Şerbet’in bakışı: Hepimize hâlâ ders veriyor

National Geographic’teki kapak fotoğrafı ile ünlenen “Afghan Girl” ün izini yıllar sonra bulmak ve gizemini çözmek isteyen gazeteci Mccurry, gözlerin iris görünümlerinin karşılaştırılması yöntemi sayesinde “Afghan Girl”ü bularak yeniden fotoğrafını çekti.

İlk kez 1985 yılının National Geographic dergisinin Haziran sayısının kapağında gördük bu yüzü… “Afghan Girl” olarak ünlenen bu resim daha sonraki yıllarda, dünyanın en çok bilinen portrelerinden birisi haline geldi ve hatta bilinirlik bakımından Mona Lisa ile dahi karşılaştırılması yapıldı. Gerçekten de Mona Lisa’nın kim olduğu konusundaki sır hakkında yapılmış çok sayıdaki yayına rağmen, bu bilginin ancak spekülasyondan öteye gidemeyişi bir efsaneye yol açtı. Nasıl ki Mona Lisa’nın bakışındaki esrarengiz özellikler pek çok yoruma yol açtıysa, “Afghan Girl” portresi de uzun yıllar pek çok spekülasyona neden oldu. Amerikalı savaş fotoğrafçısı Steeve McCurry, 1984 yılında, Pakistan’ın kuzeyindeki, Peşaver Afgan mülteci kampında çalışmakta ve kampın uzun süredir yaşadığı sefaleti sergilemeye uğraşmaktaydı. Bu sırada, Afghan Girl portresi ortaya çıktı. Tüm dünya bu portrenin, ürkeklikle bezenmiş korkuyu ve güvensizlikten kaynaklanmış endişeyi olağanüstü tanımlamasından çok etkilendi. Evet, bu portredeki bakış, bir kız çocuğunun savaştaki duygularını ve yaşadığı ağır travmaları adeta bir anda özetleyivermişti. Her ne kadar daha sonra, gazeteci McCurry’nin, ilk iliştirilmiş ordu gazetecilerinden birisi olduğu (Embedded Journalist) ileri sürülmüş ve Amerikan Haber Alma Teşkilatı’nın bu portreyi, Sovyet işgalinin kötülüğünü dünyaya iletmekte bir algısal araç olarak kullandığına ilişkin birçok düşünceler ve yazılar ortalara dökülmüşse de, tüm bunlar bu genç kızın savaşın karanlığından fırlayan bakışının Mona Lisa kadar ünlenmesini engellememiştir. Evet, bu Afghan Girl artık ünlüydü ama uzun süre hiç kimse onun kim olduğu ve daha sonra ne olduğu ile ilgilenmedi. McCurry bile kampta bir ara hayal gibi görünüp kaybolan bu kızın ismini öğrenemedi. Zira kendi anlatımına göre kalabalık bir kız topluluğu içinde bir an bu bakışı tesadüfen yakalamış ve hatta daha sonra filmler üzerinde çalışırken, elde ettiği görüntüden kendisi de çok etkilenip sarsılmıştı. Sonra geriye dönüp düşündüğünde sanki böyle bir insan yoktu, sadece bir resim vardı. Her şey o anda donup kalmıştı. Sanki bu kız çocuğu, sadece fotoğrafın çekildiği anda ortaya çıkan, öncesiz ve sonrasız bir hayaldi. Bu hayal, sadece resimli basında değil, her yerde, kimi zaman bazı reklam kokan amaçlarla kullanıldı. Bir anlamda tüketim için kullanılan bir figür haline geldi. Bu kızın kim olduğu üzerinde kimse pek durmuyordu.
Oysaki O’nun muhteşem bir ismi vardı: Sharbat Gula. Gula, kız çocuğunun doğduğu Peştun bölgesinin dilinde “şeker” demekti ve isim aslında “şerbet şekeri ” anlamına geliyordu. Bir anne babanın çocuğuna koyabileceği bu kadar şefkat ve sevgi dolu bir isim olabilir mi? Bu kadar sevinç ifade eden bir isim olabilir mi? Bu kızın doğumu, anne ve babasını ne kadar mutlu etti ki 1972 yılında doğan kız çocuğuna böyle bir isim seçtiler: Şerbet Şekeri.

