Çocuk olmak, çocuk kalmak ciddi bir iştir, evrensel kuralları vardır. Bu paralel evrenin kendi iktisadi teorileri, hiyerarşik yapıları, sosyolojik direnç noktaları, kanunları ve nizamı vardır. Öyle her isteyen elini kolunu sallayarak çocuk olamaz, çocuk kalamaz. Kendi içinde bürokrasisi, efsaneleri, ritüelleri, akilleri vardır. Kolay değildir çocuk olmak, çocuk kalmak. Her birisi tuğla gibi ağır yüzlerce cilt ansiklopedik bilgiyi ezbere bilmek gerekir. Ciddiye almazsanız sürgün edilirsiniz bu topraklardan ve kalanlar arkanızdan hüzünlü gözlerle acıyarak bakarlar veda ederken size.
Öncelikli bilmeniz gereken, anayasanın birinci maddesi sayılabilecek bir kural vardır, değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif dahi edilemez. Her çocuk dünyanın neresinde olursa olsun veya neresinden gelirse gelsin “önyargısız” olmak zorundadır ve “önyargılarımı bir kenara bırakmalıyım” diye işlemez sistem, aklına bile gelmez. Renk, cinsiyet, eksiklik, fazlalık çocuk olmaya engel değildir, diğer çocuklarla oynamaya, gülmeye, sarılmaya, coşmaya, coşturmaya bahane olarak kullanılamaz. Bakar mısınız saçmalığa, çok zor bir kural.
Hiyerarşi çok önemlidir bu evrende, herkes yerini, sınırını bilecek. Hayal gücünün sınırsızlığıdır ilk sınır. Bir an için mor çimenlerde kanat çırpan pembe tavşanken hemen bir uzay gemisinin “şoförü” olabilirsiniz ya da yeleleri rüzgarda savrulan bir aslana dönüşebilirsiniz. Battaniyelerden iskan edilmiş dev bir kalenin şövalyesi olabilir ya da bez bebeklerinize çay servisi yapan prensese dönüşebilirsiniz. Hiyerarşi önemli, yerini bilmezsen nasıl tanımlayabilirsin içinde bulunduğun evreni. Takip etmesi çok zor, konfor alanı tüm evren kadar olan dar bir alan, herkesin harcı değil.
Kendi iktisadi kuralları, değerleri, değersizlikleri vardır. Babaannenizin eski dikiş kutusundan yürüttüğünüz rengarenk bir kaç tane eski yelek düğmesi en büyük hazinelerinizden biridir mesela. Merkez bankalarının kasalarının tamamı tel maşa kalır yanında. Tahta parçalarından kendi yaptığınız bir “arabamsı” dünyanın en lüks otomobilini bir kaç defa satın alır, üstüne sakız alacak büyük bir servetiniz bile kalabilir. İçerisinde rengarenk desenleri olan bir “misket” (bilye, cicoz, mile, cilli, meşe, cıncık) ejderha ordusuyla korunacak kadar önemlidir, ederi ise komşu çocuğunun ponçik ellerini uzatıp gülümseyerek istemesi kadardır. Hadi karşılayın bakalım bu bedeli. Zor, iktisat zor.
Mahalle kabilelerinin akiller meclisi vardır, sosyolojik dinamikleri takip eden, teoriler ve öngörüler üreten önemli bir kurumdur. Hangi mevsimde hangi oyunun oynanacağını ve “oyun ekinoks” zamanlarını büyük bir ciddiyetle takip eder. Ne zaman “zırdır zımba” oynanır, ne zaman misket mevsimi başlar, hangi futbolcu kartı diğerlerinden önemlidir, hacı amcanın erik ağaçlarına ne zaman “dalınır” gibi hayati kararları büyük bir ciddiyetle alır. Çift kale maç yaparken takım seçme ritüelleri, kale taşları arasının kaç adım olacağı, kaç kornerin kaç penaltı edeceği gibi toplumsal öneme sahip kararlar da bu akiller meclisinin görevleri arasındadır. Yere düşen salçalı ekmeğin ne zaman yenilebilir olduğunun zaman çizelgesi, eğer atılacaksa kaç kere öpüp alnımıza konulacağının kuralları ve hangi duvarın üstüne bırakılıp kuşlara yem edileceği gibi ciddi konular da bu meclisin akilleri tarafından karara bağlanır. Zor, gerçekten zor bu kadar bürokrasi ile yaşamaya çalışmak.
Bir de çocukluktan zamansız ayrılanlar vardır. Onlar erkenden yetişkin gibi davranmaya başlayanlardır. Ruhlarının bir yarısı müselles oyununun çizgilerini çizebilmek için çığlık atarken diğer yarısı kukalı saklambacın kırmızı tuğla parçalarından yapılan kulelerini tekmeler. Kimse yüzlerine bir şey söylemez ama arkalarından biraz acıma duygusuyla biraz da korkuyla esrarengiz bir seyahate çıkan seyyahın yola çıkışını seyreder gibi bakarlar. Onlar için fısıltıyla karışık “Üstüne çok gitme, seneye liseye başlayacak, fazla vakti kalmadı.” denildiğini duymuşsunuzdur belki.
İstisnalar da var elbet, ne kadar yaş alırsa alsın bu evrenin fahri konsolosları olan “Homo yetişkinus’lar” görebilirsiniz etrafınızda. İki evren arasında gönüllü işbirlikçilerdir onlar. Rahmetle andığımız Barış Manço, tanıma mutluluğunu yaşadığım en iyi evrenler arası bürokratlardan biriydi mesela. Dikkat edin dünyada “iyi” şeyler yapan tüm “Homo yetişkinus’lar” içlerindeki çocuğu yaşatmaktan hiç vazgeçmeyen kişiler arasından çıkar.
Uzun lafın kısası çocuk olmak zor zanaat, kuralları, bürokrasisi, sınırları, sınırsızlıkları ile herkesin üstesinden gelebileceği bir sorumluluk değil. Biz çocukluğu “çocuklara” bırakalım ve sıkıcı, neşesiz, mutlu olma kuralları başkaları tarafından belirlenmiş “yetişkin” evrenimize iltica edelim, hem de geri dönmemecesine. Kurallarını, süresini ve ödüllerini oyunu oynayan kişinin belirlediği sonsuz ihtimallerin evreninde kalmak zor, çocuk olmak, çocuk kalmak gerçekten çok zor.