OHAL Uzatılmamalı, Derhal Sona Erdirilmeli!

15 Temmuz 2016 tarihinde gerçekleştirilen darbe girişimi 16 Temmuz günü bastırılmış ve darbeciler yakalanmış, yaygın şiddet hareketleri sona ermiştir. Başta TBMM’de grubu bulunan siyasi partiler olmak üzere tüm siyasal parti ve oluşumlar Türkiye’deki tüm sivil toplum örgütleri ve demokratik kitle örgütleri darbeye karşı çıkmış ve darbeyi kınamışlardır. B öylesi bir toplumsal meşruiyete rağmen siyasal iktidar sanki bunlar yokmuş gibi bir karşı darbe süreci başlatmış ve 21 Temmuz 2016 tarihinden itibaren tüm Türkiye’de uygulanacak OHAL kararı almıştır. Bugüne değin OHAL 5 kez uzatılmıştır. Bugünkü MGK ve ardından toplanacak Bakanlar Kurulu ile OHAL’in 6. kez uzatıldığı ifade edilmektedir.

Türkiye Anayasasının 120 ve 121. maddeleri incelendiğinde, ancak yaygın şiddet hareketlerinin varlığı halinde OHAL ilan edilebileceği, OHAL ilanı süresince de OHAL gerekçesine bağlı olarak ve OHAL süresince uygulanacak KHK çıkarılacağı belirtilmektedir.

Bugüne değin yaşadığımız karşı darbe sürecinin yargı üzerindeki olumsuz etkileri ve kamu idaresinin büyük bir baskı altına alınması neticesinde devlet içerisine yerleşmiş Fethullah Gülen Örgütü ile baş etmek adına yapılan uygulamalar, devlet içinde denetimi imkansız kılmış ve yargı tamamen devre dışı kalmıştır. Dolayısıyla OHAL KHK’larını yargı denetimine tabi tutacak bir yargı kalmamıştır. Siyasal iktidar bu keyfiyetle birlikte istediği gibi düzenlemeler yapmaktadır.

Anayasanın 121.maddesine göre OHAL KHK’larının yayınlandıkları gün TBMM onayına sunulması gerekmektedir. Bugüne kadar 667 ile başlayan ve 694 ile sona eren 28 adet KHK yayınlanmıştır. Bu KHK’lardan bazıları aynı gün TBMM onayına sunulmayarak Anayasa ihlali yaşanmıştır, Anayasa’nın 121. maddesi ve TBMM iç tüzüğüne göre OHAL KHK’larının 30 gün içerisinde TBMM tarafından görüşülmesi ve bu konuda bir karar verilmesi gerekmektedir. Bugüne değin sadece 667 sayılı KHK 4749 sayılı kanunla onaylanmış, 668 sayılı KHK 6755 sayılı kanun, 669 sayılı KHK 6756 sayılı kanun, 671 sayılı KHK 6757 sayılı kanun ve 674 sayılı KHK 6758 sayılı kanunla uygun bulunmuş ve Resmi Gazete de yayınlanmıştır. Bu durumda 28 OHAL KHK’sından sadece 5’i hakkında TBMM onayı alınmış, geri kalan 23’ü hakkında süresi içerisinde TBMM onayı alınmayarak açık bir Anayasa ihlali yaşanmıştır.

OHAL SÜRESİNCE TÜRKİYE’NİN ANAYASAL VE YASAL REJİMİ DEĞİŞMİŞTİR

OHAL’in Anayasaya uygun olarak ilan edilmemesi ve çıkarılan KHK’ların TBMM onayına sunulmamasının yanı sıra bu KHK’larla bugüne değin 306 kez 300 civarında kanunda kalıcı değişiklikler yapılarak yasal sistem tamamen değiştirilmiş, OHAL rejimi kalıcı hale getirilmiştir.

OHAL koşulları altında siyasal iktidarın her türlü anti demokratik davranışı sonucu 16 Nisan 2017’de kanuna aykırı YSK kararı ile kabul edildiği belirtilen Anayasa değişiklikleri ile Türkiye’nin anayasal rejimi değişmiş, tek kişi yönetimine dayalı Türk tipi başkanlık veya partili cumhurbaşkanlığı hükümet modeline geçilmiştir. Bu modelin geçiş aşamasında partili cumhurbaşkanı hızla icraatlarına başlamış, Türkiye OHAL koşullarında parti devletine dönüştürülmüştür.

