Pariste, 1789 Fransız ihtilaline ilişkin eşyaların ve belgelerin sergilendiği Karnevale müzesinin bir köşesinde özenle yerleştirilmiş bir kitap dikkatleri çeker. Bu küçük, yıpranmış ve rengi hafif sararmış kitap 1791 Anayasasıdır. Dikkatlice bakarsanız alt satırında şöyle yazar: İNSAN DERİSİ İLE KAPLANMIŞTIR. Bu yazı karşısında özgürlüğün değerini ve bu uğurda yapılan savaşların ne denli derin olduğunu anlarsınız.
Tarih boyunca insanlık ‘’İyi, Güzelve Doğru’’ Üçlemesine ulaşabilmek için acı bedeller ödemek zorunda kalmıştır .Anadolu insanıda bu bedeli, Çanakkale de, Kurtuluş savaşında, 1970 lerde, 1980 lerde gencecik insanların bedenleri üzerinden ödememişmidir. Bütün bu destansı öyküler toplumsal hafızamızda kayıtlı değilmidir. Bütün bu süeçleri geçiren ve özgürlüğünün bedelini ödeyen Türkiye yi yönetenler kendi çıkarlarına uygun olarak ‘’Kanunların, Yasaların hafızası yoktur’’ diye niye hala insan derisi kullanmaya devam ediyor ve böylesi sindirilmiş. Korkutulmuş bir yaşamı bize reva görüyor veya biz niye bu yaşamın içinde boğulmaya devam ediyoruz.
O zaman böylesi bir hafıza kaybının nedeni toplumun aslında öznesinin kaybolmuş olduğu gerçeği ve kendi kendinin sahipsiz oluşu değilmidir.
Toplumun asıl öznesi olan toplumsal bireyin aynı toplumun olağan bireyleri tarafından kavranması ve algılanması her hangi bir nedenle silik ve bulanık bir hal aldığında içinde bulunduğu toplumda silik ve bulanık bir hale dönüşür.
Toplumsal bireyin halinin tüm ahlak ve etik kuralları ile bir türlü var olamadan bıraktığı her yer, aynı zamanda tüm kültür,bilgi birikim ve varoluş sebebinin de olmadığı yerler halini alır.
Aristo nun deyimiyle ‘’Homo Politicus’’ Antik dönemde ‘’Yurttaş kimliği; politik eylem ve iletişimde bulunan, bu sayede kalıcılık ve süreklilik üreten dolayısı ile varlığıyla anlam kazanan’’ bir varlık olarak geçer.
Vita Aktiva; yani hareketli yaşam içersinde değerli etkinlik, politik yapılar üreten ve değiştiren, yurttaşın kendi varlığını toplum içersinde varsıllaştırmaya imkan tanıyan ve onu kentin kollektif hafızasında kalıcı kılacak olan eylem etkinliğidir. Yani ‘’Homo Politicus’’ a özgü etkinliktir. Antik kamusal yaşamın idealize şekliyle ‘’Homa Politicus’’ olan yurttaşlar siyasal topluluğun eşit bireyleri ve parçalarıdır.
Genel olarak özgürlük, yurttaşların politikaya katılımı anlamına gelmektedir ve kamusal erdem, yurttaşın kendisini bütüne feda etmesini gerektirir. Erdemli olmak ölçülü olmayı ve kendine yetmeyi de içermekteydi. Kamusal yaşam yurttaşların politik eylemi ile var olmaktaydı. Politik iletişim ve konuşma, Politik eylemin diğer bir yüzünü oluşturmaktaydı.
Şimdi günümüz koşullarında; Aristo nun düz mantığından giderek, politika yapmayan insana başka bir şey yakıştırabilirmiyiz…?
Peki yapılan politikaların niteliğinin insanların yüceleşerek daha da insanlaşmasını yada insanlıktan daha da uzaklaşmasını yok sayabilir miyiz..? Üstelik hem politika yapıp hem de insanlığın utancını üzerinde taşıyanları hangi eksende ele alacağız. Hiç bir hayvanın akıl etmeyeceği düzeyde aşağılık işler yapmayı nasıl olsa politika yapıyorum diyerek insanlara yutturmaya çalışan, insanlığın utanç abidesi sayılabilecek bu kişileri ‘’Politika yapıyor, o halde insanlaşma sürecindedir’’ diye kabul edebilecek miyiz. İşte bugün Türkiye de geldiğimiz nokta, aynı düşüncedeki ve kişisel çıkarları ortak insanların köylü kurnazlığı ile halka yutturdukları kirli politika, tam tersi düşüncedeki insanların politika yapmasını suç ilan etmektir. Bu gün artık mevcut erk, insanlığın evrensel değerlerini savunmak ve bu yönde politika yapmayı, algı yönetimi, sindirme ve korkutma yoluyla halk nezdinde en büyük suçlu ilan etmekte gecikmemektedir.
Kamusal kaynakların kullanılması kararları sürecinde açık, şeffaf, hesap verilebilir ve denetlenilebilir olmasını savunmak ve buna bağlı politika izlemek Türkiye de büyük bir onur ve keyifle işlenebilecek suç haline gelmiştir.
Kamu yönetiminin en küçük nüvesi olan yerel yönetimlerin, maalesef artık tek elden yönetilen ve yönetenlerin kendi doğrultusunda kentlerin kimliksizleştirme ve toplumsal hafızayı da yok edip yeniden dizayn etmeye çalışması, kanun hükmündeki tek elden yazılmış kararnamelerle kamuya ait çevrenin ve doğal tabiat varlıklarının yok edilmesi, açık ve şeffaf olmayan ihale süreçleri, kamuyasal düzenin demokratikleşmesi yolunda en büyük engel gibi görünmektedir. Sivil toplum ve demokratik kitle örgütlerinin ortak akıl ve barışçı metotlarla bu kötü gidişatı deşifre edip halkı bilinçlendirme görevini ve bu şerefli ve onurlu suçu üstlenmesi gerekmektedir.
ALİ ÖZERK
MİMARLAR ODASI BALIKESİR ŞUBE BAŞKANI