Bir ressam düşünün, hayatı başarısızlık, sefalet, hayal kırıklığıyla dolu, ancak bir o kadar resme aşık … trajik bir yaşam öyküsü ile Paul Gauguin.
Paul Gauguin renkli bir aileye ve hayata sahiptir. 1848 yılında Paris’te doğmuştur. Dedesi sosyalist, anneannesi feminist ve babası da sıkı bir gazetecidir. Üç yaşındayken Lima’ya götürülmüştür. Sol eğilimli bir gazeteci olan babası, yolculuk sırasında ölmüştür. Gauguin, annesi ve kardeşiyle birlikte Peru’da akrabalarının yanında dört sene kalmıştır.
Fransa’ya dönünce, eğitimini Orléans’da tamamlamıştır. Sonra 1865′de bir ticaret gemisinde çalışmaya başlamıştır. Daha sonra silah altına alınınca yine denizci sınıfına ayrılmıştır.
1871′de askerliğinin bitiminde, koruyucusu ve Pissarro koleksiyoncusu Arosa’nın uyarılarıyla, Bertin Kambiyo Acentası’nda çalışmaya başlamış, borsa işleriyle uğraşarak büyük başarı kazanmıştır. 1873′de Danimarka’lı Mette Sohhiè Gad ile evlenerek; sakin, mutlu bir yaşam sürmeye başlamıştır.
Borsa işlerinden çok para kazanan Gauguin, tablo koleksiyonculuğu yapmaya başlamıştır. Bilhassa modern eserler ile ilgilenmiştir. Bu arada, boş zamanlarında arkadaşı Emil Schuffenecker’le birlikte resim çalışmaları da yapmaya başlamıştır.
Ancak bu, onun resme karşı duyduğu büyük hırsı doyurmamıştır. 1883′te, kesin kararını vererek, kendini tümüyle sanata adayarak , Ailesine dahi haber vermeden işini bırakarak Paris’e gitmiştir. Orada çok kötü günler geçirmiş, parasız kalmıştır. Öyle ki karnını doyurmak için sokaklarda afiş yapmıştır. Gauguin’in sanatı, beklediği ilgiyi görmemiştir.
Bir süre sonra , ressam Charles Laval’la tanışmış arkadaşlık kurmuştur, beraber medeniyetten kaçmak için 1887′de önce Panama’ya sonra Martinigue’e gitmişlerdir. Gauguin uzun zaman sonra Fransa’ya hasta ve bitkin bir durumdayken arkadaşı ile dönmüştür.
Schuffenecker, eski arkadaşının bu halini görünce onu hemen himayesine alarak; maddi ve manevi yardımlarda bulunmuştur. Théo ve Vincent Van Gogh ile tanıştırmıştır. Bu sanatçılar Gauguin’i asistan olarak çalıştırmış ve yaptığı işlerden bir hayli de memnun kalmışlardır. Théo ile Van Gogh‘un yönettiği bir galeride açtığı resim sergisi, ticari yönden hiçbir ilgi görmemiştir. Arles’te bir süre Van Gogh‘un yanında kalmıştır.
Paul Gauguin, kendi ülkesi Fransa’dakinden daha az yozlaşmış bir toplum arayışı içerisinde 1893 yılında Tahiti’den ayrılarak Paris’e dönmüştür. Açtığı ilk sergisi büyük bir olay yaratmış, resimleri kaba ve ilkel bulunmuştur. Orada da aradığını bulamayan Gauguin’i bu dönemde ailesinden kalan miras maddi anlamda biraz rahatlatır. Atölye açar. Annah adında genç bir kızla yaşamaya başlamış. Uygunsuz davranışları ile çevrenin tepkisine neden olmuştur. Bu nedenle, 1895’te tekrar Tahiti’ye kaçmıştır.
Sağlığı oldukça kötü olan Gauguin maddi sıkıntı içindedir. Ayak bileğindeki kırık, alkol bağımlılığı ve yakalandığı frengi ona dayanılmaz acılar vermiştir. Sık sık hastaneye kaldırılmakta, ancak faturaları ödeyecek durumda değildir.
Üstelik yerli halk da ona eskisi gibi ilgi göstermemektedir, en sevdiği kızı Aline’nin ölümünü onu yıkar. İntihara kalkışır ama başarılı olamaz. Son bir gayretle belki de en iyi resmi olan ve insan yaşamının sürecini anlatan 1898 tarihli “Nereden Geliyoruz? Kimiz? Nereye Gidiyoruz? ” isimli resmini yapar. çizdiği bir resimle, hayatının en başarısız, en sefalet yıllarını, kızının ölümünü ortaya koymuştur. Bu resmi için 1901 yılında dostu Charles Morice’e yazdığı mektupta şöyle der: “Ölmek istiyordum. Bu umutsuzluk içinde elime geçen bir çuval parçasına bu konuyu bir çırpıda aktarıverdim. Resmi imzalamaya elim varmadı. Arsenik içtim ama yine de ölmedim. Sadece ıstırabım arttı…”
resimlerini yapması için Gauguin’e maaş vermiştir. Maddi sıkıntısı kalmayınca, yeni heyecanlar peşinde 1901 yılında Tahiti’deki ikinci ailesini terk ederek Markiz Adaları’na doğru yola çıkmıştır. Burada yaptığı resimler daha dingin ve durgundur. Gauguin hastalığına ve idareyle iyi geçinememesine rağmen resim ve heykel yapmaya, yazı yazmaya devam etmiştir.
Hastalık, yokluk ve üzüntülerin ağırlığında, Ayrıca buradaki ilkel sanattan etkilenerek bir çok ahşap heykel de üretmiştir. 20. yüzyıl sanatını derinden etkilemiş olan Paul Gauguin, Yerlileri kışkırttığı iddiasıyla yöneticiler tarafından üç ay hapse mahkum edilmiş hapse girmeden ve ülkesine dönemeden 1903 yılında Tahiti’de frengi hastalığından 54 yaşında hayatını kaybetmiştir.
trajik bir hayat hikayesine sahip olan Paul Gauguin yeni bir akımın öncülüğünü yapmış, Post-Empresyonist bir ressamdır. Sanatı; eleştirmenler tarafından «hem ilkel, hem karışık, hem aydınlık, hem karanlık, hem vahşî, hem zarif» olarak nitelendirilmiştir. Yaşamı boyunca, eserlerinde coşkun, güçlü ve sıcak bir evrenin vahşi ve egzotik esintisi duyulmuştur.