Tabiat bir aynadır, hem de aynaların en parlağı. -Dostoyevski
İnsanlığın ilk çağlarından bu yana insan ve doğa ilişkisi muazzam bir denge içerisinde süregelmiş. Çünkü insanoğlu doğanın bir parçası olduğunu ve doğaya nasıl davranırsa geri dönüşünün de öyle olacağının idrakindeymiş. Son yüzyılda bu durum bir hayli değişti, insan doğanın bir parçası olduğunu unutmaya başladı ve doğa da bunun karşılığını insanı unutarak veriyor gibi görünüyor… Gene de özümüze geri dönmek için halen geç kalmış değiliz!
Her geçen gün iklim değişikliğinin etkilerine daha çok maruz kalıyoruz. Üzerinde yaşadığımız yegane gezegenimiz sera etkisi nedeniyle günden güne daha az nefes alıyor ve bunun etkilerini bize daha çok hissettirmeye başlıyor. Geçtiğimiz ay İstanbul’da yaşanan doğaüstü yağmurlar bunun en yakın örnekleri. Yıkıcı etkiye sahip bu tür iklim olayları yaklaşan iklim değişikliğinin ayak sesleri. Sadece ülkemizde değil, tüm dünyada bu tür hava anomalilerinden artış var ve daha da önemlisi kutuplarda buzullar günden güne eriyerek dünyadaki su dengesini altüst etmeye başlıyorlar.
Tüm bu iklim değişiklikleri yetmezmiş gibi bir de dünyanın akciğerleri yanıyor. Yine geçtiğimiz binlerce futbol sahası büyüklüğünde orman arazisi tamamen küle döndü. Atmosfere saldığımız zararlı gazlar yüzünden zaten nefes almakta zorlanan gezegenimiz, akciğerlerini de bu yangınlarla kaybediyor ve geriye doğa felaketlerinden başka bir seçenek bırakmıyor. Maalesef pek çıkan pek çok yangınında hangi sebeplerle çıkarıldığını biliyoruz.
İklim değişikliği ve doğanın dengesinin bozulmasının bir başka sebebi de kaynakları yanlış kullanıyor olmamız. Sürdürülebilir bir çevre için kaynakların dengeli kullanımı hayati bir önem taşıyor ve kendi işimde de bu konuya özel bir önem veriyorum.
Küresel Ayak İzi Ağı’na (Global Footprint Network) göre “Dünya Limit Aşımı Günü”, insanlığın doğa üzerindeki yıllık talebinin, dünyanın bir yılda sağlayabileceği kapasiteyi aştığı gün olarak tanımlanıyor. 1997 yılında Eylül ayına denk gelen limit aşımı günü, 2017 yılında şimdiye kadarki en erken tarihini gördü: 2 Ağustos. Özetle, doğanın 2017 için bize sunduğu kaynakları 2 Ağustos itibarıyla tükettik. Aşırı tüketim nedeniyle bu tarih her yıl daha da geriye çekiliyor ve bir süre sonra artık sadece geleceğimizden yemeye başlayacağız. Bunun sonucunda yeraltı ve yerüstü kaynaklarımız tükenmekle kalmayacak, dünyayı zehirleyen gazlara ve atıklara dönüşmüş olacaklar. Bunun olmasını engellemek için hem birey olarak hem de kurumlar olarak yapabileceğimiz çok şey var aslında.
Bu noktada yine medeniyetin ilk zamanlarına, insan ve doğanın birbirinden ayrılamaz olduğu zamanlara dönmek istiyorum. Belki onlardan bir şeyler öğreniriz. Doğa ve insanın uyum içinde yaşaması demek, doğadan gelenin yine doğaya dönmesi demek aslında. Çünkü bir ağaç büyür, tohumlarını etrafa saçar, ölür ve ağacın çürüyen bedeni kendi tohumlarına gübre olur. Bunun farkında olan insanlar doğayı sömürmeden, doğayla birlikte doğadan faydalanmanın yollarını bulmuşlardı. Ağaçlardan yapılan evler, zamanı gelmeyen hayvanların avlanmaması, göllerdeki ve denizlerdeki ekosisteme zarar vermeden yapılan balıkçılık, geri dönüşüme dayanan sürdürülebilir bir yaşam bilinci… Günümüzün dünyasında bunu tam anlamıyla yapmak elbette mümkün değil ama karbon ayak izlerimizi minimuma indirgemek mümkün.
En başta da bilinçli olmak gerekiyor. Geri dönüştürülebilir malzemeler kullanmak ve onlarla işimiz bittiğinde geri dönüşüm kutularına atmak, doğadaki kötü ayak izlerimizi sıfırlamanın en basit yolu.
Mesela İstanbul’daki yağışların şehirde sel yaratmasının sebebi aslında kötü hava koşulları değil, bunların en başında yanlış yapılanma geliyor. Ardı arkası kesilmeyen bilinçsiz konut projeleri , çocuklarımıza ve bize nefes alma imkanı bırakacak park ve yeşil alanların giderek rant kaygısıyla azalması. Haliyle doğanın dengesini bozan en büyük sebeplerden biri. Doğa Ana aslında bize yanlış giden şeylerin sinyalini böyle veriyor. Hala geri dönüş şansınız var diye…
Kurumlar olarak da bize çok iş düşüyor çünkü iklim değişikliğini yaratan pek çok etmenin kontrolü devletlerin ya da şirketlerin elinde. Yapılarda kullanılacak malzemelerden tutun da en küçük ev eşyasına kadar her şeyin kaynakları sömürmeyen, doğaya uyumlu ve geri dönüştürülebilir olması gerekiyor.
Hiçbir şey için geç değil. Yapılacak çok iş var ve önce kendinizi, sonra çevrenizi bilinçlendirerek başlayın. Çevre bilinci demek, bilinçli çevre ve doğayla uyumlu bir gelecek demektir!