NİYE GELDİM İSTANBUL’A

Nasıl ve Niye Geldim İstanbul’a

Dört Türk arkadaş Haziran sonu idi liseden mezun olduk. Çok mutlu idim. Liseyi birincilikle bitirmiştim. Beş temmuz da Yunanistan’daki üniversitelere aday kaydının son günü idi. Bizim daireden (T.C Gümülcine Başkonsolosluğu ) haber gelmişti.

Yunanistan üniversitelerinin giriş imtihanına girilecek, başarılı olunmaz ise Türkiye ’de üniversite okumak için ancak o zaman tahsil vizesi ve burs verilecekti.

İyi güzelde mezun olduğumuzu öğrendik, öğrendikte elimizde bunu kanıtlayacak ne bir belge, ne bir tasdikname mevcut değildi. Aday kaydı yaptırmak için okula gidiyoruz; azınlık mensubu, Türk olduğumuz için bizim diplomaların Kavala şehrinde bulunan azınlık eğitiminden sorumlu müfettişliğe gönderildiği söyleniyordu.

Biz dört arkadaş her gün şehirlerarası otobüse binip bizim İskeçe iline sadece 50 km uzaklıkta bulunan Kavala şehri ndeki müfettişliğe gidiyoruz, diplomalarımızı soruyoruz. Her gün aldığımız cevap ayni; henüz bize gelmedi diplomalarınız. Eğer yaya yola çıksa diplomalarımız inanın bir günde ulaşırdı Kavala ’ya. Ama inanın bir haftada gelmedi. Tabii ki biz aday kaydı süresini geçirdik. Ben Türkiye’de okumayı çok istiyordum. İstiyordum da çok zor görünüyordu. Çünkü maddi durumumuz Türkiye ’de tahsil yapmama müsait değildi. Hele hele anavatan burs vermez ise mümkün değildi. Bu nedenle aday kaydı yaptırabilsek Yunan üniversiteleri ne bir de kazansam çok iyi olacaktı.

Çünkü Yunan üniversitesi nde okurken dahi Anavatanım dan burs yüzde yüz idi ve ben bu bursla aileme bile yardımcı olacaktım. Ortakol ve lise yıllarımda dahi anavatanım maddi olarak ailemi desteklemişti. Ama olmadı. Aday kaydı dahi yaptıramadık. Hemen biz dört arkadaş daireye davet edildik. Yaşıyorsa selamet, eğer öldü ise Allah rahmet eylesin başkonsolosumuz Sn. Mekin Bayer beyefendinin huzurunda bulduk kendimizi. Taltif, tebrik beklerken duymadığımız azar kalmadı. Kasten aday kaydı yaptırmamışız Yunan üniversitelerine de!!!!, Türkiye’de okumak için yapmışız bunu da!!!!.

Tahsil vizesi verilmeyeceğini ve asla burs alamayacağımız söylenerek daireden gönderildik. Neye uğradığımızı şaşırmıştık. Allah’tan diplomalarımız ortaya çıkınca davet edilmeden bu defa biz daireye gittik, diplomalarımızı ve tasdik tarihlerini göstererek haklılığımızı ispat ettik beyefendiye. Ama bu defa da eğer anavatan da tıp fakültesi veya teknik üniversitede kazanıp ta okumaz isek yine burs alamayacağımız bizzat yüzümüze söylendi. Ben rahatlamıştım.

İçimden bir his mutlaka kazanacağımı söylüyordu anavatanda üniversiteyi. Kimya mühendisi olmak istiyordum Nitekim İTÜ yabancı uyruklular imtihanında birinci olarak kimya fakültesine girdim. İstanbul Üniversitesinin giriş imtihanında da 3.cü oldum.80 üzerinden 72 puan almıştım. İTÜ’ de 3 ay okudum. Yüksek matematik hocamız Sn. Prof. Dr. Şükufe Yamantürk (adını asla unutmayacağım) her teorik dersten sonra pratik yapardı. Sorular sorar kim önce çözerse tahtaya kalkar ve sorunun çözümünü anlatırdı. İyi bir öğrenci idim. Günümüzde de olduğu gibi İTÜ öğrencilerinin çoğu Robert Koleji’ nden veya Fransız okulları ndan mezun idiler. Ben onların arasından sıyrılıp soruları önce çözünce hoca bana nereli ve nereden mezun olduğumu sordu. Bende gururla Batı Trakyalı oluğumu söyleyince hoca, yüzünü ekşiterek birazda alaycı bir tavırla; ay!!!!!!

Sizin oradan gelen öğrenciler çok zayıf olur, sen kopya mı çekipte önce çözüyorsun deyince ben yıkıldım. Hocam ben İTÜ ye yabancı uyruklular arasında birinci olarak girdim ve asla kopya çekmiyorum. Hem kopya çeksen kopya çektiğim arkadaş benden önce kalkar ve çözer dedim. Çok yıkılmıştım. O an İTÜ’ den ayrılmaya karar verdim.

Tesadüf bu olayın vuku bulduğu gün İstanbul Üniversitesi’ nin sonuçları açıklanmış ve İstanbul Üniversitesi ‘nin bütün bölümlerine girebiliyordum. Babamda doktor olmamı istiyordu, ondan daha da önemli anavatanım tıp fakültesinde okursam bursta veriyordu. Sonraki gün İTÜ Kimya fakültesi dekanlığına koştum. Kaydımı almak istediğimi söyleyince dekan Prof. Dr. NURHAN hanımın karşısında buldum kendimi. Beni iknaya, kaydımı almamam için ikna etmeye çalışıyordu. Ama ben çok kararlı idim.

