Uydurup Kendimizi Kandırıyoruz

Başlığı okuyunca ne düşündünüz? Birbirinden çok farklı iki anlam var o cümlede. Büyük olasılıkla olumsuz çağrışımı geldi aklınıza. TDK’nın sözlüğünden biraz yardım alarak zihninizde oluştuğunu tahmin ettiğim anlamı ifade edeyim: Hayal gücünden yararlanarak gerçek dışı bir şey söyleyerek, yakıştırarak kendimizi aldatıyoruz diye anladınız. Oysa bu yorum, TDK’ya göre ikinci sıradaki anlamlardan yararlanıyor. İlk sıradaki anlamlara göre cümleyi şöyle yorumlamamız gerekirdi: Durumun uymasını sağlayarak kendimizi ikna ediyoruz.

(Merak edenler http://sozluk.gov.tr adresinden her iki kelimeye bakabilir.)

Yaşam da böyle bir şey. İnsanlar olarak şu dünyayı görülmüş bir rüya gibi yorumluyoruz ve uydurup kendimizi kandırıyoruz. Bunu en güzel Harari anlatır. Homo Sapiens isimli kitabında insanın bugüne gelişinin tarihi sürecini anlatırken kültürel tüm unsurların nasıl birer büyük kurgu olduklarından bahseder. Uluslar, ticaret, bankalar, para birimleri, paranın kendisi, şirketler, ekonomi… Her şey, hepsi aslında yeterince inananı olan birer masaldır.

Ve yeterince inanan insanı olan kurgu çok güçlü bir şeydir.

Bir Kurgu Olarak Ülkemiz

Mesela Türkiye’nin kuruluş macerasını ele alalım. Bunun için epey geriye gitmemiz gerekir. Türkiye’nin kurgusunu oluşturmaya çalışmamızın sebebi, önceki kurgunun çökmüş olmasıydı. Osmanlı kurgusu çok güçlü bir kurguydu… Zamanında… Karlofça bu kurgunun artık gücünü kaybettiğini işaret etti. Bir yüzyıl boyunca Osmanlı kurgusunun içinin boşaldığı o kadar da fazla anlaşılmadı. Daha 1800 olmadan 3. Selim ’le Osmanlı kurgusu ciddi bir şekilde yeniden ele alındı. Tanzimat, Islahat, Birinci ve İkinci Meşrutiyetler ve aradaki yüzlerce girişim, deneme… Bunların hepsi kurgunun artık inandırıcı olmayan halini bir düzene sokmaya, kurguyu yeniden inanılır kılmaya ilişkin çabalardı. Ama Osmanlı’nın hikayesi eski bir çağın kurgusuydu. Enerji tipi dönüşümlerinin keşfedildiği, bilim devrimi ve sanayi devriminin üst üste çakıştığı bir zamanda buna benzer kurgular dünyanın her yerinde gücünü kaybediyordu. Osmanlı tipi bir imparatorluk dünya yüzünde artık kimseyi hikayesine inandıramayan bir kurguydu.

Osmanlıcılık denendi, yenilenmeye çalışıldı; olmadı. İslamcılık öne sürüldü; olmadı. Türkçülük öne sürüldü o daha iyi tuttu ama o da tam tutmadı.

Neyse ki kahramanlar üretmekte çok bereketli bir kültürüz. Atatürk ve silah arkadaşları ama daha önemlisi Atatürk ve devrim arkadaşları, çağlarının ve imkanlarının çok ötesinde bir çabayla yeni bir kurgu oturttular. İyi yönleriyle kötü yönleriyle, ama daha çok da çağa uygun belirli bir inandırıcılığı olan bir kurgu ortaya koyabilmiş olmalarıyla, Türkiye ortaya çıkabildi.

Yeni Dünya Yeni Kurgu

O kurgu sanayi devrimi dünyası için belirli bir inandırıcılığa sahip bir kurguydu.

Şimdi daha başka bir dünya ile baş başayız.

Madenlerden kazılarak çıkarılan altın yerine GPU’lu bilgisayarların “mining” çalışmalarıyla ortaya çıkarılan “coin”ler milyarlarca dolarlık işlem hacmi üretiyor.

Eskiden insanların yaptıkları işleri makine öğrenmesine dayalı yapay zekalar gerçekleştiriyor.

Sınır diye bir şey kalmadı, dijital hale getirdiğimiz herhangi bir şeyi dünyanın öte tarafına ışınlıyoruz.

Kurgu çöktü. Yanlış anlamayın, Türkiye ile ilgili bir şeyden bahsetmiyorum. Dünün dünyasına ait kurgumuzun tamamı, tüm dünyada çöktü.

Hızla yeni bir kurgu oluşturuyoruz tüm insanlık olarak.

Çünkü insanlar kurgusuz kalamaz.

Çünkü biz her zaman uydurup kendimizi kandırırız.

İş Başa Düşüyor

Zamanında ülke olarak kendi kurgumuzu Atatürk ve arkadaşları üzerinden sağlayabilene kadar çektiğimiz çileleri ve kayıplarımızı düşünün. Şimdi de bir yandan tüm dünya kurgusunu yeniden yaratırken, bizim de kendi kurgumuzu yaratmamız gerekiyor. Onların kurgusunu aynen almak mümkün olamaz mı peki? Bu kadar kolay bir yaklaşımın çalışmayacağını Bertrand Russell’den dinleyelim (Batı Felsefesi Tarihi, 3. Cilt):

“… Bu, genel bir ilkenin örneğidir; siyasal ve ekonomik olarak ileri bir ülkede gelişen ve doğum yerinde egemen düşüncenin açıklanmasından ve sistemleştirilmesinden pek farklı olmayan bir felsefe, başka bir yerde devrimci ateşin ve sonunda fiilen devrimin bir kaynağı haline gelebilir. Daha az gelişmiş ülkeler, gelişmiş ülkelerin politikasını düzenleyen maksimleri esas olarak teorisyenler aracılığıyla öğrenirler. Gelişmiş ülkelerde pratik teoriye ilham verir, diğer ülkelerde teori pratiğe ilham verir. Bu fark, nakledilmiş düşüncelerin, doğdukları toprakta oldukları kadar nadiren başarılı olmalarının nedenlerinden biridir….”

İş başa düşüyor. Başka iklimlerdeki pratiklerden doğan teorileri göz ardı etme şansımız tabii ki yok. Ama sadece o teorileri alıp kopyala yapıştır işe yarıyor olsaydı, 3. Selim zaten daha 1800’den önce meseleyi çözmüş olurdu. O zamanki kurgu yenilemesinde arada 150 yıllık çok sancılı bir süreç yaşayarak bir noktaya gelebildik.

İşin başa düştüğü yeni bir devrin içindeyiz artık.

Tüm dünyanın kurgularının yeniden üretildiği bu çağda bizler de her birimiz yeni bir kurgu üretim sürecinin içindeyiz.

Ne uydurduğumuz da neye kandığımız da çok önemli. Gelecek uydurduklarımız ve kandıklarımız üzerine yeniden kuruluyor.