Bu başlık ne bir isyanın haykırışı, ne de bir protesto serzenişi idi. Bu düpedüz bizim sitedeki elli dokuzların kızının söylediği meşhur Kibariye şarkısının sözleriydi. Şarkı, malum Orhan Gencebay ’ın idi ama kızımız Kibariye ile birlikte( müzik çalarla) avazı çıktığı kadar bağırarak, ses tellerini patlatırcasına, anne ve babasının gururla izlemeleri karşısında şarkıyı söylemesi idi.
Detone bir ses, sözlerin yanlış telaffuzu, bir tarafları kerpeten ile sıkıştırılıyormuşçasına çıkarılan garip sesler. On altı – on yedi yaşlarında pırıl pırıl bir genç kızımız. Ama söylemeye çalıştığı müzik dünyada hiçbir ülkede (Arap ülkeleri hariç) modern dünyada eşi benzeri bulunmayan bir müzik türü olan arabesk. Çok yazık. Evdekilerin- Ülkemizdeki bu terör olayları karşısında, şehitlerimiz varken şarkı söylemek te neyin nesi demelerine hemen itiraz ettim.
Müzik evrenseldir her yerde her şartlarda söylenmelidir diye oldu itirazım. Kaldı ki ülkemizdeki fevkaladelik tablo Cumhuriyetimizin gücünü, parlamenter rejimin olağanüstülüğünü bilmeyenlerin, cumhuriyetimizi Ulu Önder Atatürk ve silah arkadaşları nın kurduğunu hatırlamak istemeyenlerin yarattığı hazin ama geçici bir tablo olduğunu söyledim.
Yenilen pehlivan güreşe doymazmış özdeyişini hatırlattım ama bu deyiş eskilere hakemsiz yapılan güreşlere aittir. Zira modern dünyada her yarışma artık hakemli olarak yapılmakta, niye mi? İtirazlar olmasın diye… Bu son güreşimiz yüce milletimizin hakemliğinde yapılacağı için neye ve kime itiraz edilecek hep birlikte göreceğiz.
Gençlerimiz şarkı söylemeli. Ama arabesk değil. Dans etmeli ama sadece kılıç kalkan değil. Milli değerlerimizi bilmeli ve korumalı. Lise son sınıflardaki gençler, memleket meselelerini ve tarihimizi bilerek birçok konuda konuşabilmelidirler. Gençlerimiz ayrıca aşkı ve sevgiyi yaşamalı ve bilmelidirler. Aşkın biokimyasını bilerek yaşamaları gerekir ki kendilerine, ailesine ve topluma zararlı olmasınlar. Bizim elli dokuzların kızlarının damardan diye addedilen(!) şarkılar söylemesinin sebebi erkek arkadaşı tarafından terk edilmesi olsa gerek. Zira 3-4 gün evvel gece 02 civarında yüksek sesle bir genç kızımızın ağlamalarına uyandım. Kızımız önde, telefon kulağında hem yürüyor sitenin yürüme yollarında, hem de ağlayarak avazı çıktığı kadar bağırıyordu;-Ahmeeeet bana bunu nasıl yaparsın, beni nasıl terk edersin? Bana tercih ettiğin o çarpık bacaklı, o nemrut , üçgen suratlı maymuna benzeyen Zübeyde de ne buldun? Hem o müşterek arkadaşımız değil miydi Ahmeeeeet? Nasıl yaptın bunu bana diyor ve yürüyordu. Annesi ne mi yapıyordu? Kolunda bir hırka kızının peşi sıra yürüyor; yapma kızım gel artık içeriye girelim, üşüyeceksin. Baban o Ahmet’in cezasını verecek deyince de, kızımız Ahmet’e kıyamıyor tekrar avazı çıktığı kadar bağırıyordu. Hayır, babam değil ben vereceğim cezasını. Çünkü babası erkek Ahmet’i döver ve Ahmet’in canı yanardı.