Görüldüğü gibi OHAL’in sürekli uzatılmasının en önemli sebebi iktidar partisinin iktidarını anti demokratik düzenlemelerle sürdürme çabasından başka bir şey değildir. Burada açık bir Anayasa ihlali vardır.

OHAL KOŞULLARINDA TEMEL HAK VE ÖZGÜRLÜKLERİN ASKIYA ALINMASI KABUL EDİLEMEZ

Anayasanın 15.maddesinin 2. fıkrasında kişinin yaşama hakkına, maddi ve manevi varlığının bütünlüğüne dokunulamayacağı; kimsenin din, vicdan, düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamayacağı ve bunlardan dolayı suçlanamayacağı, suç ve cezaların geçmişe yürütülemeyeceği, suçluluğu mahkeme kararı ile saptanıncaya kadar kimsenin suçlu sayılamayacağı düzenlenmiştir. Bunun yanı sıra Türkiye’nin tarafı olduğu ve onaylayarak yürürlükte bulunan Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ile BM Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi uyarınca aynı haklar hiçbir şekilde askıya alınamaz. Ancak aşağıda belirtilen ve bu aşamada eksik olduğunu ifade edeceğimiz bilançoya bakılırsa Türkiye’nin Anayasa 15 ile AİHS 15 ve BM Medeni Sözleşme’nin 4. maddesini ihlal ettiğini rahatlıkla ifade edebiliriz.

OHAL süresince Avrupa Konseyi İnsan Hakları Komiseri Türkiye’yi birkaç kez ziyaret etmiş, bu konuda raporlar düzenlemiş, Avrupa Konseyi Venedik Komisyonu 4 kez Türkiye’yi ziyaret etmiş bu konuda raporlar düzenlemiş, BM İnsan Hakları Yüksek Komiserinin özel raportörlerinden 3’ü Türkiye’yi ziyaret etmiş ve raporlar düzenlemişlerdir. Bu raporlarda OHAL süresince temel hak ve özgürlüklere yönelik sözleşmelerde öngörülen kısıtlamaların ötesinde keyfi uygulamalar yapıldığı ve bunların hızla düzeltilerek OHAL’in kaldırılması gerektiği ifade edilmiştir.

OHAL süresince Türkiye’ye en önemli uyarı Avrupa Konseyi’nden gelmiştir. AK Parlamenterler Meclisi’nin 25 Nisan 2017 tarihli Türkiye’yi siyasi denetime alan kararı oldukça önemli bir karardır. Bu karada çok açık bir şekilde Türkiye’nin OHAL’i sona erdirmesi, düşünceleri nedeni ile cezaevinde bulunan başta siyasetçiler olmak üzere, gazetecilerin ve aktivistlerin salıverilmesi gerektiği belirtilmiş ve bir dizi tavsiyede bulunmuştur.

OHAL SÜRECİNCE CEZASIZLIK BİR DEVLET POLİTİKASI OLARAK YASAL GÜVENCEYE KAVUŞMUŞTUR.

OHAL ilan edilmeden hemen önce sokağa çıkma yasaklarında gerçekleştirilen hak ihlallerinin failleri olan devlet görevlilerini korumak için 14 Temmuz 2016 günü 6722 sayılı kanun çıkarılmış ve bu kanun geçmişe yürütülmüştür.

Bu yetmezmiş gibi OHAL KHK’larından 667 ve 668 sayılı KHK’lar başta olmak üzere birçok KHK’da OHAL süresince işlem gerçekleştiren devlet görevlilerinin cezai, hukuki, mali ve idari sorumlulukları olmayacağı düzenlenerek cezasızlık tamamen güvenceye bağlanmış ve devlet görevlileri bakımından her türlü keyfiliğin önü sonuna kadar açılmıştır.

OHAL süresince işkence ve kötü muamele uygulamaları tamamen yaygınlaşmış ve sıradanlaşmıştır. Bu konuda kamuoyuna yansıyan ve adliyeye intikal ettirilen olaylarla ilgili olarak cezasızlık kendisini göstermektedir. Adalet Bakanlığı’nın 2016 yılı resmi istatistiklerine göre TCK 94. maddeden yani işkenceden açılan dava sayısı 42 olup daha az bir cezayı düzenleyen eziyet suçundan açılan dava sayısı 340’tır. Buna karşılık polise mukavemet dediğimiz TCK 265.maddeden açılan dava sayısı ise 26195’tir. Görüldüğü gibi OHAL koşullarında bile polise mukavemet etmeyi gerektirecek hiçbir durum olmadığı halde (bütün olaylarda polis tazyikli su, biber gazı ve kaba güç kullanarak zaten göstericileri dağıtmaktadır, göstericilerin polise direnmesi diye bir şey söz konusu değildir) bu kadar çok polisin korunması için açılan davalar işkence ve kötü muamele uygulamalarını perdelemek için açılmış davalardır. Bu istatistikler OHAL koşullarında cezasızlığın ne denli güçlü olarak uygulandığını göstermektedir.

