Bu yazı dizisinde, Birleşmiş Milletler tarafından oluşturulan “Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri (Sustainable Development Goals)” ve bu hedeflerin uygulanabilirliği üzerine bir inceleme yapacağız. Ayrıca sürdürülebilirliğin özü, neden 21. yy. dünyasında her zamankinden daha fazla kaynak yönetimine ihtiyaç duyulduğu, Birleşmiş Milletler tarafından listelenen 2030 hedeflerinin uygulamada ne kadar gerçekçi olup olamayacağı ve özelde bu hedeflerin Türkiye tarafındaki sosyolojik izdüşümü üzerinde duracağız. Ocak 2016’da yürürlüğe giren ve toplamda 17 hedeften oluşan kalkınma amaçlarının sosyolojik, ekonomik ve kültürel açıdan doğru şekilde değerlendirilebilmesi için holistik bir bakış açısına ihtiyaç vardır; yani geçmişi analiz ederken bugünün koşullarını göz önünde bulundurmalı ve bu analize bağlı olarak yakın ve orta vade gelecek için öngörülü çıkarımlar yapılmalıdır. 17 hedefin ne olduğuna geçmeden evvel, son yıllarda adını sıklıkla duyduğumuz “sürdürülebilirlik” kavramını inceleyelim.
Sürdürülebilirlik: Temelde gelecek nesillerin ihtiyaçlarını tehlikeye sokmayacak biçimde toplumların bugünkü ihtiyaçlarını karşılamaktır; bu amaçların en güçlü olduğu konular arasında ilk sıralarda ekonomi, sosyal hayat ve çevre/ekoloji çalışmaları gelir.
Konuyla akademik olarak ilgilenmeyen herhangi birisi dahi iklim değişikliği, küresel ısınma ya da dünyadaki kaynakların eşitsiz dağıtılması hakkında en azından medyadaki haberlere rastlamıştır. Yaşadığımız modern sonrası çağın bireysel ve kolektif sorunları, bir ya da iki yüzyıl öncesinin sorunlarıyla aynı değil. Öyle ki hiçbirimiz bizden iki-üç nesil önce yaşamış atalarımızla aynı hayatı deneyimlemiyoruz.
Sosyal değişim olgusu, her zaman ve her toplumda olagelmiştir. Fakat tarihteki hiçbir zaman diliminde değişim/dönüşüm, böylesine hızlı ve küresel boyutta olmamıştır. Bilgiye ulaşma hızımız, dünyanın herhangi bir noktasında ortaya çıkan bir salgının yayılma hızı, her gün yeni bir teknolojik inovasyon ile karşılaşmamız ve dahası bu yeniliklere anında adapte olabilmemiz inanılmaz derecede baş döndürücü. Büyük şehirlerde yaşayan milyarlarca insanın gün boyu maruz kaldığı bilgi akışı, temas ettiğimiz, etkilediğimiz ve etkilendiğimiz kişi sayısı, ulusal ve uluslararası arenada gerçekleşen siyasi ve ekonomik gelişmeler tüm debisiyle çağlarken, bizler bu hızla akan suyun üzerinde rafting yapmakta ustalaşıyor gibiyiz.
İnsan, bir yandan bu kadar çok gelişme içinde varoluşsal problemleriyle debelenen mikro bir varlık iken, bir yandan da büyük resmin parçası olduğu için çok değerli. Sürdürülebilirlik konusu, gezegenimizi ve onun üzerinde yaşam süren tüm canlı türlerini korumayı amaçlar; bu gayenin karşısındaki en büyük engel ise, yüzyıllar içinde politik, ekonomik, kültürel ve sosyolojik sebeplerle makasın ağzının sürekli açıldığı ‘eşitsizlik’ sarmalı. Suyu markasına göre seçip sadece premium cam şişeden içenler ile temiz içme suyuna ulaşamadığı için ölümcül hastalıklarla boğuşmak zorunda kalan insanlar aynı gezegenin yolcuları; aslında sömüren ve sömürülen aynı sabaha uyanıyor. İşin en mühim kısmı da haberdar olduğumuz ya da olmadığımız çok sayıda eşitsizlik ve kaynak israfından, tüm canlılar (insan, hayvan ve doğa) olarak hep birlikte nasibimizi alıyor olmamız. İşte sürdürülebilirlik kavramı tam olarak bu ihtiyaçtan dolayı ortaya çıkmış bir önlemler bütünüdür. Başka bir ifadeyle sürdürülebilir toplum çağrısı: Üretim ve tüketimin akıl almaz ölçülere ulaşması, dünya nüfusunun yaşlanması, insanın doğayı tahrip etmesinin kanıksanmışlığı gibi konular üzerine derinlemesine düşünme ve harekete geçme çabasının bir tezahürü…
Görüldüğü üzere 2030’a kadar farkındalık sağlanması hedeflenen konular, aslında tüm toplumları ilgilendiren ana başlıklardır. Ancak elbette listedeki tüm başlıklar her ülkenin öncelikli konusu olmayabilir. Bunun sebebi de küresel eşitsizlikler ve özellikle pandemi sonrası bu eşitsizliklerin çok daha köklü hale gelmesidir.
Başta belirttiğim üzere bu yazı dizisinin devamında, ekonomik güçlüklerden, cinsiyet eşitsizliğine, iklim sorunundan adil bir gelecek arayışına kadar tüm konuları sırasıyla ele alacağız. Bunu yaparken de küresel tablonun genel bir fotoğrafını çekip ardından Türkiye’deki mevcut durum ve yakın gelecekte yapılabileceklerden bahsedeceğiz.
O halde ilk soruyu yenilemekte fayda var: 2030’a gerçekten hazır mıyız?
Eğer bu yazı ilginizi çektiyse sıradaki yazımız sizin için geliyor: Ev Genci Ya Da NEET Kavramı Nedir?