Sigmund Freud Fryod Kimdir Hayatı Biyografisi Psikanaliz Kısa

İçindekiler

Freud’a göre psikanaliz

Sanatçılar, eserlerini yaratırken geçmişte yaşadıkları bilinçsiz çalkantıların bir kısmını okurlarına aktarırlar. Böylece sanat ve nevrotiklik arasında bir ilişki başlar. Sanatçı, geçmişteki psikolojik durumlarını imgesel bir üslupla anlatırken, ya tatmin edemediği duygularına bir doyum alanı bulur ya da onları estetik imgelem içinde bir çatışma ve fantazi iklimine aktarır.

Edebi psikanalizde öncelikle metinde karşılaştığımız kişiler öznedir. Sigmund Freud (1856-1939), Traumdeutung (1900) (Rüyaların Yorumu) adlı kitabında tezini aydınlatmak için edebi örneklere başvurur ve bu en kapsamlı denemede kurgusal kişileri sanki dünyada değil, saf gerçeklikte varmış gibi inceler. yazarın hayal gücü.

Sigmund Freud’un Bilinçaltı ve Düşleri

Freud, sanat eserinde insan arayışında rüyaların, cinsiyet faktörünün, çocukluk anılarının ve bilinçaltına itilen bastırılmış duyguların çok önemli olduğunu savunur.

Rüyaların geleneklerimizde de çok önemli bir yeri vardır. Yıllarca varoluşçu felsefeyi tasavvuf birikimi olarak yorumlayan kaynaklar, rüyaların insanı manevi dünyaya açmada çok önemli bir role sahip olduğunu savunurlar. Tasavvuf edebiyatındaki varlık mertebelerine göre; Rüya görmek, bu varlığın, yani madde âleminin, şehadet âlemi veya mukevinat (tüm mahlûklar) âlemi veya imkânlar âlemi denilen manaya, soyutlamaya (soyutlama) doğru genişlemesidir. Rüya bir dünyadır. Tasavvufta rüya aynı zamanda birinci dünya (alem al-‘inah) olarak da adlandırılır. Orada, varlık âlemi ile ruh âleminin bir karışımı sunulur ve insanın iç dünyası, yine insanın kendisi tarafından rüyalar aracılığıyla müşahede edilir. Hayal kurmak, ilham veren unsurun bir parçasıdır. Aynı zamanda, bu dünyanın gezgini için harika bir yerdir. Tamamen sembolik olan rüyaların karmaşık ve sembolik biçimleri her insan tarafından çözülemeyeceği için bilim adamları Rüya Yorumları adlı eserler yazmışlardır.

Freud, insanların rüyalarını edebi eserlerdeki kurgusal insan vakalarıyla karşılaştırarak psikoterapi sırasında malzeme olarak kullanmak için bir sistem oluşturmaya çalıştı.

“Freud, sanat eserini sanatçının kişisel hayatından çıkarmak gerektiğini söylüyor.” Dostoyevski üzerine yaptığı araştırmada, kahramanları ile Dosto’nun karakteri arasında bir bağlantı olduğunu iddia ediyor. Buna göre yazarın zeki, fedakar, çalışkan ve deha özelliklerinin dengesiz ve sapkın olma eğilimindeki özelliklerle bir arada bulunduğunu ve aynı tavrın kahramanlarında da görüleceğini belirtir.

Psikanalizin temsilcilerinden biri olan Carl Gustav Jung, “Analitik psikoloji, Freud’unkinden farklı olsa da, bu en çok teorinin metne uygulanmasında belirgindir. Jung, yazara psikanalizi gereksiz görerek yazara uygulama girişiminde bulunmaz.” Metodunu sadece edebî metnin biçimlerine uygular. Yazarın kişiliğiyle ilgilenmek, sanat eserini onunla sınırlamak demektir.

Biyografik bir yöntem olarak kabul ettiğimiz psikanalitik yöntem, metinden yola çıksa da eserde bilinçaltına ve sanatçının hayallerine ulaşacak şeyleri değerlendirir. Böylece edebî metin, bir sanat eseri olmanın yanı sıra psikolojik bir laboratuvara da dönüşmektedir.

Sigmund Freud’un felsefesi

Sigmund Freud, psikanaliz ve insan psikolojisindeki yeni ufuklarıyla bazı sırları açıklamakta ciddi verilere ulaşıyor. Sanat eseri ile psikolojik birikim arasındaki yakın ilişki Freud’un araştırmalarıyla birlikte yayıldı. İnsanoğlunun en önemli gizemlerinden olan rüyalar ve seks hakkında unutulan bilimsel gerçekler bu araştırmayla yeniden ele alındı. İnsan kişiliğiyle ilgili id, libido, ego ve süperego tanımları, felsefeden yeni çıkmakta olan deneysel psikoloji için de çok önemli hususlardı. Sanat ve edebiyat verilerini kullanarak bilgi aramak da yeni bir buluş.

Bu keşiflerle birlikte psikanaliz, özellikle Freud’un öğrencileri tarafından çeşitli açılardan eleştirilmiştir. Psikanalize ilişkin yukarıdaki genel yorumların yeni yorumlara ihtiyaç duyduğu görülmektedir, çünkü bu kuramda kendinden önceki düşünürlerin ortak aklında pekişen evrensel doğruların pek çoğu farklı değerlendirmelere tabi tutulmuştur. Kendisine yöneltilen en önemli eleştiri, sanatçının kişilik bozukluklarını edebi bir metin üzerinden incelemenin bilimsel gerçekler açısından sakıncalı olduğu, ancak kahramanların psikolojik yapılarını incelemede faydalı olduğu yönündedir.

Freud’un uyuşturucularla ilgili çalışmaları, çocukluk izlerini sanata aktarması, bilinmeyen bazı psikolojik tepkileri sanki biliniyormuş gibi ele alma konusundaki açıklamaları çok beğenildi. Bunlardan “ölümün yok edici etkileri” konusundaki görüşü, doğum ve ölüm gibi çok önemli yaratılış kanunlarına karşı çıkması, saçma sapan savunmaları ve bu gibi bilimsel standartlara uymayan fikirleri yıllardır eleştiri konusu olmuştur.

Freud, sanat ve nevroz ilişkisinde psikanaliz sistemini başlatmış, ancak sonuçları insan onurunu zedeleyen sonuçlara ulaşmış ve sorgulanmaya çalışılmıştır. İnsan zaafı ve ahlaki budalalık olan Oedipus kompleksi gibi Batı mitolojisinden hayali bir örnek, varoluşun hakikati için vazgeçilmez bir kural olarak sunulur.

“Türk Edebiyatının Yapı Teorisi Tasnifleri, Tarihsel Gelişimi ve Oluşumu”

Diğer gönderilerimize göz at

[wpcin-random-posts]