Bir kitaptır aslında hayat. Bazıları başkalarının yazdığını okur ve bazıları kendi satırlarını yazar. Her kitap hüzünlü bitmez, bazı kitapların sonunu göremeyiz. Kitabınız nasıl olursa olsun kendi kitabınızı yazın. Başkalarının mürekkebi kirletmesin mesela o sayfaları.
Bu benim kitabım. Sayfaları karanlık olan… Ama bir düşününce uzayın da bu kadar karanlık olduğunu gördüm. Ama yaşam ve güzel şeyleri içinde barındırabiliyor. Peki ben neden yapamayayım ki?
Bu benim hikayem evlat. Bazen neler yapabileceğini anlayamadığın ve bana sormak zorunda kaldığında bu yazıyı farkında olmadan açıp okuyor olacağına eminim.
“Senin kimseye ihtiyacın yok. Sadece kendine güven. Belki şimdi değil ama zamanı gelince anlayacaksın bunu…”
Bunu kimsemin kalmadığı zamanlarda anladım. Kimse olmasa da nefes alabildiğim anladım bu sayfa arasında unuttuğum sözlerin değerini. Yanımda kimsem yokken yapabilirim aslında. Sabahları beni kucaklayan dev yalnızlığın içinde kollarım sararken bedenimi eski bir dost gibi gamzelerim belirdi sadece yanımda. Düştüğümde beni kaldıran kendimdim. Yaralarımı saran vücudum dosttu bana. Sonsuza kadar sürmeyen gelişleri vardı bazı insanların. Sonsuzluk kadar uzak olan gidişleri… Anladım ki her geliş bir gidişe bilet hazırlıyor. Her bilet çift yönlü hayat denen bu oyunda. Benim hayatıma girenler tek yönlü olamaz asla. Gelmeleri gitmelerini tetikler içimde.
Kendime değen bir şeyler yapmam gerekiyordu bu hayatta. Bende yaşamayı seçtim. Kendime değen ve yaşadığım onca şey benim hayatımı süsledi. Yıllar geçti hızla. Ben sayfalarımı aydınlatmaya ölüme birkaç hayat kala başladım. Kaç hayat kaldı içimde bilmiyorum ama bir ömür sığarsa kalemime o zaman mutlu olarak sonsuz olacağım.
Sana kaç hayatın sunulduğunu asla bilemezsin. Ben de içeme bu kadar hayat sığdırabileceğimi bilmiyordum aslında. Taki o zamana kadar. Lisenin son senesinde toplumun eşitsizliğini çok bariz bir şekilde görmeye başladım. Toplumun bazılarına asla sunmadığı o hayatlar bir bir gözler önüne seriliyordu. Ve ben de diğerleri gibi sadece kayıtsız kalıyordum. Ne yazık ki çoğu insan gibi…
Bir şeylerin farkına vardığımda ilk düşündüğüm şey çok geç olduğuydu. Geceler boyunca geç kalmışlıklar için yas tuttum. Bir gün birden dedim ki hala bunları yaşayanlar var. Neden onlara yardım etmeyeyim ki? O günden sonra tüm hayatımı değiştirdim. Birilerini savunabilmek için önce hukuk okumam gerektiğini düşündüm. Ve yıllarca çalışmayan ben bu fikir için gecemi gündüzüme kattım. Bunun beni ne kadar zorladığını bilemezsin ama eninde sonunda başaracağım ve birilerine yardım edeceğim düşüncesi beni hep ayakta tuttu. Ailem, arkadaşlarım, sosyal yaşantım… Hepsini bir kenara bırakıp çalışmam gerekiyordu. Öyle bir odaklanmıştım ki hayatta geliş amacım olarak kendini savunamayan insanları savunmak olduğunu sürekli kafamın içinde kuruyordum. Bunu yapabilirdim.
Üniversiteyi kazandığımda bunu bir kez daha anladım ki inandığın da her şey oluyordu. Daha sonra da çalışmaya hiç ara vermedim. Bulduğum tüm videoları, konferansları dinledim. Yanında bir sürü kitap okuyarak da kendimi sürekli bir gelişime adadım. Yaşıtlarım tüm gençlerin hayal ettiği o üniversite ortamını yaşarken ben hep kendi kabuğuma çekildim.
