Ütopya

George Orwell’ın 1984 adlı eserine sıkça atıf yapılan şu günlerde ‘’ütopya’’ kavramı üzerine biraz durmak istiyorum. Toplumların durumu hakkında yorum yapmak için orada yaşayan insanların düşlerini incelemek büyük bir yol gösteren olacaktır. ‘’Değiştirilmek istenen ya da eleştirilen nedir?’’ Sorusu olağan durum hakkında bize farkında olmadan ipucu verir. ‘’İpin ucu kaçmadan’’ ipi yakalamak adına ütopyaya bir göz atmamızda yarar olduğunu düşünüyorum.

Ütopya; aslında olmayan, tasarlanmış ideal toplumdur. Köken olarak Yunanca “yok/olmayan” anlamındaki ou, “mükemmel olan” anlamındaki eu ve “yer/toprak/ülke” anlamındaki topos sözcüklerinden türemiştir. Ütopyanın iki işlevi vardır. İlki mevcut durumu değiştirmek, ikincisi ise eleştirmektir. Elbette ütopya terimi kendi içinde birçok tartışmaya da yol açmıştır. Ancak bu tartışmalar, ideal toplumun olamayacağı düşüncesinden ziyade, ‘’Nasıl olmalı?’’ sorusuna verilen farklı yanıtlardan doğar.  Çok yaygın olarak düşünülenin aksine ütopya, bir kaçış hayali ya da boş düşünceler değildir. Tersine insan kültürünün çok önemli bir parçasını taşır. Ütopyadan, ütopyacı düşünceden uzak kültürler, sosyal birliklerinden ve ortak paydalardan ne yazık ki yoksun kalırlar. Bu yüzden insan kültürünün ve toplumun en önemli parçalarıdır.

Thomas More’un ‘’Ütopya’’ eserinden bu zamana kadar tasarlanan bütün ideal toplumlar biçim, içerik, işlevi bakımından değerlendirilmiş ve ütopya kavramı için genel bir tanımlar ortaya atılmıştır. Ancak sosyolog Ruth Levitas, yaptığı çalışmalar sonucu ütopyanın bu üç yönünün de genel bir tanım için yetersiz olduğunu belirtir. Bu üçünü kapsayan aynı zamanda onları aşan daha genel bir bakış açısıyla değerlendirilmesi gerektiğini söyler ve ekler, ‘’Ütopya arzunun bir ifadesidir.’’

Yani ütopya, daha iyi bir varoluşa ve yaşama tarzına duyulan arzudur.

Buradaki arzuyu biraz açmak istiyorum. Ütopyanın kaynağı olarak görülen arzu, evrensel değerler taşıyan, insanın doğasından gelen bir duygu durumu olarak kullanılmamaktadır. Toplumsal şartlardan doğan, toplumdan topluma farklılık gösteren bir duygu durumudur. Bütün insan birliktelikleri yeryüzünde en nihayetinde kendini topluma dönüştürür. Yaşanan olaylar sonucu toplum kendi arzu duygusunu yaratır. Bütün kültürlerde ütopyaya rastlamamızın sebebi budur. Arzunun ortaya çıkması toplumsallıkla ilintilidir.

İnsan, kendini toplum içinde var etmeye çalıştıkça arzular ve ihtiyaçlar doğar. Elbette kaçınılmaz olarak bunların karşılanmasını talep eder. Ancak toplumdaki bütün insanların aynı aşamalardan geçtiğini düşünürsek eninde sonunda talepler çakışır. Tam olarak bu çarpışmanın sonucunda ütopya doğar. Ütopyaların ortaya çıkmasının ilk basamağı, sosyal olarak yapılandırılmış ihtiyaçlar ile bunların karşılanması arasında oluşan yüksekliği kapatmaktır. Bazı ütopyalar içinde umudu ve değişimi barındırırken bazıları eleştiriyi barındırır. Bunların iç içe geçtiğini görsek bile temel bir yerden ayrılırlar. Temel ayrılık noktaları ise mümkün olanı algılama şekillerinden çıkar. Ayrıca birinin ütopyasının başkasının distopyası olabileceğini de unutmamak gerekir.

Şöyle bir baktığım zaman değişimin gerçekleşmesi her zaman mümkün olmuyor. Şartlar, koşullar bazen değişimi gerçekleştirmemize engel oluyor. Böyle bir durumda değişimi ütopyadan beklemek büyük haksızlık olur. Ancak değiştirme imkanını bulamadığımız zaman eleştirme arzusu temel bir öge olarak sabit kalır. Değiştirme her zaman mümkün olmasa bile zorlu koşullarda eleştirme arzusu süreklilik gösterir ve daima imkan dahilindedir. Buradan hareketle ütopyada temel öge daha iyi bir varoluşa duyulan arzudur. Umudun tamamen işlevsiz kaldığı en zor zamanlarda dünyayı, toplumu değiştirmek belki imkansızdır. Ancak eleştirme arzusu daima ayakta kalır. Toplumdan yükselen seslere kulak vermek, birden olmasa bile güzele evrilen değişime kapı açar.

‘’İçinde ütopya olmayan bir dünya haritasına bakmaya bile değmez… İlerleme dediğin, ütopyaların gerçekleşmesidir.’’
Oscar Wilde

İleri Okumalar için Öneriler