Nurettin Taşkesen emekli olduktan sonra yazmaya başlayan bir yazar. Yazıdan uzak işlerde olmasa da kitap yayımlamaya çok geç başlamadınız mı diye sordum. İlk olarak dedesininn hayatını anlattığı Esaret 1916 romanını yayımladı. Sonrasında 3 kitap daha geldi. Yazdığı her kitap birbirinden değerli ve okuyunca bu kitapların birbiriyle bağlantılı olduğunu görüyoruz. Her kitabı önemli bir konuyu gündeme getiriyo ve uzunca konuşulacak konular bunlar. Fakat sayfamız kısıtlı olduğu için bugün söyleşimizde daha çok Kudüs ve Filistin’i konuşacağız.
Sizinle yazdığınız her kitap için ayrı ayrı söyleşi yapmak isterdim. Ama bugün sıcak gündem olan bir konuda konuşalım istiyorum. Müslümanların bir Kudüs, birde Filistin davası var. Bunlar ayrı ayrı şeyler midir? Ne dersiniz bu konuda?
Evet ben yazarlık hayatıma biraz geç başladım. Buda dedemin sayesinde oldu. Onun esaret hatıralarını yazınca böyle bir yola girmiş oldum. Esaret 1916 kitabını hazırlarken, 1. Dünya Savaşı’nın atmosferini inceledim, o atmosfere girmiş oldum. Tabi daha çok doğu cephesi. Rusya ile olan savaşlar ve oradaki esirlerin durumu.
Dedenizin hayatını yazarken aslında çok ciddi ve unutulmuş, pek gündemimize girmemiş bir konuyu gündeme getirmiş oldunuz.
Evet esaret hatıraları var edebiyatımızda fakat bu konu çok gündemimize girmemiş. Esirler var, şehitler var, gazi olanlar var, oralarda kaybolup gidenler var. İncelediğimiz zaman görüyoruz ki, Ruslara esir düşenlerin sayısı 65 bin, güney cephemizde İngilizlere esir düşen askerlerimizin sayısı 125 bin. Yani 200 bin civarında bir esir sayısından bahsedebiliriz.
Peki bu esirlerin durumu ne olmuş?
Esirlerin yüzde 20-30 kadarı geri dönebilmiş. Kalanların bir çoğu şehit olmuş. Zaten bir çoğu zor koşullarda, soğukta yolda giderken şehit düşmüş. Ben dedemin hayatını yazarken, doğal olarak girmiş olduğum bu konularda çok ilginç bilgilere ulaştım. Güney cephemizde esir kampları var. Daha çok Mısır taraflarında. Büyük kamplar bunlar. En az 2 yıl 3 yıl esir kalanlar var buralarda. Mesela meşhur Seydi Beşir diye bir esir kampı var. Buranın en büyük özelliği 15 bin askerimizin gözlerinin kör edilmesi. Tifüs denilen bir hastalık var. Burada bu hastalığı dezenfekte etmek için bir sıvı suya katılıyor ve insanlar bu suya sokuluyor ve dezenfekte oluyorlar. Burada İngilizler askerlerimizin kafalarınıda bu suya sokunca gözleri kör oluyor 15 bin askerimizin. Buralardan gelerek ben Kudüs olayını araştırdım.
O dönem Mısır ve Basra tarafları komple İngilizlerin elinde. Geçen yıl Kudüs’ün elimizden çıkışının 100. yılıydı. Ben Kudüs kitabımda bunu anlattım detaylı bir şekilde. Tabi şöyle bir şey var, Kudüs 400 yıl Osmanlı’nın elinde kalmış. Bu kadar yıl bizde kalmış bir şehrin, birdenbire elimizden çıkması önemli bir olay tabi. Kolay kolay hiç kimse bunu kabullenemez.
