Ya Her Şey Çok Güzel Giderken Bir Aslana Yem Olursak..

Çok uzun bir yürüyüştü. Yorgunluktan bacaklarını hissedemeyecek, göz kapaklarını açmakta zorlanacak, nefes bile alamayacak hâle gelmişti. Son bir güçle 100 m uzaklıktaki ağacın altına kadar gelebildi ve oturdu. Ohhh. Bir nefes aldı. Gözlerini kapattı. Oturmak iyi gelmişti. Biraz dinlendikten sonra elini pantolonunun cebine attı, birkaç kuru ekmek parçası kalmıştı.

“Bu yorgunluğun üstüne bir de aç kaldık anlaşılan” diye geçirdi içinden.

“Keşke,” dedi, “keşke sıcacık bir tavuk budu olsaydı cebimde bu kuru ekmekler yerine.” Öyle derinden istemiş olacak ki kuru ekmekleri almak için elini cebine attı. Eli ısındı bir anda. Bir şey vardı cebinde. Kavradı, çıkardı. Sıcacık bir but. Aaa-aa. Çok sevindi. Çok sevindi ama “Ahhh,” dedi “bilseydim, olacağını bilseydim bir masa dolusu yiyecek isterdim.” Bir anda bir masa belirdi. Üstüne beyaz bir örtü serildi. Yiyeceklerle doldu masa. Şaşkınlık içinde “Çikolata şelalesi,” dedi, hooop çikolata şelalesi belirdi masada. “Muz” dedi muz geldi. “Jambon” dedi jambon. Et, balık, tavuk, içecekler… Ne istediyse geldi. Masada yer kalmamıştı. Şaşkınlık içinde hepsinden birer ikişer attı ağzına hızlıca. Doydu tıka basa. Karnı davul gibi olmuştu. “Oohhh” dedi ama birden “Bu kadar rahatlamışken şimdi, bu taş toprağın üstünde rahatsız bir şekilde mi yatacağım? Rahat bir yatak olsaydı keşke.” diye geçirdi aklından.  Bir yatak belirdi. Kuş tüyü yastıkları, yün yorgan ve ipek çarşafla yumuşak mı yumuşak, rahat mı rahat. Zıpladı yatağın üstüne, serildi boylu boyunca. Sonra birden hızlıca doğruldu yatakta. “Ama yaaa,” dedi “yalnız mı yatacağım burada? Yanımda bütün bunları benimle paylaşacak biri olsaydı.” Hemen eşi geldi yanına. Artık şaşkınlıktan ne diyeceğini bilemiyordu. “Yok artık,” dedi “bu kadarı da fazla. Kesin bir aslan gelip yiyecek şimdi beni.” O zamana kadar ağzından çıkan her şey olmuştu. Son söylediği de oldu. Daha önce hiç aslan görülmemiş olan bu ormanda bir aslan belirdi, yaklaştı ve ormancıyı gerçekten yedi. Ormancının altında oturduğu ağaç bir dilek ağacıydı. Ne istediyse oldu. Olumlu ya da olumsuz diye ayırt etmeden her şey gerçekleşti. Bazen sevindirdi, bazen de fena hâlde üzdü.

Şah

Düşme ihtimalî çok yüksek olan bir alanda, bir de üstüne kendince akrobasi hareketleri yapmaya çalışan oğlunuza/kızınıza ne dersiniz? Büyük oranda “Yapma, düşersin.” dersiniz.

Ben de öyle demiştim bir park gezisinde. Yanımda oturan beyaz saçlı, tatlı mı tatlı, yaşlı bir teyze bana dönerek “ Düşersin değil düşme de kızım, çağırma kötü şeyleri.” dediğinde çok idrak edememiştim ne demek istediğini. İkisi de aynı şeydi, ne olacaktı ki…

Koskaca Manisa’da daha önce hiç gitmediğimiz bir evi aradığımızda da bu idrak yoktu bende. Bildiğimiz tek şey, halamın evinin bir caminin yanında olduğuydu. Hangi caminin? Kaç tane cami vardı Manisa’da? Nasıl bir evdi peki, önünden geçsek tanıyacak mıydık? Bilmiyorduk. Ama gidiyorduk. Manisa’nın caddelerinde, babam, annem ve abimle, bir o sokağa bir bu sokağa yön değiştiriyorduk. Babam oldukça rahattı. “Buluruz” diyordu sadece. Annem çıldırmış “Yahu nasıl bulacağız? Bir arayıp sorsana” şeklinde söyleniyordu kendince. Ve ormancının yaşadığı olaydan çok da aşağı olmayan bir gariplik yaşadık hep birlikte. Bir anda halamın eşi çıktı karşımıza. Manisa sokaklarında, aynı anda, aynı yerde eniştemle karşılaşma ihtimalimiz milyonda bilmem kaçken, o ihtimal gerçek olmuştu.  Çünkü babam sürekli “Buluruz” diyordu.