Bir gün kalabalık bir grubun önünde fikirlerimi savunabileceğimi bilmiyordum. Ama bu da sonunda olmuştu. Önceleri sadece küçük arkadaş ortamlarımda bu eşitsizliği sorgulamaları için sorular sormaya ve bir şeyler anlatmaya başladım ki bu birçok kişiyi benden uzaklaştırdı. En sonunda birilerine değebilmek için bloğumda yazmaya da başladım. Sorasında dikkatini çektiğim ve ben gibi düşünen kişileri-içlerinde rektörler, profesörler de vardı- etrafımda toplamaya başladım.
Tüm bunları yaparken bir taraftan dil üzerinde kendimi geliştiriyordum. Amacım Erasmus projesine katılıp yurt dışına çıkmaktı sadece. Ama yurt dışı da benim hayatımın en önemli dönüm noktalarından biri olmuştu. Romanya’da geçirdiğim iki ayımın ilk haftasında bir konferansın afişi dikkatimi çekmişti. Dünyaca ünlü bir artist ki aynı zamanda konuşmacının konferansına katılmak için her şeyi yapabilirdim. Çünkü yıllardır kendimi geliştirmemde etkili olan biriydi. Bir gün üniversitede bir arkadaşım ile konuşurken bu konunun bahsi geçmiş olmalı ki arkadaşım ertesi günü bu çok özel konferansın biletlerini elinde tutuyordu.
Konferansa girdiğimde bir kez daha neden bu yolda ilerlediğimi anlamıştım. Konuşmacıyla konuşabilmek için kulisine girmek için neredeyse yarım saat boyunca beklemiştim ve en sonunda onunla yüz yüzeydim. Bana sürekli bir şekilde yardımcı olan insanın yanında bulunmak beni çok etkilemişti. Sonra birden aklıma dank etti ve yıllardır biriktirdiğim soruları barındıran defteri açıp ona sorularımı sormaya başladım. Birden bana durmamı söyleyene kadar nasıl anın büyüsüne kapıldığımı anlamamıştım bile. Bir nevi de beni durdurduğu için üzülmüş ve sorularımı cevaplamayacağını sanmıştım. Ancak bana o akşam için kaldığı otelde bir randevu verdi. Tüm sorularımın cevabını alacaktım.
O gecenin hayatımı değiştireceğini nerden bilebilirdim ki! Otele vardığımda ne kadar heyecanlansam da bir hukuk öğrencisi olduğumu belli eden bir kibir ve dik duruşla içeri girdim. Beklediğimin aksine çok nazik olan bu hanımefendiye sorularımı yönelttiğimde bana bir konuşmacı olmak isteyip istemediğimi sorduğuna hiçbir şekilde cevap veremedim çünkü bunu daha önce hiç düşünmemiştim. Bunu ona açık bir şekilde söylediğim de biraz şaşırmıştı ancak bana ertesi gün şehrin öbür tarafında olan bir konuşmasına tartışmacı olarak davet ettiğinde bile bunun ne kadar meselenin derinine vardığını bilmiyordum.
Ertesi gün büyük bir heyecan ile konuşmanın yapılacağı yere doğru ilerlerken bir taraftan da düşüncelere dalmıştım. Bunu cidden yapabilir miydim? Kulisten giriş yapacağım ilk konferanstı ve bu beni gittikçe heyecanıma yenik düşmeye itiyordu. Konuşma başladığında önce sadece dinledim onun muazzam bir şekilde kendine hakim oluşunun yanında kendimi ve düşüncelerimi köşeye sıkışmış hissetim. Sunumunu bitip tartışmaya geçtiğinde dün ona yönelttiğim bir soruyu bana yönelttiğinde birden şöyle düşünmeden edemedim. Bir şeyi gerçekten arıyorsan cevabı için içine bakmalısın. Bunun getirdiği farkındalıkla ona sorunun cevabını vermeyi başarmıştım. Üçüncü sorudan sonra artık o sahne bana ait gibi bir özgüven ile konuşmaya devam ettim.
Konferans bittikten ve tüm tebrikleri aldıktan sonra konakladığım yere geri döndüğümde telefonum ve bilgisayarım bir an olsun durmadı. Bugüne kadar kimsenin haberi olmayan bloğum şimdi akın akın cevap bekleyen mesajlar ve sorularla doluydu. Onlara cevap vermeye kendimi o kadar çok kaptırmıştı ki gece yarısı uyuyakalmamış olsaydım sanırım hayat geri dönmeyi akıl edemeyecektim.
