Son yıllarda okuduğum tarih kitaplarından da görüyorum ki, bizim toplumumuz Osmanlı hakkında çok yanıltıcı bilgilere sahip.
36 Padişahın hayatını incelediğimiz zaman en dikkat çekici şey, hepsinin çok iyi bir eğitimden geçmiş olmaları. Ana dili kadar iyi 6-7 yabancı dil bilen, divanı olacak kadar şiir yazan, edebiyatın en az bir dalında eserler verecek kadar bilgili, sanat dallarından bir kaçını iyi derecede öğrenmiş, yönetim sanatında ise eşsiz bir birikime sahip insanlar…
Nasıl birikimli olmasınlar ki, devrin en önemli alimleri, sanat adamları, ustaları onlara ufacık yaşlarından itibaren eğitim veriyor. Daha sonrasında yönetime geldiklerinde de bu birikimlerini en iyi şekilde hayata geçiriyorlar.
Ama tüm bunların üstüne en önemli yönleri de dindar insanlar, bir çoğu veli, Allah dostu. Yaşanmış o kadar çok örnek var ki…
Birkaç örnek olay nakledeyim …
Sultanahmet Han vefat edince yerine kardeşi 1. Mustafa’nın geçmesi gerekmektedir. Fakat 1. Mustafa kendini ilime vermiş, kendi halinde yaşayan biri. Şeyhülislam ve kalabalık bir heyet gelirler ve ona padişahın kendisi olduğunu haber verirler. Hemen reddeder ama ısrar ederler. Size ihtiyaç var derler. Mustafa yavaşça ayağa kalkar ve Şeyhülislam Esad Efendi’nin elini tutar. O an Esad Efendi titremeye başlar ve farklı bir boyutta bulur kendini. 1. Mustafa “ Hoca efendi sen beni hangi saltanata çağırıyorsun, yazık değil mi bana?” der.
Şeyhülislamın gözlerinden yaşlar boşanır. Mustafa, “Madem bana ihtiyaç var tek bir şartla kabul ederim. Ben tahta geçtikten sonra birini benim yerime yetiştireceksiniz ve daha sonra da benim hakkımda, ‘delidir, meczuptur’ diye fetva verip azledeceksiniz beni, hayırlısı budur” der.
Şeyhülislam ellerini sıkıp onun dediklerini kabul eder. O an gözlerinin kapalı olduğunu farkeder, açar bir de bakar ki, Mustafa oturduğu yerden daha yeni kalkıyor… “Ferman padişahımındır” der ve ayağa kalkıp giderler hep birlikte.
***
Bir diğer enteresan olayda şu.
Meşhur bir hikaye, Nalıncı Baba’nın hikayesi. Bu yaşlı adam vefat eder bir gün fakat cenazesi sokakta kalır. Kimse yaklaşmak bile istemez, “bırakın şu ayyaşı, namussuzu” derler. Sokakta, öldüğü yerde kalakalır.
O an orada iki yabancı belirir ve cenazeyi sırtladıkları gibi oradan götürürler. Tebdil-i kıyafet içindeki Siyavuş Paşa, yanındaki padişaha dönüp, “padişahım, şurada bir mescit var dilerseniz orada yıkayıp defnedelim”, der. Padişah hiddetlenir, azarlar, “Paşa, ölen sen olsan nereden kaldırılmak istersin?” Ve Unkapanı’ndan aldıkları cenazeyi Fatih Camii’ne getirirler. Yıkarlar ve evini öğrendikten sonra bahçesine defnederler. Şimdi bu yaşlı adamın kim olduğunu öğrenmeye gelmiştir sıra.
Adamın karısı anlatır… Nalıncı Baba, bütün gün çalışır nalınlar yapar. Sonra bu paralarla sokakta gördüğü kötü yoldaki kadınları alır evine getirir. Parasını verip, eşinin onlara doğru yolu göstermesini sağlar. Elinde içki kimi görse hemen o içkiyi satın alır eve getirip döker. Ama halk bu durumu bilemez tabi. Herkes onu ahlaksız, ayyaş bir adam sanır. Karısı arada bir, “Bey, yarın öleceksin, öldüğünde cenazeni bile kaldırmayacaklar” dermiş. O’da gülümseyerek, “ Padişahın işi ne, o kaldırır” dermiş her seferinde.
Padişah, o sabah bir rüya görmüş bunun üzerine vezirini de yanına alıp yola düşmüştür.
İşte celalli padişah 4. Murad’ın büyüklüğü. Bir yaşlı adamın cenazesini bizzat yıkayıp kaldıracak kadar dindar ve mütevazi. Halk içinde ayyaş olarak bilinen kişi bile ‘veli’ olunca, padişahında onlardan farklı olması düşünülemez zaten…
Nalıncı Baba’nın kabri Unkapanı’nda Harabzade Camii’nin karşısındadır.
Yenigün Gazetesi / 07 Nisan 2017