İŞGALİN FOTOĞRAFI

Sovyet askeri birlikleri, 24 Aralık 1979’da Afganistan’a gönderildi. Kuzeyden başlayan savaş, kuzey Afganistan’da yüz binlerce Afganın, Pakistan sınırını geçerek, orada birikmesine ve mülteci kamplarına doluşmasına neden oldu. Pek çok insan olağandışı kış şartlarında hem soğuktan hem de savaşın doğrudan etkisi olan bombardımanlardan dolayı hayatını kaybetti. Bunlar içinde Şerbet’in annesi babası da vardı. Yani Şerbet 7 yaşında ana babasız kalmıştı. Bu nedenle belki, bu bakış, tüm dünyanın tam kalbine işlemiş, vicdanı olan her insanı delip geçmişti.

Sovyetler Afganistan’da 10 yıl kaldı. 1989’da geri çekilirken sadece 15 bine yakın asker kaybı, 450 dolayında uçak ve inanılmaz sayıda mühimmat kaybının yanı sıra çok sayıda sivil insan kaybı ile yaşanan binlerce dram yeni dünyanın gözünün önüne çıkmaya başlamıştı. Geride, dünyanın en istikrasız alanını, bu süre içinde büyüyüp serpilen Taliban’a terk etmişti. Sovyetlerin ayrılması ile savaş elbette bitmedi, bugün hâlâ devam ediyor. 1.5 milyon insan kaybı ve 3.5 milyon mülteci ile sürüp giden bir savaş.

17 YIL SONRA BİR HAYALİN PEŞİNDEN

Gazeteci McCurry, yıllar sonra, ismini bile bilmediği bu “hayal”i tekrar aramaya karar verdiğinde aradan 17 yıl geçmiş yıl 2001’i bulmuştu. McCurry önce mülteci kampının bulunduğu yere gitti. Peşaver bölgesindeki kamp hâlâ varlığını sürdürmekteydi, ama gösterdiği resmi tanıyan kimse çıkmıyordu; 1984 yılında yine o kampta bulunmuş çocuklardan biri olan kişiyle Kuzey Pakistan’da tesadüfen karşılaşıp, o resmi konuşuncaya kadar. O kişinin verdiği bilgiye göre, resimdeki kız, uzun süre önce kamptan ayrılmıştı ve büyük ihtimalle o yıllarda Taliban kontrolündeki güvenli bölge olarak ilan edilmiş Tora Bora bölgesine gitmişti. İsmi ise muhtemelen Sharbat idi.

Uzun, meşakkatli arayışlar… Zor yollar ve mevsimler… McCurry nihayetinde, bu “hayal”i buldu tekrar: Gerçekten Tora Bora bölgesinde yolsuz, susuz, elektriksiz küçük bir köyde üç çocuk annesi, burka içindeki kadın bu hayalin kendisi miydi? Acaba doğru muydu? Bu resmi tekrar yayınlayabilir miydi? Bu burkanın içinden çıkacak olan hayalet gerçekten Sharbat mıydı?

