Okul çağı çocuklarında görülebilecek pek çok farklı dil ve konuşma bozukluğu mevcuttur. Öncelikle bu bozukluk kümelerini birbirinden ayırarak işe başlamak uygun olacaktır. İlk olarak, okul çağı çocuklarında belki de en sık olarak görülen sesletim-sesbilgisi bozukluklarından bahsedebiliriz. Sesletim ve sesbilgisi bozuklukları, en yaygın olarak belli sesleri artiküle etmekte güçlük yaşama biçiminde ortaya çıkar. Örneğin “r” sesini söyleyememe ve çoğunlukla da “r” sesini diğer akıcı, kayıcı seslerle karıştırma (“l”, “y”, nadiren “v” sesleri) durumu. Bunun haricinde çocuğun konuşmasında, ağzın arka kısmından çıkan “k”, “g” sesleri yerine ön kısımdan çıkan “t”, “d” sesleri görülüyor olabilir. Yine sıklıkla görülen bir problem sürtünmeli sesler olan “s”, “z”, “ş” seslerini birbiri yerine kullanmak ya da bu sesleri doğru biçimde artiküle edememektir. Dilin, ağızın belli bir noktasına spesifik bir şekilde yerleştirilmesini ve havanın uygun biçimde verilmesini gerektiren tüm bu seslerin çıkartılması olayı, çocuklarda pek çok nedene bağlı olarak yanlış biçimde gerçekleşiyor olabilir. Bu nedenlerden bazıları; mevcut bir dil bağının olması ve bu bağın dilin doğru hareketini engelleyecek boyutta olması, yanlış bir rol modelin örnek alınması(çocuklar çevrelerindeki herhangi bir bireyin konuşmasından etkilenebilirler), dil kaslarının zayıflığı, dilin aşırı büyük veya küçük olması, dudak damak yarıklıkları, diş yapısındaki problemler ve çene anomalileri, ebeveynlerin veya çevresindeki diğer yetişkinlerin bebeksi konuşmayı tatlı bularak pekiştirmesi şeklinde sıralanabilir. Normal şartlarda okula giden bir çocuğun konuşmasında bu sesletim problemlerinden hiç birinin görülmemesi gerekmektedir. Türk çocuklarında en geç edinilebilecek ses olan “r” sesi dahi takriben 8 yaşına kadar edinilmiş olmalıdır. Bu nedenle okul çağı çocuklarında görülen bu ve benzeri sesletim hatalarının vakit kaybedilmeden uzman bir dil ve konuşma terapistine yönlendirilmesi çocuğun hem akademik yaşantısının hem de psikolojik gelişiminin bu durumdan etkilenmemesi için gereklidir.
Okul çağı çocuklarında sıklıkla görülen bir başka problem çocukluk çağı kekemeliğidir. Aslında pek çok çocukta takılmaların başlangıcı erken çocukluk dönemine rastlasa da (en sık olarak 2,5 – 5 yaş arası) bu dönemde takılmalar belli belirsiz olduğu için ve çocuğun kendi konuşmasına yönelik farkındalığı ve sosyal algısı oluşmamış olduğu için çocuk bu takılmalardan çok etkilenmez. Ancak yaş ilerledikçe ve farkındalık arttıkça çocuk çevreden aldığı olumsuz geri bildirimlerle de ilintili olarak konuşmasından rahatsız olmaya ve takılmalarından kurtulmaya çalışmaya veya onları saklamaya çalışmaya başlar. Bu çaba, kaygı düzeyinin artmasıyla da doğrudan ilişkilidir ve sonucunda doğal olarak ikincil davranışları doğurur. Bu ikincil davranışlar çocuğun takılmadan kurtulmak için yaptığı bazı tik benzeri davranışlardır. Kaygı düzeyi daha yüksek olan çocuklarda bu davranışların daha sık ve şiddetli biçimde ortaya çıktığını görürüz. Aslında ebeveynlerin bu noktada yapması gereken takılmalar 3 aydan uzun sürdüğünde ve/veya zorlantılı biçimde gerçekleşmeye başladığında(çocuğun takılmalarında gözle görülür bir fiziksel efor açığa çıkması) bir dil ve konuşma terapistine başvurmaktır. Okul çağına gelindiğinde bu takılmalar halen devam etmekteyse ve bu zamana kadar yardım alınmamışsa vakit kaybedilmeden bir uzmana başvurulmalıdır. Çünkü okul döneminde çocuk diğer çocuklardan etkilenerek kendi konuşmasına karşı çok daha negatif bir tutum geliştirebilir ve bu durum onun konuşmasını daha da olumsuz bir boyuta taşıyabilir veya daha az konuşarak içine kapanmaya sürükleyebilir. Tüm bu nedenlerden ötürü ebeveynlerin çocuklarının konuşmasında fark ettikleri problemlerle ilgili zaman kaybetmeden uzman bir dil ve konuşma terapisine danışmaları çocuklarının gelişimi açısından büyük önem arz etmektedir.