Peki neden Kudüs farklı biz müslümanlar için? Bir çok şehir var ama biz sadece Kudüs için bir ‘dava’ bilinciyle yaklaşıyoruz…
Üç önemli Kutsal mekan var müslümanlar için. Mekke, Medine ve Kudüs. İlk kıblemiz olan Mescid-i Aksa Kudüs’te. Kudüs’ün geçmişi bizim için çok önemli. Peygamberimizin vefatından sadece 5 yıl sonra, 637 yılında Hz. Ömer döneminde fethediliyor Kudüs. Ve bu bir savaşla olmuyor. Şehri yöneten papaz şehrin anahtarını veriyor bizzat Hz. Ömer’e.
1099 yılı 1. Haçlı Seferi. İlginç bir tarihtir, 15 Temmuz 1099. O tarihte haçlılar Kudüs’ü işgal ediyor ve tam 70 bin kişiyi katlediyorlar. Asker deği l bunlar, orada yaşyan halk, müslümanlar ve yahudiler.
Aradan 88 yıl geçtiğinde 1187’de Selahaddin Eyyübi Kudüs’ü tekrar müslümanlara kazandırıyor. Hittin Savaşı’nı kazanıyor Selahaddin Eyyübi ve bu savaş sonrası Kudüs’te müslümanların eline geçiyor.
Kudüs hep bir barış şehri olmuş. Hz. Ömer’in emannamesi var. Din özgürlüğü veriyor herkese. Kimsenin dinine karışılmıyor. Hatta kiliseleri bile müslümanlar idare etmiş. Çünkü hristiyanların farklı mezhepleri birbiriyle anlaşamıyormuş. Sonra malum 1517’de Yavuz Sultan Selim Mısır’la beraber Kudüs’ü Osmanlı topraklarına katmış.
Kudüs, 1917’de elimizden çıkıyor. O günkü şartlarda orada yaşayan müslümanlar olayın tam farkında değiller. Şöyle düşünüyorlar; “bizi bu güne kadar Osmanlılar idare etti. Şimdi de İngilizler geldi onlar idare edecek.” Böyle lakayt bir durum var ortada. Bu durumdan etkilenmeyeceklerini zannediyorlar. Fakat kısa bir süre sonra olayın vehametini anlıyorlar. İngilizlerin amacı belli. Buradaki müslümanları çıkarıp burayı yahudileştirmek istiyorlar. 1920’den itibaren tamamen bir ingiliz mandası söz konusu.
500 bin nüfusa karşı, 50 bin yahudi var bu topraklarda. Nufüs böyle. Toprak olarak baktığımızda yahudilerin sahip olduğu topraklar yüzde 10 civarlarında ve dağınık bir yerleşim var. 1948’e kadar yavaş yavaş büyütüyorlar yahudiler topraklarını. Asıl Filistin davası bu yılda ortaya çıkıyor.
Yani şöyle diyebiliriz, Kudüs ve Filistin davası ayrı şeyler değil.
Evet kesinlikle. 14 Mayıs 1948 çok önemli bir tarih. İsrail’in kuruluşunun 70. yılındayız. Tabi İsrail kuruluşuna pat diye gelinmedi. Önemli aşamalardan geçildi. Önemlilerini söyleyelim, örgütler var mesela. Terör örgütleri. Hepsi silahlı örgüt bunlar. İngiliz hakimiyetine rağmen böyle örgütler ortaya çıkıyor. Kudüs kitabımdan sonra çıkardığım İstihbarat Örgütleri kitabımda bu örgütleri detaylı bir şekilde anlattım.
Bu örgütlerin Osmanlı’nın yıkılışında ve Kudüs’ün kaybedilmesinde payı var mı?
Tabi ki. Lavrens, Gertrude Bell… Bunların yanı sıra ben en az 10 kişiyi daha inceledim. Bunlar gerek balkanlarda gerek ortadoğu bölgesinde, Irak bölgesinde faaliyetteler. Bunlar fedakarlık yapmış örgüt mensupları. Ülkelerini terkedip gelmişler, feda etmişler bütün yaşamlarını, bir davaya adanmışlar yani…
Kudüs olayında Nili diye bir örgüt var. Bu örgüt amatör gibi görülüyor ama yaptıkları iş profesyönel istihbaratçılardan daha önemli. Ordunun tüm sırlarını öğrenip Kahire’deki İngiliz karargahına bildiriyorlar. General Allenby’de her şeyi eliyle koymuş gibi biliyor ve ona göre hareket ediyor. O nedenle Kudüs savunulmadan ele geçirilmiştir.