Kocası Rahmet Gül’den ve kendisinden izinle tekrar fotoğraf çekildi. Kadının ismini o zaman tam olarak öğrendi. 1984’te çekilen resimdeki gözlerin iris görünümlerinin yeni resimle karşılaştırılması sağlandı. Sharbat’ın iris fotoğrafları böylece değerlendirildi. Sonuçlar Tora Bora dağlarındaki bu kadının Peşaver kampındaki bu ünlü hayal kız olduğunu doğrulamıştı. İnsanların irislerine bakılarak, bazı hastalıkların tespit edilmesi şeklindeki bir tür eski sağlık uygulamasına İridoloji denmekteydi. Zaman içinde iris haritalamasının, sanki parmak izi gibi çok önemli tek ve kişisel bir veri olduğuna karar verildi. Aslında, İridolojinin de kişisel sağlık bilgileri taşıdığı savı da belki bundan kaynaklanmaydı. Bu “iris haritalaması” teknolojisi sonraları daha da geliştirildi. Zira insanlar ayakta iken ve sırtüstü yatarken gözlerinde farklı pozisyonlar ortaya çıkmakta ve siklotorsiyon gelişmekteydi. İris haritalaması bir teknoloji haline getirilerek (İris Registration), özellikle oftalmolojide lazer cerrahisi uygulamaları sırasında gözün siklotorsiyonuna bağlı olarak astigmatik ve topografik hataların önlenmesi amacı ile kullanılmaya başlandı. Pupilla santralizasyonuna ilişkin sorunların azaltılmasını ve görsel kalite açısından hastaların daha başarılı sonuçlarla ameliyattan çıkmaları sağlanmış oldu. Böylece, refraktif düzeltmeler çok daha keskin yapılmaya başlandı ve çok yüksek başarılara ulaştı. Sonuçta, hepimizin ruhuna işleyen fotoğraftaki bu gözler teknoloji ile Sharbat’ın izini buldurdu.

40 YAŞINDA TOPRAĞA BAKAN GÖZLER

Aradan tekrar 12 yıl geçti. 2002’den 2014’e gelindi. Sharbat artık kırklarında ve dünyanın bir kadına yüklediği her türlü ağırlığın altında sadece yere bakıyor. Bu bakışta, bu dünyada başına gelenleri anlamış ve büyük bir sindirme gücüyle tüm çaresizlikleri bünyesine yedirmiş bir kadının, bu yaşantının kendisine yüklemiş olduğu tüm olumsuzlukları kendinde toplayıp bir anda toprağa iletip yok etme duygusu var sanki. Bu yere bakıştaki ifade, adeta itirazdan vazgeçmiş bir sükûnet içeriyor. Sharbat’ın 13 yaşında iken, tüm dünyayı sarsan, savaşın karanlığını anlatan ürkek ve endişe dolu bakışları şimdilerde, burkanın ardından ve sadece yere bakıyor… Hiç gülmeden yaşlanmış bir yüz olarak… Büyük sevinçlerle anne ve babasının kucağına aldığı şerbet şekerlerinin, bir anda kabusa dönen yaşamını anlatmaya çalışır gibi… Adeta, tüm dünyadaki savaşların, haksızlıkların, kayıp giden hayatların ve kısacık bir kadın ömründe yaşanmış baskı ve zulümlerin utancını toprağa gömmeye çalışır gibi. Otuz yıl önce tüm dünyanın ruhunu delip geçen bakışlar, bu kez burkanın arkasında sönmüş, söndürülmüş olsa bile, insan suretinde sessiz bir çığlık olarak, itirazsız, soluk bir sükûnetle yere bakarak, hala hepimize unutulmayacak bir ders vermeye devam ediyor. Çünkü öyle anlaşılıyor ki, ülkemizde her aileye bir şeker olarak doğan ve fakat sonra en ufak bir bahane ile katledilen yüzlerce kadınımıza uygulanan tüyler ürpertici vahşetten yeterince ders alamıyoruz.
Dünya politik sahnesi de şu anda, tarihte en yüksek sayıya ulaşmış mültecileri azaltmanın yollarını arayacağına ve insanlığın bu büyük dramına dikkati çekeceği yerde, her geçen gün mültecilerin artmasına yol açan koşulları görmezden geliyor. Galiba Şerbet’in şahsında yere , toprağa bakan çaresiz her bakışta, hepimizin sorumluluğu var…

Prof. Dr. Süleyman Kaynak

Ophthalmology Life 2015 22. Sayı