Bunun üzerine hoca hiç olmaz ise bu gün düşün yarın gel dedi. Sonraki günün sabahı olmadı bana. Erkenden gittim kaydımı aldım ve İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi ne kaydımı yaptırdım. Bursumda başlamıştı. Bursum yalnız teşvik bursu idi. Yani bir yıl sonra   Yunanistan’daki bir tıp fakültesine geçiş yapacaktım. Artık tıbbiyeli idim. Gururlu idim. Türkiye’de oturmak için İTÜ ‘de öğrenci olduğum zaman aldığım ikamet tezkeresini( oturma iznini) tıbbıyeli olduğum için değiştirmem lazımdı. Sirkecide bulunan emniyet müdürlüğü yabancılar şube müdürlüğüne gittim.

Tıbbiyeli olduğum belgeyi gösterince  şube sorumlusu başkomiser Mustafa bey tarafından kovuldum. ‘ ’Adama bak İTÜye giriyor, beğenmiyor Tıbbiyeye giriyor. Bizim çocuklar sokaklarda it taşlıyor’’ deyince çok üzüldüm. Birincisi demek ki ben onların çocuklarından değildim diye kahroldum. İkincisi ben bu okullara bileğimin gücü ile girdim ve ben Türküm deyince  cevap verdiğim için daha çok kızdı ve git karşımdan seni görmek istemiyorum dedi.

Bir hafta sonra  oturma iznimi değiştirmeye bu defa dayımla gittim, başkomiser dayımın  tesadüf arkadaşı imiş. Hiç bir şey sorulmadı sanki bir hafta evvel o şubeden kovulmadım ve oturma iznim hemen değiştirildi. Değiştirildi de tahsil vizesini aldıktan sonra nasıl gelmiştim Türkiye ’ye. Yunanistan ’daki yönetim askeri yönetim, cunta idi. Henüz askerlik yıllarıma 3 yıl vardı. Cunta nın şiddetli asimilasyon politikası biz Türkleri iyice bunaltmıştı.

Türklerin, Batı Trakya ’dan gitmemiz için her türlü  baskı yapılıyordu. Erkek olduğum için askerlik çağın geliyor dediler  yurt dışına çıkmak için  pasaport (hem de sadece bir gidiş dönüşlük) alabilmeye teminat olarak beş bin drahmi istediler. Bu para babamda yoktu. Bankalar Türklere kredi de vermiyordu.

Hiç sevmediğim halam da benim okumamam için ödünç olarak o parayı vermedi. Rahmetli anacığım babama iki ineğimiz vardı, birini satacağız ben kızanımın okumasını istiyorum deyince babam; tek kalacak ineğin yanına neyi koşacağız? (kağnıyı çekerken veya sabanla tarla sürerken iki inek olması lazım)  diye sorunca anacığım ineğin yanına ben koşulacağım demez mi? Bunun üzerine 6 bin drahmiye sarı ineği sattık. Hem de çok gençti hayvan. Daha bir buzağı yapmıştı. Beş bin drahmiyi teminat yatırdık. Bin drahmi ile pasaport çıkartık. Yanıma da babacığım 300 mark para verebildi.

Her ikisinin de cennet olsun mekanları, Allah rahmet eylesin. Böyle geldim Türkiye’ye  yüksek tahsile. Tıbbıye ’ye girer girmez askerlik tecili için evraklarımı düzenledim, İstanbul Yunan konsolosluğu nda tercüme ve tasdik ettirdim ve hemen babama gönderdim. Gönderdim ki teminat olarak yatırdığımız beş bin drahmiyi alıp bir inek alsın diye.

Rahmetli babacığım teminatı hemen almış ama yeni inek almamış. İki sebepten dolayı almamış. Gelen kış mevsimi idi. Koşumluk ineğe bahara kadar ihtiyaç yoktu. Hem sattığımız ineğin ilk yavrusu artık dana oluyordu, bahara rahat koşulur demiş babam.

İkincisi o para nın yarısı ile kız kardeşimin çeyizine bir şeyler almışlar. Bir miktarını bizim oranın tabiri ile babacığım ölümlük kalımlık saklamış. Azıcıkta ( yüz markçaz ) döviz yapıp  gizlice bana göndermişti. Budist değilim.

Elhamdülillah Müslümanım. Ama her inek gördüğümde burkulurum.

Sattığımız ineğimiz gözümün önüne geliyor.

Hele gördüğüm inekler sarı olunca!

Sevgili okurlarım;

Barış dolu, huzur dolu, mutluluk dolu, sevgi dolu, saygı dolu, hoşgörü dolu, güzellik dolu, aşk dolu, başarı dolu, aile saadeti dolu, düzen dolu, gerçek adaletin dopdolu, yetkililere güven duygusu dolu, ekonomik refah dolu, komşularımızla barış dolu, ilişkilerde yalnızca insanlık dolu ve sağlık dolu bir 2016 yılı diliyorum.

Hepinizin yeni yılını kutlarım.

Kalın sağlıcakla…

Prof. Dr. Rehat Faikoğlu

www.heykadin.com.tr