Kitabınızda İsrail’in kuruluşunda terör örgütlerinin etkisini anlatıyorsunuz. Biraz açar mısınız?
İsrail bizatihi terör örgütlerinin başlarındaki insanlar tarafından kurulmuş ve uzun yıllar bu kişiler tarafından yönetilmişdir. 1948’e bu terör örgütleriyle geliniyor. Özellikle bunların üç tanesi çok önemlidir. Bnular sıradan çeteler değildir. Teşkilatlı, planlı programlı ve silahlı terör örgütleri hepsi. İşin en ilginç olan yanı şudur; bu örgütlerdeki liderlerin çoğu daha sonraki yıllarda İsrail’de başbakan, cumhurbaşkanı, bakan gibi görevlere geliyorlar. Mesela Moşe Dayan, Meneham Begin, İzak Şamir, İzak Rabin… Bunların hepsi bu terör örgütlerinin liderleri, yardımcıları vs. Hani bazıları diyor ya, “İsrail bir terör devleti.” Doğrudur. Terör örgütlerinin yöneticileri kurmuştur İsrail’i.
Anlattıklarınıza bakınca görüyoruz ki, durduk yere pat diye ortaya çıkmış değil İsrail.
Hayır çok uzun vadeli bir çalışmanın neticesidir İsrail. Yeni çıkan kitabım Nekbe’nin önsözünde de yazdım. Bu devletin fikir babası Theodor Herzl. Bu adam 1896 yılında Yahudi Devleti diye bir kitap yazıyor. Abdülhamid dönemi. Daha sonra yine 1897’de İsrail’in kuruluşundan tam 51 yıl önce İsviçre Basel’de 1. Siyonist Kogresi diye bir toplantı düzenliyor. Orada diyor ki; “ben bugün burada yahudi devletini kurdum. 5 sene ya da 50 sene sonra bunu herkes böyle bilecek” diyor. Bu sözünün üzerinden 51 yıl geçtikten sonnra 14 Mayıs 1948’de Ben Gurion yahudi devletini ilan ediyor. Ve sonrasında yavaş yavaş bu topraklardaki müslümanları buradan uzaklaştırıyorlar. Büyük bir kitle sürgüne gönderiliyor. Bugün hâlâ bu kitle sürgündedir. Bu insanların sayısının 5-6 milyonu bulduğu söyleniyor. Birleşmiş Milletler 4 milyon kadarını kayıt altına almış durumda.
Yeni yayımladığınız Nekbe kitabınız neyi anlatıyor?
Nekbe ‘Büyük Felaket’ demek. Türkiye’de bu konuyu anlatan hiç bir kitap yazılmamış. 1967’de İsrail 6 gün içerisinde Mısır, Suriye ve Ürdün’ün bütün hava gücünü yok etti. Daha da önemlisi Sina Çölü’nü işgal etti. Bu tarafta Suriye’nin Golon Tepeleri’ni, Batı Şeria’yı ve Kudüs’ün tamamını işgal etti. Şuan Batı ve doğu Kudüs diye bir şey yok aslında. Hepsi işgal altında. Bu işgallerde evlerini terkedenler ellerinde anahtarlarla gitmişlerdir. Ve 70 yıldır şöyle diyorlar; “biz giderken evimizin anahtarını aldık. 70 yıldır bunu saklıyoruz ve bir gün geri döneceğiz.” İşte son kitabım Nekbe’de bu büyük dramı anlattım. Filistinli müslümanlar, 70 yıldır bir gün evlerine dönecekleri günü bekliyorlar.