti. Bu konserlerin bir kısmında ben de bulundum.

Bir müzik aleti çalıyor musunuz?

1990’lı yılarda bir kanun aldım, önce kanunla ilgilenen bir doktor arkadaşımızdan ders aldım. Daha sonra Türkiye’nin önemli kanun hocalarından olan Özdemir Hafızoğlu’ndan kısa bir süre eğitim aldım. Kanun çalmayı kendi çabalarımla geliştirdim, artık istediğim parçaları kendi kendime çalışarak kanun çalabiliyorum.

TOD korosunda yer alma fikri sizde nasıl oluştu?

TOD’un Korusu’na 4 yıl önce katıldım. O dönem Nurcan Gürkaynak koroyu yönetiyordu. Nurcan Hanım bir gün beni aradı ve “Koro kursak gelir misin?” deyince kabul ettim ve benimle birlikte başka kişiler de koroya katıldı. Koroda yer aldım, ayrıca TOD Konseri’nde solistlik de yaptım.

Sizin yer alacağınız yeni konserler olacak mı?

Evet. Koro şefimiz Mayıs’ta bir konser verileceğini ve söyledi. Bu konserde ben de yer alacağım. Konser repertuarındaki eserleri çalışmaya başlayacağım; yani yeni çalışmalarımız da olacak.

Bildiğim kadarıyla şiir de yazıyorsunuz. Peki, şarkı sözü olabilir mi şiirleriniz, hiç bu gözle baktınız mı şiirlerinize?

Şiirlerim şarkı sözü niteliğinde değil, biraz kahramanlık biraz da felsefi sözler içeren şiirler. “Şarkı sözü yazabilir miyim?” diye düşündüm ama açıkçası şarkı sözü biçiminde yazmadım.

Şairlerden kimleri seversiniz?

Öğrencilik yıllarımızdan itibaren okuduğumuz kitaplarla gelişti şiir anlayışımız. Fuzuli’den Baki’ye , günümüz şairlerine kadar uzanan çok geniş bir yelpaze benim için. Çok okuduğum ve ezbere bildiğim şiirlerden örnekler vermem gerekirse; Abdülhamit Tarhan’ın Makber’ini, Necip Fazıl Kısakürek’in Sakarya’sını, Faruk Nafız Çamlıbel’in Han Duvarlarını, Mehmet Akif Ersoy’un Çanakkale Şehitleri’ni çok severim.

Şiir yazmaya nasıl başladınız?

Şiire duyduğum sevgi beni yazmaya yönlendirdi. “Acaba ben de yazabilir miyim?” sorusu ile başladım şiir yazmaya… Yazarken okuduğum edebi eserlerden, romanlardan da etkilendim. Zihindeki bu tür yaratıcılık süreçlerinin okuyarak geliştiğine inanıyorum.

Şiir yazma yönteminizden söz eder misiniz?

Hece ölçüsü ve kafiye yazmaya başladığım ilk günden bu yana şiirlerimde önem verdiğim unsurlardır. Ben şiirleri hep bir şeylere odaklanarak, bir konuyu çokça düşünerek yazmışımdır. Mesela bir kahramanlık şiiri yazarken, aklıma okuduğum bir romandaki kahramanlıklar takılmıştır. Bazı şairlerin biyografilerinde okuduğum çok önemli bir yöntem ya da bilmeden içdürtüsel olarak yaptığı bir şey var. Şair yazıyor ve bırakıyor.. 1 ay 2 ay sonra hatta bazen çok daha da geç bir zamanda tekrar yazmaya devam ediyor. Üzerinden bir sene geçtikten sonra bile yarım bıraktığı şiiri tamamlamak için yeniden şiire dönen şairler var… Dinlenmeye, demlenmeye bırakma süreci bence çok önemli. Bununla birlikte “gece uyandım ve bir şeyler yazdım” diyen şairler de var, bence bu da doğru bir durum, çünkü o an ilham geliyor ve kaydediyor, o cümleyi kaybetmek istemiyor. Bir konu hakkında bir şeyler düşünürken aklımıza gelen mısraları kesinlikte hemen not almak, yazmak gerekiyor. Aynı dizeleri daha sonra bir daha bulamıyoruz, bu yüzden o anda yazmamız önemli.

Anlık yazdığınız, aklınızdaki şiirlerinizden birini bizimle paylaşır mısınız?

1977 Ankara’sında zaman üzerine düşünürken yazdığım bir şiirimi aktarayım:

“Zaman, sanki bir saman
Alevi gibi tamam
Oluyor ama, bir an
Yavaşlıyor bu devran.
Niçin dersin sonradan
Bir handikap bu mekan.
Tekrar döner sorarsın
Acep işim mi tamam?”

Sanatla olan bağınız sizde nasıl bir etki bırakıyor?

Kendi mesleğiniz dışında bir şey ile uğraşmak aslında her zaman rahatlatıcı bir şeydir. Farklı bir alanda kendinizi bir şekilde unutmuş oluyorsunuz. Bunun da biraz keyfini çıkarmak
gerekiyor.

Hekimliğin sanatla bağlantılı olduğunu söyleyebilir miyiz?

İşin doğrusu hekimlik bir sanat dalıdır. Hatta bu konuda ilk çıkarılan kanunun ismi “tababet ve şuabatı sanatlarının tarzı icrasına dair kanun” şeklindedir. Yani tıp mesleği aynı zamanda
bir sanat dalı kabul edilmiştir. “Neden sanat diyoruz?” Bir beceri var, bir de sanatı size öğreten bir üstad var. Sanat bir hoca, üstad ile aktarılan bir alandır, yoldur. Bir hekim de
yanına birini seçer alır ve tüm bildiklerini ona tek tek öğretir. “Hekimlik neden sanat kabul ediliyor?” Çünkü insan üzerinde bir takım uygulamalar yapıyorsunuz, aynı zamanda insanı
mevcut halinden farklı bir duruma getirebiliyorsunuz, onu değiştirebiliyorsunuz. Tüm bunları düşündüğünüzde hekimlerin insan üzerinde bir sanat tatbik ettiğini görebilirsiniz… Ama bu
sanatı doğru uygulamak gerekiyor. Bir heykeli yaptınız, kırdınız yenisini yapabilirsiniz, ama insanı yapamazsınız.

Hekimliğin püf noktaları nelerdir sizce?

Birçok püf noktası var ama mademki bu mesleği sanatla özdeşleştirdik biz de sanat yönünden püf noktasına bakalım. Bir kere hekimlik sanatı en zor sanattır. Bunu kabul etmemiz gerekiyor. Çünkü doğrudan insan vücudu ile uğraşıyorsunuz. Dolayısıyla siz bu sanatı iyi icra etmek istiyorsanız, sizi yetiştirene iyi kulak vermeli, onun öğretilerini dikkate almalı ve onun uygulamalarını iyi öğrenmelisiniz. Hekimlerin işlerini doğru yapmaları çok önemli. Bilmediğiniz noktada durmalı ve kendinizi geliştirerek gerekirse bir şeyler katmalısınız.

Ophthalmology Life 2017 25. Sayı