TÜRKİYE-İSRAİL İLİŞKİLERİ YENİDEN CANLANIRKEN İSRAİL PARLAMENTOSU’NUN EZANI “SUSTURMA” İSTEĞİ İLİŞKİLERE GÖLGE DÜŞÜRÜYOR

İsrail’de “gürültü kirliliğine neden olduğu” iddiasıyla camilerden hoparlörle ezan okunmasının yasaklanmasını öngören yasa tasarısına tepkiler artarak devam ediyor. Tasarının yasama komisyonunda onaylanarak İsrail Meclisi’ne sevk edilmesinin ardından İslam İşbirliği Teşkilatından (İİT) yapılan yazılı açıklamada, Birleşmiş Milletler (BM) ile uluslararası topluma, İsrail’in İslam’ın kutsallarına yönelik tekrarladığı tehlikeli ihlallerine son vermeleri çağrısı yapıldı. İsrail’in Kudüs ve çevresinde camilerden hoparlörle ezan okunmasının yasaklanmasını öngören yasa tasarısıyla son dönemde gerginliği tırmandırmasının şiddetle kınandığı açıklamada, “Atılan bu tehlikeli adım, İsrail’in ırkçı uygulamaları ve İslam’ın kutsallarına yönelik devam eden saldırılarının bir parçasıdır” denildi. Ürdün İslami İşler Bakanlığı da söz konusu kararın “hükümsüz” olduğunu duyurdu. Bakanlığa bağlı Kudüs ve Mescid-i Aksa Birimi Başkanı Abdullah el-İbadi, İsrail’in Kudüs’teki kutsal mekanlara ilişkin aldığı tüm kararları “hükümsüz” olarak nitelendirdi. Filistin ile diasporadakiler olmak üzere tüm Filistinlileri temsil eden Ürdün
merkezli “Filistin Ulusal Konseyi” de İsrail’in “ezan yasağı” kararını kınayarak, herkes için bir felakete dönüşecek “din savaşı” çıkabileceği uyarısında bulundu. Konsey’den yapılan açıklamada, “Bu karar, hoşgörü ve dinlerin şehri Kudüs’te camilerin ezan sesleri ve kilise çanları arasında yüzyıllardır yaşayan Filistinlilerin örfünü ve haklarını çiğnemek, dünyadaki Müslümanların duygularını incitmek ve ibadet özürlüğünün apaçık bir ihlalidir” denildi. Açıklamada, “Netanyahu’nun iddia ettiği gürültü kirliliği, ezan seslerini kısarak değil, Kudüs’ü yerleşimcilerden, yerleşim birimlerinden ve İsrail askerlerinden temizleyerek, kontrol noktalarını ve ayrım duvarını kaldırarak, Aksa’ya ve Filistinlilere yönelik ihlallere son vererek engellenir” ifadesine yer verildi. İsrail parlamentosu Knesset’te, ezanın hoparlörle okunmasını yasaklamayı öngören yasa tasarısıyla ilgili bugün yapılması beklenen oylama ertelendi. Knesset’teki Arap asıllı milletvekili Mesud Ganayim, yaptığı açıklamada, daha önce bugün yapılacağı duyurulan oylamanın ertelendiğini belirtti. Arap milletvekilleri olarak tasarıya karşı pozisyonlarının değişmediğini ifade eden Ganayim, oylamanın ertelenme nedenine dair bilgi vermedi. Arap asıllı bir diğer milletvekili Cemal Zahalka ise “Sağcı İsraillilerin ezana karşı olmasının sebebi ses seviyesinin yüksekliği falan değil, bizatihi onun içeriğidir. Çünkü ezan bu ülkenin kimliğidir. Onlar bu içerikten rahatsız oluyorlar. Bundan rahatsız olanlara tavsiyemiz ezanı duymayacakları kadar uzağa gitmeleridir” diye konuştu. Tasarının kanunlaşması halinde ülkedeki Müslümanların buna uymayacağını kaydeden Zahalka, bu yasağın insan hakları ve din hürriyetinin ihlali anlamına geleceğini ifade etti. Bu arada Parlamentolararası Kudüs Platformu, Kudüs ve Sürecinin Problemleri temalı Sempozyumda konuşan Cumhurbaşkanı