Cezasızlığın tamamen bir devlet politikası haline geldiği OHAL koşullarında adalet aramanın neredeyse imkansız olduğunu özellikle belirtmek isteriz.

OHAL SÜRESİNCE MAHPUS HAKLARI SIKÇA İHLAL EDİLMİŞTİR.

Adalet Bakanlığı’nın sözlü açıklamalarına göre halen Türkiye cezaevlerinde 225 bin civarında tutuklu ve hükümlü mahpus bulunmaktadır. Kapasitenin 180 binlerde olduğu göz önüne alındığında bu kadar çok kişinin hapishanelerde tutulması Türkiye’deki sistemin ne kadar antidemokratik ve baskıcı olduğunu göstermektedir.

Hapishanelerde başta tecrit olmak üzere işkence ve kötü muamele ile ilgili yoğun şikâyetler gelmektedir. Hapishaneleri denetlemekle görevli kuruluşlar bu görevini yapmamakta ve böylece her türlü hak ihlalinin yaşanmasına katkı sunmaktadırlar.

Hapishanelerde tespit edebildiğimiz 362’si ağır olmak üzere 1037 hasta mahpus bulunmaktadır, siyasal iktidarın Ağustos 2016’da çıkardığı OHAL affı adli mahpuslara uygulanmış, siyasi mahpuslara yönelik ayrımcılık daha da arttırılmıştır.

İmralı Hapishanesi’nde tutulan Abdullah Öcalan’ın Eylül 2016’dan beri hiç kimse ile görüştürülmemesi uygulanan keyfi yönetimin ne kadar ileri derecede olduğunu göstermektedir.

OHAL SÜRESİNCE TÜRKİYE’NİN DOĞU VE GÜNEYDOĞUSUNDA TOPLANTI VE GÖSTERİ HAKKI TAMAMEN KISITLANMIŞTIR.

OHAL uygulamaları Türkiye’nin her yerinde aynı etkiyi göstermemektedir. Özellikle Türkiye’nin Doğu ve Güneydoğusunda başta toplantı ve gösteri hakkı olmak üzere birçok temel hak tamamen kısıtlanmış ve yasaklanmıştır. Tıpkı 90’lı yıllardaki gibi kentlerde yoğun güvenlik önlemleri alınmakta, şehir giriş çıkışları başta olmak üzere şehir içlerinde birçok noktada kimlik kontrolleri ve aramalar yapılmaktadır. Bu durum vatandaşı usandırıcı noktaya ulaştırmış durumdadır.

Bölgede sokağa çıkma yasakları halen devam ettirilmektedir. Sokağa çıkma yasaklarına gerekçe olarak kentlerdeki hendek ve barikatlar gösterilmişti. Oysa artık hiçbir yerleşim yerinde hendek ve barikat bulunmamaktadır. Çeşitli güvenlik operasyonları gerekçesiyle uzun süreli sokağa çıkma yasaklarının kabul edilemeyeceğini belirtmek isteriz.

21 Temmuz 2016 tarihinde başlayan OHAL koşullarında tespit edebildiğimiz kadarı ile bilanço şöyle gelişmiştir:

Bileşeni olduğumuz İHOP’un “ OHAL Düzenlemeleri ” başlıklı 31 Ağustos 2017 tarihli raporuna bakılmasını tavsiye ederiz.

Yukarıda ifade ettiğimiz hususlara birçok ilaveler yapılabilir. Ancak şunu söyleyebiliriz ki OHAL’in uzatılmasını gerektirecek gerekçe yoktur. Mevcut Anayasaya göre OHAL derhal sonlandırılmalıdır. Siyasal iktidar OHAL rejimine dayalı anti demokratik uygulamalarını sürdürerek Türkiye’de yeni bir rejim inşa etmiştir. Buna “ karşı darbe rejimi ” de denebilir ki bir an önce bundan vazgeçilmelidir.

Temel hak ve özgürlüklerin kısıtlanıp yasaklanmasının önüne geçmenin ön koşulu OHAL’in kaldırılmasıdır. OHAL’e hayır diyoruz.!