Sevmek de yorulur!

Her şeyden kaçabiliyorsun, ama sevdadan kaçılmıyor. Sevgi değil bahse konu ettiğim, sevda.
Bilir misin, gönüle koyup bir sevdayı, orada yaşatmak ne zordur. Karşına binbir zorluk çıkar. Unut der her şey inadına. Bırak der. Bırakamassın.

Unuttuğunu sandığın gün olur. Ama gözlerini kapattığın an düşündedir. Hafta geçmez düşünde görmeden geçirdiğin.

Düşlerden çıkıp gelsin istersin. Hayır, gelmek ‘çok’ şeydir. Sadece sesini bile duymak yeterdir aslında. Duyamassın ki. Duyurmak istemesse nasıl duyacaksın. Düş değil ki hayat. Yaşıyoruz işte iyisiyle kötüsüyle. Şunu sorar insan çok kez! Düşlerde mi sevmeye devam edeceğim. Hem düş nedir ki…

Hem Allah unutturmassa unutamassın ki. Haftada bazen bir, bazen bir kaç kez tekrarlanan düşlerin bir amacı yok mudur? İsteyerek kimseyi düşümüze getiremeyiz. Peki neden? Bu soruyu o kadar soruyorum ki kendime iki yıldır! Cevapsız kalan sorulara, çıkmaz sokaklara mahkumum şimdi. Bu çıkmaz “sokakların emzirdiği çocuğum” şimdilerde. Gönülhanemi atıyorum bu çıkmazlara, cevap bulurum ümidiyle. Ama bulamıyorum ki…

Aynalara baktığım oluyor. Kendimi göremiyorum bile. Bu ben miyim diyorum. Yine yanıtsız sorularda boğuyorum kalbimi. Kendimi kaybetmişliğimi anımsıyor, gözyaşlarına boğuluyorum. Akan yaşlar, gönlümü soğutmak yerine sevdamı alevlendiriyor. Kayboluyorum sende. Kaybediyorum kendimi. Ben ben olmaktan çıkıyorum yavaş yavaş. Ama diyemiyorum. Dememe izin yok. Konuşmama izin yok. Ağzım susuyor ama gönlümbir an bile durmadan konuşuyor. Sen varsın ya da yoksun, değişmiyor ki bu.

Gönlüm o kadar çok konuşuyor ki seninle. Bazen bir anıya dalıp, kendi kendime gülümsüyorum. Zaman zaman bir fotoğraf karesine dalıp, o anlara gidiyorum. Bazen senin sevdiğin bir şarkıya rastlıyorum. O anlar hem en mutlu, hem de en mutsuz anlarım oluveriyor.

Ama… Kaderin Sahibi’ne şükrediyorum. Varlığınla karşılaştırdığı için. Seninle aynı zaman diliminde yaşadığım için. Düşlerimden bir an bile seni uzak etmediği için. Bana düşende bu oluyor işte. Gelse celalinden cefa, yahut cemalinden vefa, ikiside cana safa, kahrın da hoş, lütfun da hoş.” Gönlüme seni hoş gösterene bin şükür.

O kadar hayatımdasın ki… O kadar seninleyim ki. O kadar çok hatırlatılıyorsun ki. Bazen ne yapacağımı, ne edeceğimi, ne diyeceğimi bilemiyorum. Suskunlukla geçiriyorum tüm zamanlarımı. Söylesene ‘susmak’ gönlü avutur mu?

Oradasın. Bir yerlerdesin. Ama bana susuyorsun. Senin susmanla susmuyor ki benim gönlüm. İnandığım Yaratıcı seni bir an bile hatırımdan çıkarmama izin vermiyor ki. Bir insanın uzunca ömründe görebileceği kadar çok düş’üme getiriveriyor ‘Tüm Hesapların Sahibi’. Hesapsız yaşıyorum o yüzden. Benim, bizim bir hesabımız varsa da, O’nun da bir hesabı var.

Oradasın biliyorum. Şairin dediği gibi, ‘gülüşün yalnızlar çarşısı’nı şenlendiriyor! Çarşı pazar gülüşünle şenleniyor. ‘Senin sevinçlerini de hüzünlerini de’ biriktiriyorum oysa ben.