Ertesi gün kendi okulumdan gelen telefonda bir doçent bana ülkeye döner dönmez ayarladığı bir konferanstan ve ona katılmamdan söz edip durdu. Ben daha ne olduğunu idrak edememişken aldığım bu telefon hayatımın ikinci dönüm noktası haline gelmişti. O gün okula gitmek yerine odama çekilip dünkü konferansın genel düşüncesine uygun bir yazı yayınladım. Daha sonra ise biraz dinlenmek istedim ancak Romanya’daki okuldan aldığım telefon buna engel olmuştu. Her ne kadar toplumsal konuları tartışmış olsak da psikoloji alanında yer edinen konular için rektör benden bir proje hazırlamamı rica etti. İşte o an ağır bir sorumluluğu omuzlarıma aldığımın farkına vardım. Ve kısa süreli olsun bıraktığım hızlı yaşamıma geri dönmüştüm.
Gece yarılarına kadar çalışıp sadece birkaç saat uykunun ardından tekrar tempolu bir koşuşturmaya başlamak. Bunlar her geçen gün hayatımın gerçeği halini alan konuşmamı destekliyordu. Bir ayın sonunda teslim ettiğim projemin aldığı derece ve insanların bir şeylerin farkına varması şüphesiz bu temponun en etkili göstergesiydi.
Okuluma geri döndüğümde de bu koşuşturmaya devam ettim. Sürekli yazdım, okudum ve bazı zamanlarda ise başkalarına bunu aktardım. Gerçekten başarmak istediğim şeye bu kadar yakındım aslında. Kendimi hem yazarak hem de konuşarak ifade ettiğim bu süreç hayatıma damga vurmuştu. Artık bazı şeylerin farkına varabilen bir topluma dönüşüyor oluşu amacıma ulaşmayı başardığı gerçekten gözlerimin önüne seriyordu.
Mezuniyetimin hemen ardından bir taraftan davalara bakmaya başlamış bir taraftan açık öğretimle psikoloji alanında eğitim almaya kendimi hazır hale getirmiştim. Gün geçtikçe artan yazılarım ve konuşmalarım sadece ülke içinde kalmamış dünyaya yayılmaya başlamıştı. Her gün aldığım mesajlar ve yorumlar bunun göstergesiydi.
Avukatlığımın üçüncü senesinde kendime ait bir büro açarak buradan hem işimi hem de bloğumu, konuşmalarımı yönetebiliyordum. Bunun yanı sıra psikoloji alanında kendimi sürekli olarak eğitiyor toplumdaki bu düzensizliğin ve eşitsizliğin üzerine projeler hazırlıyordum.
Yurt içi ve yurt dışı bağlantılı pek çok kolu olmak üzere arkadaşlarımla beraber bir farkındalık derneğini kurmuş ve yaptığımız çalışmalarla birlikte adımızı birçok yerde duyurmuştuk.
İşte o sene çocukluğumdan eri aklımda olan bir şeyi yaptım ve seni evlat edindim. Bunu birine ilk söylediğimde herkes yapamayacağımı söylemişti ancak annen bir kez daha herkesi dinlemeyerek yapmıştı bunu. Her zamana söylediğim üzere sen evlatlık olsan da hiçbir zaman üvey olmamıştın.
Sen benim için her zaman bir adım farklı oluştun. Çünkü seni tek başıma büyütmek seni kardeşlerinden ayıran tek özellikti. Babanın etkisi olmayan belki de tek evladım olman seni tıpkı ben gibi tapmıştı. Aynı düşünce yapısında olmamız senin tıpkı benim genlerim gibi güçlü ve kararlı oluşunun en belirgin özelliğiydi.
Senin sorumluluğun da omuzlarıma yüklendiğinde birçok kişi artık başarılı olamayacağım konusunda hem fikir olmuştu. Ama hiç beklenilen olmadı. Çünkü sen yaşının küçüklüğüne rağmen hep bana yardım ettin ve bana bir çocuktan çok bir destekçi oldun.
Seni aldığımda ufak bir bürom ve minicik bir evim vardı. Sen geldiğinde ise her şey birden değişti. Bunun olması gerektiğini önceden biliyordum ama kendimi hazırlamamıştım. Sonrasında daha büyük bir ev almamın ve büromu da birden fazla olacak şekilde şehir geneline yaymamda en büyük faktör sendin. Bunu çok net bir biçimde biliyorum.
Daha sonra hayatım akıl alınamayacak şekilde değişmeye başladı. Sürekli çalışmaya programlanmış ben alıp yeniden gençliğime götürdün ve ben seninle bir kez daha hayata döndüm.
