Jeoarkeolog Ainara Sistiaga, Güney İspanya’daki El Salt bölgesindeki kazı alanında bulunan ve en yakın kuzenlerimizden Neandertallerin on binlerce yıl aktif olarak kullandığı bir yerleşim bölgesinde toza bulanmış şekilde bir ateş çukurunun dibindeki fosili fırçasıyla temizliyordu. Heyecandan solunumu hızlanmış, hafifçe terlemeye başlamış ve göz bebekleri büyümüştü. Sabırla yonttuğu, günlerce şeklini ortaya çıkartmak için çalıştığı fosil artık ellerinin arasındaydı. Kısık bir sele fısıldadı “Buldum, yıllar sonra sonunda buldum”. Neandertal dışkısını zaferle havaya kaldırdı.
Olay muhtemelen böyle yaşanmadı ama böyle olsaydı da çok fazla şaşırtıcı olmazdı sanırım. 40.000 ila 60.000 yıl önce yaşamış Neandertallerin çukurlarında çalışan ve pişmiş gıdaların kimyasal izlerini arayan MIT doktora öğrencisi Sistiaga “İlk başta orada olduğunu bilmiyordum” diyor konu ile ilgili bir yazısında. Neandertal dışkısının ilk kalıntılarını bulduğundaki duygularını, “Bana fosilleşmiş bir yumru olarak değil, bir analiz cihazında kimyasalları temsil eden zirveler olarak göründü” diyerek ifade ediyordu.
Steroller ve stanoller olarak adlandırılan belirteç moleküller dışkıda bulunur ve özellikle 5β-stanols adı verilen bir lipit grubundaki belirli kimyasalların oranları insan dışkısını işaret eden organik kimyasal işaretlerdir.
Bilim insanları bu biyo-belirteçleri, suyollarında dışkı kirliliğini incelemek ve hatta eski Romalıların ve Yerli Amerikalıların diyetlerini ve nüfus hareketlerini incelemek için kullandılar. Ama daha önce hiç kimse insanlardan veya yakın akrabalarından olan Neandertallerden böyle eski bir dışkı bulmamış veya incelemeye çalışmamıştı.
El Salt’taki Neandertaller hepçildi; çoğunlukla et tüketiyorlardı ama en azından bazı sebzeleri de yiyorladı. Yüksek seviyelerde bulunan bileşiklerden biri olan koprostanol, bağırsaktaki mikroplar tarafından kolesterolün parçalanmasından gelir ve diyette etin iyi bir göstergesidir. Beş dışkı örneğinden birinde bitkilerin sindirimi sırasında üretilen “5p-stigmastanol” adlı bileşik de bulundu.
El Salt, eski diyetleri incelemek için büyüleyici bir yer, diyor şimdi İspanya’nın Tenerife’deki La Laguna Üniversitesi’ndeki Sistiaga. Halen kazılmakta olan saha, sayısız pişirme çukuru veya şöminenin yanı sıra kasaplı hayvan kemikleri, Neandertal dişleri ve Neandertallerin binlerce yıl boyunca siteyi işgal ettiğini gösteren taş aletler içermektedir.
Beş dışkı fosili veya arkeologların dediği gibi koprolitler, sitedeki pişirme çukurlarında ortaya çıktı. Sistiaga ateş yanıyor olsaydı dışkıların korunmayacağını ve yanacaklarını belirtiyor. Neanderthaller muhtemelen bu dışkıları bir süredir kullanılmayan ateş çukurlarına bırakmış, belki de eski çukurları kullanışlı tuvaletlere dönüştürmüşlerdi. Sistiaga, koprolitlerin ortaya çıktığı yerde -gömülü küllerin üstünde, ancak aralarında yeni çökeltiler olmadan- pişirme çukurlarının çok uzun süre terk edilmediğini, en azından yeni çökeltilerin oluşması için yeterince uzun zaman geçmediğini düşündüklerini de söylüyor.
Neanderthal sofrasının içeriği konusunda çok fazla tartışma var. Uzun zamandır çoğunlukla üst düzey etobur olduğu düşünülen Neanderthallerin bazı bitkileri topladığı ve hatta pişirdiği anlaşılıyor. Bitki materyalinin bir kısmının bitki dolu mide içerikleri de dâhil olmak üzere otçulları yiyen Neanderthallerden gelebileceği öne sürülmüş olsa da dişlerindeki büyük tartar birikmelerinin bazılarında küçük bitki fosilleri de ortaya çıkmış durumda.
Atalarımızın yediklerini bugün için rasyonel ve sağlıklı bir diyete uyarlamak konusunda da çok fazla kafa yoran araştırmacı var. Kendilerini bir çeşit paleo-diyetisyen (tarih öncesi diyet uzmanı) olarak niteleyen araştırıcılar genellikle insan vücudunun yüksek karbonhidrat yüklerini işlemek için evrimsel olarak zayıf bir şekilde donatıldığını öne sürüyorlar. Bazı durumlarda paleo-diyet uygulayıcıları, hayal edilen bir paleo-insanın erişmesinin mümkün olmadığı her şeyden kaçınıyorlar. El Salt’taki Neanderthal kuzenlerimizden elde edilen sonuçlara bakılırsa, çok fazla pişmiş geyik ve keçi eti yemeleri gerekiyor olabilir. Bu noktada insana evrimsel olarak en uygun diyetin ne olduğunu kestirmek zor; ama Sistiaga, “Onlar gibi yaşamıyoruz” diyerek önemli bir noktaya işaret ediyor.
Tarih öncesi atalarımızın günlük diyetlerinin keşfi ile ilgili birçok çalışma yapılmakta, büyük mesafeler de kaydedilmekte. Ancak şunu biliyoruz ki doğada ulaşılması zor ve nadir yiyecek kaynakları biz insanların beyninde “bulduğun an olabildiğince çok tüket” devrelerini harekete geçirmek zorundaydı. Karbonhidrat ve diğer şeker türevleri de doğada her zaman bulamayacağınız ve yoğun enerji içeren yiyecek guruplarındandır. Yokluk döneminin ayarları ile çokluklar döneminde yaşamak ise maalesef eskiden atalarımızı hayatta tutan bu ayarların artık bizim aleyhimize çalışması gibi bir soruna da işaret ediyor. Bağımlılıklarımızın temel sebebi yine bu ayarlar gibi görünüyor.