Erdoğan, yakın zamanda yaşanan ezan tartışmaları ile ilgili “Son derece tehlikeli buluyorum” dedi. Cumhurbaşkanı Erdoğan konuşmasında şunları kaydetti: “Yakın zamanda ezan konusunda yaşanan tartışmaları son derece tehlikeli buluyorum. bu yönde parlamentoda karar alınması bir yana böyle bir tartışmanın yapılması bile akıl ve vicdan dışıdır. Bu tarz bir uygulamaya gidilmesi tüm müslümanları rencide etmektedir. Bölgemizin yeni provokasyonlara değil barışa katkı sağlayacak hamlelere ihtiyacı var. İsrailli yetkililere bunları ilettik. Ülkelerindeki yangını söndürmek için uçak göndermemize teşekkür etmek için şahsımı arayan İsrail Cumhurbaşkanı’na söyledim. İsrail parlamentosunun aklı selimle hareket edeceğine inanıyorum. Ezan bir çağrıdır. Bu çağrıyı engellemeniz sıkıntılara neden olacaktır. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan sözlerini şöyle sürdürdü “İlk kıblemiz olan Mescid-i Aksa’ya sahip çıkmak sadece sıkılı yumruklarından ve ellerindeki taşlarından başka hiçbir silahı olmayan Filistinli çocukların görevi değildir. Filistin davasını sahiplenmek, Kudüs’ü korumak tüm Müslümanların müşterek davasıdır, müşterek vazifesidir.” Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın İsrail’in bu hasmane tutumu karşısında gösterdiği tepkileri şöyle sürdürdü; “İnsanlık tarihinin özeti olan Kudüs Miraç hadisesiyle de biz Müslümanlar için önemlidir. Bu toplantı tüm bölge için de kritik bir öneme sahiptir. Platform yıllardır mücadele veren Filistinli kardeşlerimize güç kaynağı olmuştur. Kudüs’ün yalnız olmadığını dost ve düşmana ilan ettiniz. Bir çocuk düşünün her gün silahların gölgesinde okula gidiyor. Bir genç düşünün geleceğe dair hayalleri dikenli tellerin vahşiliğinde kayboluyor. Bir kadın düşünün yıllardır gözü gibi baktığı evi buldozerlerle üzerine yıkılıyor. Bir baba düşünün sudan sebeplerle evlatları hapse atılıyor. Bir millet düşünün kendi öz yurtlarında parya muamelesi görüyor. Filistinli çocukların her gün yaşadıkları hayat budur. Filistin’de kendini tekrar eden bir baskı ortamı vardır. Alınan BM kararları bu haksız durumu gidermiyor. Çünkü üstünlerin hukuku geçerli. Yıllardır Filistinli kardeşlerimize yönelik baskı artarak devam etti. Filistin meselesi BM için bir turnusol kağıdı. Filistin gibi hayati bir konuda karar almaktan aciz bir kurumun günümüz meselesine çözüm bulma ihtimali yoktur. BM Güvenlik Konseyi gibi kurumlara yönelik güven sorunu DEAŞ gibi sapkın örgütlerine söylem olabiliyor. Dünyanın birçok ülkesinde dini kavramları kendine maske yapan terör örgütlerinin kullandığı kelime Filistin’dir. Bilhassa yakın dönemde ezan konusunda yaşanan tartışmaları son derece tehlikeli buluyorum. Bu yönde parlamentoda karar alınması bir yana, böyle bir tartışmanın varlığı dahi akıl ve vicdan dışıdır. Ötekileştirmeyi derinleştirecek, din ve vicdan hürriyetini ayaklar altına alacak bu tartışmanın kimseye faydası yoktur. Bu tarz bir uygulamaya gidilmesi, sadece Filistinlileri değil, onlarla birlikte tüm Müslümanları rencide etmektedir. Bölgemizin yeni provokasyonlara değil barışa katkı sağlayacak hamlelere ihtiyacı