Ailemizin gelişmesini sağlayan yine sendin. Bir köpek istediğin anda tüm hayatımı yeniden şekillendirmem gerektiğini anlamıştım. Her ne kadar sana zaman ayırmaya çalışsam da sen hep sıkılıyor yanında kalabilecek birini istiyordun. Çıkmam gereken iş gezileri, toplantılar, yaptığım konuşmalar… Bunları yaparken ne kadar mutlu olsam da seni aksatıyor olmak beni üzmeye başladı. Önce ofisime bir danışman alarak işlerimi biraz hafiflettim daha sonra seyahat kısıtlamalarını kendime getirdim.
En sonunda ise neredeyse hiçbir zamana aklıma gelmeyecek bir şeyin farkına vardım. Ne kadar benim gibi düşündüğünü bilsem bile benim kadar iyi bir konuşmacı olduğunu bilmiyordum. Bunu öğrendikten sonra bildiğin üzere artık evde kalıp konuşmalarımı buradan sürdürdü. İşlerim bittiğinde seninle dışarı çıkabilir hale gelmiştim bile.
Artık daha sosyal bir hayata sahipken hayatımızı değiştiren o şey oldu ve biz babanla tanıştık. İlk başta ne kadar seni ihmal etmekten çekinsem de o beklemediğim bir şey yaptı ve seninle benden çok ilgilenmeye başladı. Sonra beni yeniden ayağa kaldırdı ve o mükemmel aile tablomuz kuruldu. Sonrasını biliyorsun zaten iki küçük kardeşin dünyaya geldi. Kısa bir süre sonra senin lise çağın ve yurt dışına gitme isteğin beni bir kez daha şaşırtmıştı.
Çünkü gidişindeki asıl sebep hazırladığın bir projeydi. Bunu her ne kadar benden gizi yapmaya alışsan da bunu biliyordum. Edebiyat üstünde kendini geliştirmen aynı zamanda kardeşlerinle ilgilenmen… Bu benim için inanılmazdı. Annen o yaşına kadar yattığı ve hiçbir şey yapmadığı için de olabilir bu tabi.
Yazdığın yazıları ilk elime aldığımdaki heyecanım. Kalemini ustalığı beni çok etkilemişti.
Bir gün sözlerim başkalarının hayatına girer mi bilmiyorum ama benim hayatım sözlerim için yok olabilir. Bunu göze alabilecek kadar cesurum.
Bu benim okyanusumun kutup yıldızı oldu. Kuzeyi göstermez bana. Sadece bir hayatın yerini gösterir. Sayfalarım oluşsun diye. Bu sözlerle birlikte dördüncü kardeşini evlat edindim. Çünkü bu kısacık zamanda aslında neden bu işi yaptığımı unutuvermişim. Sen bana bunu bir kez daha hatırlattın.
Avukatlığımın yirmi beşinci senesinde artık görevimi küçük kardeşlerine devrederek şirketin başından çekildim ve bildiğin üzere babanla hayatımızın geri kalanında gezebildiğimiz kadar gezdik. Arada hala bloğuma attığım yazılarda insanlara düşüncelerimi sunuyordum.
Daha sonra da bloğumu sana devrederek elimi ayağımı bu yorucu işlerden çektim ve daha huzurlu bir yaşam sürmeye başladım.
Eğer bu yazım eline geçmişse senin yanında değilim demektir. Ama sen anneni nerede bulacağını iyi biliyorsun.
KIRILDIĞI YERDEN YEŞEREBİLENLERE
“En kötü olduğunuz zamanda bile bir umut vardır. Sizden daha kötüleri var demek istemiyorum. Bunu zaten herkes söyler.
Ben diyorum ki:
Senin hayatında en büyük mucize sensin.
Ve inan bana en büyük engel yine “SEN”sin.
ENGELLERİ AŞABİLİRSİN!”
Ve oğlum,
Annen hayatı boyunca bir savaşçı olarak yaşadı. Ne kadar darbe alırsa alsın yıkılmadı. Sen de bunnu iyi bil ki yere düştüğü zaman yıldızlara bakabil çünkü ben hep öyle yaptım.
Seni seven annen
Mektubu kapatarak yatağıma bir kez daha uzandım. Babamın bana on sekizinci yaş günümde verdiği hediye büyükannemi bir kez daha tanımama vesile oldu. Onu hep çılgın ve hiçbir şeyi umursamayan tarafıyla bilirken o aslında tam anlamıyla idealist bir kadınmış.
Balkona doğru yürüdüm. Yine hava yıldızlıydı. En sevdiğim yıldıza bakıp şu kelimeleri fısıldadım “Ben bir savaşçı olmalıyım.
ZEHRA SEVGEL