Okullarda Şiddet Yahut Gençliğin Rotasını Kaybetmesi

İlköğretimden üniversiteye kadar her kademedeki okullarımızda sözlü ve fiziksel olmak üzere, şiddet ve şiddet temayülü gündemdeki yerini koruyor. Zaman zaman azalıp artsa da okullarda yaşanan şiddet bir türlü dinmek bilmiyor. Eğitim kurumlarımızdaki şiddet, saldırganlık ve zorbalık her geçen gün değişik görünümlerde ve boyutlarda karşımıza çıkıyor.

Televizyonlarda ve gazetelerde okullara yönelik şiddet haberleri veliler, öğretmenler ve ebeveynler olarak bizleri üzüyor. Her geçen gün bu haber zincirine yeni halkalar ekleniyor. Cehaletin kör olası bataklığından kurtulmaları için okullara gönderdiğimiz körpe zihinler, nasıl oluyor da bir anda gözlerimizin önünde canavar kesiliyor? Elimizle yetiştirdiklerimiz ellerimizden sabun misali kayıyor. Kıymetleri maddi değerlerle ölçülemeyecek emsalsiz kristaller bir anda tuz buz oluyor. Neden? Bunun arka zeminini iyi etüt edip tez elden çareler aramalıyız. Zira bu çeşit şiddet olayları eğitimin gerçek amacını da sabote ediyor, baltalıyor. Oysa bütün enerjimizi daha iyi yetişmeye ve çağın gerekli donanımlarına sahip olmaya harcamalıyız.  Burum bu iken size ne oluyor beyler? Kimin malını kiminle paylaşamıyoruz?

Gençler yarınlarımızın ışığıdır. Geleceğin aydınlık olmasını istiyorsak bu ışığın sönmesine rıza göstermemeliyiz. Bu mesele sadece ülkemize mahsus değildir. Bütün dünyada, Avrupa ve Amerika’da da okullar şiddet riski altında bulunuyor. Özellikle Amerika’daki okullarda şiddetsiz gün geçmiyor. Avrupa ve Amerika bu tarz olaylara alıştı artık. Çünkü o ülkelerde bu gibi taşkınlıklar sıradan olaylar hükmünde. Biz buna alışık değiliz. Gerçi üniversitelerdeki şiddet olaylarını çok yaşadık ama ortaöğretimde hatta ilköğretimde ciddi kavgalara alışık değiliz biz. Peki, neden yaşanıyor bunca kavgalar, bıçaklamalar, yaralamalar ve daha ötesi? Uzmanlar bunun sebeplerini şöyle sıralıyorlar:

Gençlerimiz her yönüyle bir ateş çemberinin içinde yaşıyorlar. Onları bekleyen onlarca tehlike var. Bizler yataklarımızda mışıl mışıl uyurken şer güçler, geleceğimizi karartmak için ince hesaplar yapıyor. Bunların hiçbirini yok farz edemeyiz. Bunun yanında daha pek çok sosyal mesele duruyor karşımızda. Bunlar toplumun kemikleşen meseleleri…

Göç nedeniyle büyük şehirlere gelenler belli bir süre ortama ayak uyduramıyor. Şehirdeki kültürel yelpazenin dışında kalanlar, kendilerini yalnız hissediyorlar. Varlıklarını çevreye kabul ettirmek için her türlü deliliği meziyet sayıyorlar. Bir noktadan sonra ilginin üzerlerinde toplandığını hissettiklerinde işi daha da ileri boyutlara taşıyorlar. Belli bir zaman sonra durum kontrolden çıkıyor. Belli bir noktadan sonra ahlâksızlık meziyet sayılıyor. Necip Fazıl’ın deyimiyle “Yükseldik sanıyorlar alçaldıkça tabana.”

Gençlerimiz gelecekten pek de umutlu değil. Çoğunun “Yarın ne olacağız?” endişesi var. Yaşanan hayat, onların saman alevi hükmündeki umut ışıklarını bertaraf ediyor. Çocuklarımızla yeterince ilgilenemediğimiz için onların buhranlarını anlayamıyoruz. Yedirip içirmek, üstünü giydirmek iyi bir anne baba olmak için yeterli değil. Üstelik bazılarımız bunları bile yapacak imkânlardan çok uzağız. Fizik kaideleri gereği boşluk muhakkak doldurulur. Biz sahip olamadığımız için başkaları bizim boşluğumuzu bir şekilde dolduruyor.

Çocuklarımız aile eğitiminden (ahlâktan) mahrum kaldıklarında çeşitli bataklıklara saplanabiliyor. Kültürel yozlaşma almış başını gidiyor. Batı kültürü genç beyinleri zehirlemiş durumda. Bir önceki gün Paris’te moda olanlar, bir sonraki gün Taksim’de boy gösteriyor. Ne Batılı ne de Doğulu olabildik maalesef. İki cami arasında bînamaz kaldık. Çok şükür güzel bir dinimiz var. Aileler evlâtlarını örnek bir Müslüman olarak yetiştirebilseler hiçbir mesele kalmayacak. Çünkü kutlu inancımız gençlerimizi her türlü tehlikelerden koruyabilecek muhtevaya sahiptir. Gençlerimizin maneviyatını besleyebilsek meseleler kendiliğinden hallolacaktır. Fakat elimizdeki inanç ve iman nimetini yeterince kullanamıyoruz. Hatta onları inançlarımızdan habersiz yetiştirmek için sanki sistemli bir şekilde çalışıyoruz.

Bu böyle gitmez. Herkes başını iki elinin arasına alıp düşünsün… Yakından uzağa olmak şartıyla herkes çevresindeki hataları düzeltsin. Fakat işe evvelâ kendimizi düzeltmekle başlayalım. Çünkü Ziya Paşa’nın dediği gibi “Ayinesi iştir kişinin, lâfa bakılmaz.” Yarınlarımızın teminatı olan çocuklarımızı sermaye sahiplerinin kör vicdanına teslim edemeyiz. Devlet-millet el ele vererek bu meseleye çözüm ara(n)malıdır. Okul-öğretmen-veli sacayağı düzgünce yerine oturtulmalıdır. İletişim olmadan meseleler halledilemez. Gelin gençlerimiz için el ele, gönül gönüle verelim. İnanıyorum ki sevgi diliyle çözemeyeceğimiz hiçbir mesele yoktur. Aydınlık bir gelecek umuyorsak buna mecburuz. Vira bismillah!…