Transhümanistlerin insan türünün doğal evrim sürecine müdahale ederek insan doğasını değiştirmek istediklerinden söz etmiştik. ( https://www.acikbeyin.com/insan-super-olabilir-mi/ ) İnsanı fiziksel ve bilişsel olarak iyileştirmek suretiyle “süper” yapma idealine ulaşmada teknolojinin kullanılabileceğine inanıyorlar ve bu yönde adımlar çoktan atılmaya başlandı bile…
Transhümanist ideallerin karşısında ise biomuhafazakarlar ( bioconservatives ) duruyor. Temel savları doğaya müdahale etmenin yanlış olduğu ve insanın haddini aşarak Tanrı’yı oynamaya cüret etmesinin, öngörülmesi imkansız sonuçlar doğurabileceği. Biomuhafazakarlar yalnızca dindar ve kültürel muhafazakar insanlar arasından değil, çevreci ve teknoloji eleştirmeni olan seküler insanlar arasından da çıkıyor. Sonuç olarak bu görüşü savunanlar insan doğasına müdahale edilmesine şiddetle karşı çıkarak mevcut insanlık durumunu muhafaza etmek gerektiğini düşünüyorlar.
Transhümanistler doğamızın hâkimi olmaya çalışıyor ve biomuhafazakarlar bu isteği gayri meşru buluyor. Bu noktada neyin doğal neyin yapay olduğu konusunun netleştirilmesi gerek.
Mesela insanın yapay organ üretmesi doğaya aykırı bir şey mi? Ya da doğuştan kolsuz olan birine robotik kol takılması? Bitkisel tedaviler doğal iken, doğal olarak sıkıntılı olan bir kalbe, kalp pili gibi bir teknolojik araç takılması doğaya müdahale etmek mi?
İnsanın doğaya, onu değiştirebilecek şekilde müdahale edebilmesi insan doğası olmaksızın mümkün olamazdı. İnsan doğal olarak, doğaya müdahale etme isteği ve kapasitesi olan bir varlık. Doğaya müdahale insanı doğal olmayan bir iş yapar hale getirmiyor; bilakis insan, doğası gereği doğaya müdahale edebiliyor .
Biomuhafazakarlar insana ya da diğer doğal unsurlara yapılacak yapı-bozucu/yapı-değiştirici etkilerin toplumsal eşitsizliği artırmasından korkuyor. Fakat toplumda doğal olarak bir eşitlik zaten yok, hiç olmadı. Ne var ki doğal olan eşitsizlik “yapay olan” yani insan eliyle üretilecek olan eşitsizlikten daha meşru ve kabul edilebilir görülüyor. Burada Tanrı’nın ya da doğanın yaptıklarına bir güven var. Oysa bu bakış açısıyla insan da Tanrı’nın yarattığı/doğanın ürettiği bir varlık, ve onun müdahalesinin de doğanın dışına çıkması söz konusu değil.
Bazı sosyologlar “doğal olan-kültürel olan” ayrımı yapmaktan çok hoşlanır. Bu ayrımla vurgulanmak istenen insanın kültür üretebilen bir varlık olmasıdır. Fakat sorun şu ki söz konusu ayrım doğa ile kültürü karşı karşıya getiren bir bakış açısı barındırıyor. Aslında böyle bir ayrım yok, çünkü insanın kültür üretmesi onun doğasının gereği. Tanımı itibariyle doğanın dışına çıkmak zaten mümkün değil, çünkü doğa her şeyi kuşatandır.
Doğal-kültürel ayrımı insanı yüceltme eğiliminin bir sonucu olarak ortaya çıkmış gibi görünüyor. Bu yaklaşıma göre insan o kadar farklı/yüce/seçkin bir varlık ki, doğanın sınırlarını aşabiliyor ve doğal olmayan şeyler üretebiliyor. Söz konusu kibir bugün insanın diğer doğal varlıklara yaptığı zulmün de bilişsel temelini oluşturuyor.
Doğada “yapay” bir şey yok. Doğal olan-yapay olan ayrımı bir gerçeklikten ziyade zihnî bir bölünmeyi ifade ediyor (tıpkı zihin-beden, ruh/madde ayrımları gibi). Doğada doğal olmayan bir şey yoksa insanın doğaya müdahalesi de son derece “doğal” karşılanmalı.
Yazımı Transcendence filminin en çarpıcı bulduğum repliklerinden biriyle bitirmek istiyorum.
Transhümanist bir gelecek kurgusu olan filmde Johnny Depp teknolojik tekillik üzerine çalışan bir bilim insanıdır ve yapmaya çalıştıkları süper yapay zekanın başarabileceklerinden bahsettiği konferansta bir dinleyici şu soruyu sorar: “Yani bir tanrı mı yaratmak istiyorsunuz, kendi tanrınızı?” Depp şu yanıtı verir: “İnsanın yaptığı şey hep bu değil midir?”
Ben de “Tanrı’yı oynamak”la ilgili aynısını söylüyorum: İnsanın yaptığı şey hep bu değil midir?
Eğer bu yazı ilginizi çektiyse sıradaki yazımız sizin için geliyor: Hastalığın Sağlığı