ÖYKÜ YARIŞMASI / İKİNCİSİ

HAYALLER ÖTESİNE

Her günün sonunda olduğu gibi bugün de yorgundu. Nihayet eve gelebilmişti. Ağır adımlarla odasına ilerledi. Kapıyı açtığında odasına gelmenin mutluluğu yüzüne yansımıştı. Girer girmez yatağının üzerindeki paket ilgisini çekti. Paketi hızlıca açıp içindekileri yatağa döktü. Birkaç fırça yeni boyalar ve tuval vardı. Muhtemelen babasının işiydi bu. Kocaman bir gülümseme yayıldı yüzüne.

Koşar adım aşağı indi, etrafta kimse görünmüyordu. Bahçeye de bakmaya karar verdi. Kapıyı açtığında anne babası karşısındaydı. Babası hediyesini aldığını kızının yüz ifadesinden anlamıştı. Babasına sarıldı ve teşekkür etti. Sonra hızlıca merdivenlere yöneldi.

Tablolara yenisi ekleneceği için heyecanlıydı. Odasına girdiğinde diğer tablolarına göz gezdirmeyi de ihmal etmedi.  Son çizdiği tablo hayallerini süslüyordu adeta. Ablasını ne kadar da özlemişti. Tablolar ona hep onu anımsatırdı. Artık sadece tablolarda birlikte olabiliyorlardı. Ablası gideli 3 yılı geçmişti. Gittiği günden beri tablolar çizer onunla vakit geçirdiğini hayal ederdi. Çatı katındaki küçük odası artık onun dünyası haline gelmişti. Boyalar ve fırçalar onun en iyi arkadaşıydı.

Yağmurun naif damlaları penceresini vuruyordu. Yine dalmıştı hayallere. Düşünmek ona pek iyi gelmiyordu kafayı yiyecek gibi oluyordu En iyisi bir resme başlamaktı. Masasında duran fotoğrafa baktı. Onunlayken ne kadar da mutlu görünüyordu. Ağlamak istemiyordu şimdi sırası değildi. Gökyüzü içini yansıtıyordu zaten. Boyaları masasına yerleştirdi tuvalde tamamdı. Aklımdaki şeyleri resmetmeye başladı. Fırça gökyüzünde süzülüyor gibiydi. Birden etrafta rengarenk çiçekler belirdi. Yakıcı güneş ufuktan merhaba diyordu, şaşkın yüzüne. Yağmur yağıyordu oysa ki güneş de neyin nesiydi. Tanıdık bir gülüş çalındı kulağına. Arkasını döndüğünde gözlerini alamadığı bir güzellik duruyordu karşısında. Gülümsüyordu ve çiçeklere yenileri ekleniyordu. Güneş bile kıskanıyordu bu gülüşü. Anlam veremediği şekilde huzurla hissediyordu. Sımsıkı sarıldı ona. Ağladı, ağladı ve hiç durmadı. Ağlayışları özlem doluydu. Bir an olsun bırakmak istemiyordu. Her hıçkırıkta daha sıkı sarılıyordu. Sonsuza dek öyle kalabilirdi sanki. Sormak istedikleri geldi birden aklına. Durdu. Artık ağlamıyordu. İçini anlamlandıramadığı bir heyecan kaplamıştı. Geri çekildi ve yüzüne tekrar baktı. Hiç değişmemişti. Gülüşü bile!!

Soracaktı sormasına ama tekrar gitmesinden korkuyordu. ‘’Neden yoksun?” dedi birden. Ablası cevap vermiyordu. Öylece gülümsüyordu. Anlaşılan ağlamamıştı bile. Çok tuhaftı, onu özlememiş miydi? Bunca zaman sonra böyle mi yapacaktı? Yoksa unutmuş muydu? Bunları düşünmemeliydi, şu an çok mutluydu ve anın tadını çıkarmak istiyordu. Ellerinden tuttu ve yürümeye başladılar. Yeşillikler içinde yürüyorlardı. Sanki ne kadar yürürse yürüsün yorulmayacak gibi hissediyordu. İlginç olansa daha önce hiç görmemesine rağmen bu yolların ona tanıdık gelmesiydi. Bunun bile bir önemi yoktu, durup durup ona sarılmaktan alamıyordu kendini. Güneş batıyordu artık, manzara tek kelimeyle kusursuz görünüyordu. Tam olarak buraya ait hissetmişti. Düşündükçe inanamıyordu. Ablasıyla yürümeyi özlemişti. O bir şeyler anlatıyor ablası tepkisizce onu dinliyordu. Onlar yürürken zaman akıp gidiyordu. Gece olmuştu neredeyse. Yere uzandılar ve eski zamanlarda olduğu gibi birlikte yıldızları izlemeye başladılar. Ablasına yıldızları anlatıyordu. Yıldızlar onun ilgisini çekiyordu. O gittikten sonra öğrenmişti yıldızları. Şimdiyse ona gösteriyordu. Ablası tüm gün hiç konuşmamıştı, gözlerinin içi gülüyordu ama asla tek kelime etmiyordu. Sahi, bu yaşananlar gerçek miydi? Derinlerden bir ses geliyordu. “Ayşıl!” net duyamıyordu, arkasına döndüğünde ablası birden kayboldu. Etrafta koşturmaya başladı ve yine bir ses geliyordu: “Kızım yemeğe gelmiyor musun?” bu sefer daha net duymuştu. Yıldızlar yok oldu ve bir anda odasına gelmişti. Annesiydi seslenen.

Neler olduğunu anlayamıyordu. Kolu da ağrıyordu. Annesi içeri girdi “kızım neden cevap vermiyorsun” dedi. Ayşıl toparlandı ve “duymamışım anne, hemen geliyorum” dedi. Annesi odadan gittiğinde nerede olduğunu anlamıştı. Önünde bir tuval, elinde fırça ve koluna bulaşmış boyalar…

SEVDE GÜL AKTAN