var. İsrailli yetkililere bunları ilettik. Ülkelerindeki yangını söndürmek için uçak göndermemize teşekkür etmek için şahsımı arayan İsrail Cumhurbaşkanı’na söyledim. İsrail parlamentosunun aklıselimle hareket edeceğine inanıyorum. Ezan bir çağrıdır. Bu çağrıyı engellemeniz sıkıntılara neden olacaktır. BM’deki 193 ülkenin tamamının işgale karşı mücadele veren Filistin’i tanıması bir insanlık vazifesidir. Buradan tüm dünyaya biran önce bu adımı atma çağrısında bulunuyorum.” Geçtiğimiz Ekim ayında İstanbul’a gelen İsrail Enerji Bakanı Yuval Steinitz, 2010’dan bu yana Türkiye’yi Bakan seviyesinde ziyaret eden ilk isim olmuş ve Enerji Bakanı Berat Albayrak’la ikili görüşmeler gerçekleştirmişti. İki Bakanın enerji alanında işbirliğini derinleştirecekleri mesajları vermesi ve İsrail’den Türkiye’ye uzanacak bir doğalgaz boru hattının inşası seçeneğini ele almaları iki ülke ilişkileri açısından bir dönüm noktası olarak değerlendirilmişti. Bu görüşmenin hemen sonrasında, Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın da 10 gün içerisinde Türkiye ve İsrail’in karşılıklı büyükelçi atayacaklarını açıklamıştı. İki ülke arasındaki ilişkiler, Mayıs 2010’da İsrail askerlerinin Gazze’ye yardım taşıyan Mavi Marmara gemisine yaptıkları ve 10 Türk vatandaşının ölümüyle sonuçlanan baskının ardından kopma noktasına gelmişti. Diplomatik ilişkilerin düzeyi düşürülürken, askeri işbirliği ise askıya alınmıştı Aslında İsrail-Türkiye ilişkilerinin bu noktaya gelmesinde uzun süredir kapalı kapılar ardında devam eden gizli müzakere ve pazarlıkların rol oynadığı biliniyor. İki ülkenin yakınlaşmasında reelpolitik yaklaşımların da etkisi var. Günümüzde Orta Doğu’da yerleşik bütün devletler için çok zorlu bir ortam söz konusu. Böylesi bir ortamda çıkarları birbiriyle örtüşen devletlerin birbiriyle işbirliği yapmama gibi bir lüksü yok. İsrail ve Türkiye, Suriye’deki durumun istikrarsızlık üretmesini kesinlikle arzu etmiyor. Ayrıca Suriye’de ağırlıklı bir İran etkisi de görmek istemiyorlar. Her iki ülkenin de bu bölgedeki genel güvenlik denklemi bakımından Suudi Arabistan’a yükledikleri bir önemcavar. Bu iki ülkenin çıkarları Orta Doğu’da çok nadir görülecek biçimde iki ülkenin kesiştiği düzeylerde kesişiyor. Bu bağlamda da iki ülkenin enerji ihtiyaçları da çok pozitif ve yapıcı bir fırsat sunabilir. İsrail ve Türkiye, Haziran ayında ilişkilerini normalleştirmeye başladıklarını açıklamışlardı. Mavi Marmara baskını nedeniyle 2013’te Türkiye’den “özür dileyen” İsrail, geçtiğimiz ay da baskında ölenlerin yakınlarına 20 milyon dolar tazminat ödemişti. Sonra da bu tazminat ödemesinin iki ülke arasında imzalanan anlaşma metninde “tazminat” ifadesi yerine “lütuf” ifadesi ile yer alması Türk kamuoyu gündemini epeyce meşgul etti. İsrail, Türkiye’nin Gazze ablukasının kaldırılması talebine sıcak yaklaşmamış, buna karşın Türkiye’nin Gazze’ ye insani yardım götürmesine izin vermişti. İsrail Enerji Bakanı Steinitz, şu ana dek İsrail karasularında 900 milyar metreküp doğalgaz bulduklarını, 2,200 milyar metreküp doğalgaza da ulaşma ihtimalleri olduğunu