Bu yazdıklarım bir iç döküş olsun. İçimi Yaratıcı’ma dökmüş olayım böylelikle. Zira O’nunla da senin için konuşamaz oldum epeydir. Zaten O’ndan istememe fırsatım olmuyor. O istemeden seni bana hatırlatıyor.

Bu yazının son sözü olsun. “Dünya tersine dönse vazgeçmem. Gökteki güneş sönse vazgeçmem. Sensizlik inan ki ölümden beter. Canımdan geçerim senden vazgeçmem. Ölsem vazgeçmem.”

İyiliğini diliyorum yaşadığım her an’ım da, iyiliği verecek olandan.

Sevdiği(n)m bir şiir. Yazarı okul yıllarında yazmış sevdiceğine bunu. Hiç kavuşamamış. ‘Bir kişi’ye kavuşamayınca ‘hiç kimse’ye kavuşmak istememiş… Tıpkı benim gibi…

Mona Rosa

Mona Rosa. Siyah güller, ak güller.
Geyve’nin gülleri ve beyaz yatak.
Kanadı kırık kuş merhamet ister.
Ah senin yüzünden kana batacak.
Mona Rosa. Siyah güller, ak güller.

Ulur aya karşı kirli çakallar,
Ürkek ürkek bakar tavşanlar dağa.
Mona Rosa bugün bende bir hal var.
Yağmur iri iri düşer toprağa,
Ulur aya karşı kirli çakallar.

Açma pencereni perdeleri çek,
Mona Rosa seni görmemeliyim.
Bir bakışın ölmem için yetecek.
Anla Mona Rosa ben bir deliyim.
Açma pencereni perdeleri çek.

Zeytin ağaçları, söğüt gölgesi,
Bende çıkar güneş aydınlığına.
Bir nişan yüzüğü bir kapı sesi.
Seni hatırlatır her zaman bana.
Zeytin ağaçları, söğüt gölgesi.

Zambaklar en ıssız yerlerde açar
Ve vardır her vahşi çiçekte gurur.
Bir mumun ardında bekleyen rüzgar,
Işıksız ruhumu sallar da durur.
Zambaklar en ıssız yerlerde açar.

Ellerin, ellerin ve parmakların
Bir nar çiçeğini eziyor gibi.
Ellerinden belli olur bir kadın,
Denizin dibinde geziyor gibi.
Ellerin, ellerin ve parmakların.

Zaman ne de çabuk geçiyor Mona.
Saat onikidir söndü lambalar
Uyu da turnalar girsin rüyana,
Bakma tuhaf tuhaf göğe bu kadar.
Zaman ne de çabuk geçiyor Mona.

Akşamları gelir incir kuşları,
Konarlar bahçemin incirlerine.
Kiminin rengi ak kiminin sarı.
Ah beni vursalar bir kuş yerine.
Akşamları gelir incir kuşları.

Ki ben Mona Rosa bulurum seni
İncir kuşlarının bakışlarında.
Hayatla doldurur bu boş yelkeni.
O masum bakışların su kenarında.
Ki ben Mona Rosa bulurum seni.

Kırgın kırgın bakma yüzüme Rosa.
Henüz dinlemedin benden türküler.
Benim aşkım uymaz öyle her saza.
En güzel şarkıyı bir kurşun söyler.
Kırgın kırgın bakma yüzüme Rosa.

Artık inan bana muhacir kızı,
Dinle ve kabul et itirafımı.
Bir soğuk, bir mavi, bir garip sızı
Alev alev sardı her tarafımı.
Artık inan bana muhacir kızı.

Yağmurdan sonra büyürmüş başak,
Meyvalar sabırla olgunlaşırmış.
Bir gün gözlerimin ta içine bak
Anlarsın ölüler niçin yaşarmış.
Yağmurdan sonra büyürmüş başak.

Altın bilezikler o kokulu ten
Cevap versin bu kuş tüyüne.
Bir tüy ki can verir gülümsesen,
Bir tüy ki kapalı geceye güne.
Altın bilezikler o kokulu ten.

Mona Rosa. Siyah güller, ak güller.
Geyve’nin gülleri ve beyaz yatak.
Kanadı kırık kuş merhamet ister,
Ah senin yüzünden kana batacak.
Mona Rosa. Siyah güller, ak güller.

Sezai Karakoç