Sevgi ye bakın, aldatılmış ama hala Ahmet’in canının yanmasını istemiyor. Ahmet bir gün ona dönecek ümidi ile yaşamak istiyor. Bu yüzden günümüzde aşklar onursuz ve gurursuzca bitiyor. Bu yüzden değil mi günümüzde aşk deyince sadece kadın, terk edilmişlik ve mezarlık akla gelmektedir. Oysa aşk bu değil. Aşkı ve sevgiyi gençlerimize öğretmeliyiz. Benim zamanımda aşklar böyle değildi. Evvela ebeveyn lerimiz kız arkadaşımızın olduğunu duyacak diye çok korkardık. Ayıptı o zamanlar. Ne demekse? Sevgilin varsa bile kimse bilmeyecek ve o sevgili ile muhakkak sonunda evlenilecekti. O yüzden çok gizli tutuluyordu.
Üniversite öğrencisiyim. Birinci sınıftan ikinci sınıfa geçmişim. Yaz tatilinde memlekete gitmişim. Tıbbiyeliyim, gururluyum ve de sevgilim var. Kimsenin bilmemesi lazım değil mi? Ama benim yaşadığım şehir 40 bin nüfuslu. Bunun 15 bini Türk ve Müslüman . İnanın bu 15 binin tahminen 10 bini benim kız arkadaşım olduğunu öğrendi o yaz tatilinde. Nasıl mı?
Anlatayım. Temmuz ayının ortaları… Bir Çarşamba günü… Saat 16 civarında idi… Bütün Yunan halkı siesta da uyuyordu. Kız arkadaşımla buluşmuşum. İskeçe Aşağı mahallede… Hiç farkında değiliz. Tam cami nin karşısında karşıdan bakınca görünmeyen girintide kız arkadaşımla yakın temas sohbet ediyorduk. İkindi namazı ezan vakti imiş. Müezzin in iki defa Allah’ü Ekber dediğini duyduk. Üçüncü kez tuuuuuu! utanmaz herif defolun oradan, diye minareden bağırdığı duyulmaz mı? Meğer biz yukarıdan, minarenin şerefesinden görünüyormuşuz. Sadece müezzine, Ne bağırıyorsun!! Mahalleliye niye duyuruyorsun diye bağırdım. Ama müezzin ezanı bırakmış hızla minareden iniyordu. Tabii ki kaçtık. Lisede iken çok iyi bir öğrenci idim. Okulun bayrağını taşıyordum. Tıbbiyeli idim, o dönemde tıbbiyeye giren ilk ve tek öğrenciydim ehhh birazda yakışıklı idim onun için çok kişi tanıyordu beni İşkeçe’de… Böylece sadece ailem değil bütün İşkeçe duymuştu kız arkadaşım olduğunu. Şükrediyorum ki kız arkadaşım Yunanlı ve Hristiyan idi.
Daha komiği mi?
Kar yağışı nedeni ile birkaç kez ertelediğimiz, bu kış çok sevdiğim iki saygıdeğer meslektaşımla küçük bir Batı Trakya gezisi yaptık. İskeçe ’de bizi sevgili Türk milletvekilimiz ve Sn. saygıdeğer seçilmiş müftümüz de ağırladılar. Müftülüğe gittiğimizde ne göreyim! O zaman kız arkadaşımla beni mahalleliye duyuran müezzin imam olmuş ve şimdi müftü naibi ve karşımızda. Gülmemek için kendimi zor tuttum. İmam efendi de herhalde hatırlamadı(!) Ama bakışları pek manidardı. Belki benim hüsn’ü kuruntum. Şimdiki aşklar başka diyor gençlerimiz. Bana sorarsanız yanılıyorlar. Hepsi birçok konuda profil nörozundalar. Ne istediklerini bilmiyorlar. Ne söylediklerini de… Batı Trakya gezimizi yaptığımız saygıdeğer meslektaşım anlattı; Bir genç ben ateistim diyormuş. Her yerde her ortamda söylüyorum, kimse inanmıyor, ama olsun Allah biliyor ya diyormuş(!)
Yakından tanıma fırsatını bulduğum Aziz Nesin’nin bütün eserlerini Yunancaya çeviren İstanbul devlet senfoni orkestrası emekli çellocusu, meslektaşım Prof. Dr. Ersi Kalfoğlu ’nun babası rahmetli Panayot Abacı her ortamda ben ateistim diyordu. Geçen hafta öldü.
Cenazesini İstanbul Rum Ortodoks patrikhanesinin en büyük papazlarının kaldırdığını biliyor musunuz?
Kalın sağlıcakla…
Prof. Dr. Rehat Faikoğlu / www.heykadin.com.tr