açıklamıştı. Steinitz, “Büyük miktarlarda doğalgazdan bahsediyoruz. Bu, İsrail’in tüketebileceğinin çok üzerinde. Bölgeye ya da Avrupa’ya farklı boru hatları üzerinden doğalgaz ihraç etmek bu nedenle büyük önem taşıyor” demişti. İsrail, enerji alanında ayrıca Mısır, Ürdün, Güney Kıbrıs ve Yunanistan’la da işbirliği yapıyor, ancak Türkiye seçeneğinin de üzerinde duruyor. Aslında İsrail’den Türkiye’ye olası bir boru hattı inşası yeni ortaya atılan bir konu değil. Leviathan ve Tamar doğalgaz sahalarının keşfinden bu yana bu seçenek düşünülüyordu. Şimdi iki ülke ilişkilerinin normalleşme evresine girmesiyle bu seçenek yeniden masaya taşınabilir. Gerek İsrail gerekse Türkiye bu normalleşme sürecini somutlaştırmak, ekonomik işbirliğini daha somut bir düzeye taşımak istiyorlar. Siyasi açıdan da baktığımızda, enerjiyi olası işbirliği için potansiyel bir alan olarak öngörmek
çok cazip. Lübnan ve Suriye ya da Kıbrıs özel ekonomik bölgelerinden. İlk seçenek İsrail’in bu iki ülkeyle savaş halinde olması nedeniyle mümkün değil. Ancak Kıbrıs rotası da çok çetrefilli. Kıbrıs’ın bölünmüşlük hali devam ettiği müddetçe, Kıbrıs hükümetinin bu rotaya izin vermesi olası görünmüyor. Bu konuda bir uzlaşı sağlanıncaya kadar, İsrail’den Türkiye’ye uzanacak bir boru hattı projesi gerçekte hayata geçemeyecektir. İsrail, doğalgaz sahalarını geliştirmek ve ekonomik açıdan verimli şekilde kullanabilmek için enerji alanında ortaklara ihtiyaç duyuyor. İsrail doğalgazını bir an evvel uluslararası piyasalara arz edip bunu ekonomik değere çevirmek zorunda. Hata yapmadan, ivedilikle hareket etmesi, en güvenilir rotayı seçmesi lazım. Bu işleri de Doğu Akdeniz’in sıcak jeopolitiğine kurban etmemesi zarureti var. Bu bakımdan İsrail’in en ucuz ve verimli yol olan, sahip olduğu taleple çok cazip bir pazar da oluşturan Türkiye’ye doğru yönelmesi aslında çok normal. İsrail açısından Türkiye’ye doğalgaz ihraç etmenin hayli cazip bir seçenek ancak bu hem ilişkilerin normalleşmesinin seyri hem de boru hattının rotası üzerinde bir uzlaşıyla mümkün olabilecek bir konu. Türkiye’ye uzanan bir boru hattının inşası nispeten daha kolay olacaktır. Ayrıca Türkiye’deki siyasal belirsizlikler, örneğin Mısır’daki siyasi riskler kadar derin
değil. İsrail ve Türkiye arasında normalleşme süreci başlamış olsa da, ilişkilerin önünde yine de pürüzler söz konusu olabilir. İsrail’in Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “masum çocukları katleden terörist devlet” ya da İsrail hükümetinin “Hitler’in ruhunu yaşattığı” yönündeki suçlamalarını unutması kolay görünmüyor. Diğer yandan Ankara’nın Hamas’a verdiği destek ve Filistin davasını
sahiplenmesi de İsrail açısından sorun yaratabilecek unsurlar. İlişkiler siyaseten bu kadar dibe vurmuşken bile iki ülke arasındaki ticaretin nasıl arttığı da bilinmektedir. Geçtiğimiz beş yıllık dönemde İsrail’in ilişkilerin siyasi boyutuna çok aldırmadan kendi limanlarını Türk mal ve hizmetlerine her zaman açık tuttuğu da bilinen bir gerçektir. Dolayısıyla İsrail’in ve Türkiye’nin iç siyasetindeki gelişmelerin bu ilişkilerin üzerinde şiddetli etkisi vardır.