Ormancı bir masal, evet. Ama benim yaşadıklarım gerçek. Babamla deneyimlediğimiz, sadece içlerinden küçük bir örnek. Bir cuma akşamı geç kaldığınız tiyatro salonuna yetişmeye çalışırken “Arabayı park etmeye de yer olmaz şimdi” yerine “Arabayı salona yakın bir yere park eder rahatça yetişiriz” demeyi deneyin, bakalım neler olacak. Yetişmeyecek değil yetişecek, düşersin değil düşme deyin. Gerçekten inanarak söyleyin, bakalım neler değişecek.

Şans Geldiğinde Kapıyı Açmak İçin Orada Bulunmak Gerek

Picasso’nun çok sevdiğim bir sözü var: “İlham herkese gelir; yeter ki geldiğinde sizi çalışırken bulsun.” Ben de bunu biraz değiştirerek diyorum ki: “Şans dediğimiz şey herkese gelir; yeter ki geldiğinde kapıda bekleyen, ona kapıyı açacak birini bulsun.”

Manisa’da eniştemle karşılaşmamız şanstı, ama babam buluruz diye etrafını dört gözle incelemeseydi eniştemi görmeyecekti. “Şans şanslı olduğuna inanmaktır.” der Tennessee Williams. Yani şans dediğimiz, olumlu düşüncelerle verdiğimiz emeğin, hayat aynasından bize geri yansımasından başka bir şey değil aslında.

Kesinlikle bitmeyeceğine inandığınız bir yola başlamazsınız, kesinlikle kazanamayacağınıza inandığınız bir sınava girmez, kabul alamayacağınıza tam olarak inandığınız bir işe başvurmazsınız. Bu da eğer kapınıza uğrayacak bir şansınız varsa onu reddetmek anlamına gelir. Bu nedenle olumlu düşünmek, buna inanmak ve bu inançla emek vermek, inançsız verilen emeğe ya da hiç gösterilmeyen çabaya göre başarıyı daha mümkün kılacaktır elbette.

Bu iyimser bakış açısı ile hayatımızı %100 değil ama oldukça büyük oranda değiştirebileceğimiz de yapılan araştırmalar sonucunda ortaya çıkmış. Araştırma sonuçları  mutluluğun dolayısıyla da iyimserliğin, bireyin  bağışıklık  sistemini  güçlendirdiğini, enerjisini ve yaratıcılığını artırdığını, sosyal ilişkilerinde daha çok tercih edilmesini ve sevilmesini  sağladığını, işyerindeki verimliliğini artırdığını ve daha uzun yaşamasını sağladığını ortaya koymuş. (Lyubomirsky, King ve Diener, 2005).

Bütün bunlar aslında şaşırtıcı değil. Çünkü birey, bir hedef doğrultusunda attığı adımların başarıya ulaşacağına inandığı ölçüde motive olur ve karşılaştığı engelleri bu motivasyonla aşar. Yani olumlu düşünce motivasyonu ve performansı artırır. Yüksek motivasyon da sorunlarımızı çözme konusundaki eğilimimizi artırır.

Mat

Olumlu düşünme konusunda fikir birliğine vardığımızı düşünüyorum. Şimdi ise sırada iyimser düşüncelerimizi cebimize koyup motivasyon aracında sorunlarımızın çözümü için harekete geçmek, belki de yeni bir teknik deneyimleyerek oyunlaştırmaya giriş yapmak var. Yapabileceğimize olan inancımız tam, motivasyonumuz yüksek, bir de işlerimizi kolaylaştırmak için kullanacağımız oyunlaştırma teknikleri olursa hayatımız ne kadar değişir kim bilir.

Neden bize verilmiş olan hayatı olabilecek en güzel şekliyle yaşamayalım ki.

Neden İyimserlikle “Şah” Dediğimiz Oyunu, Oyunlaştırmayla “Mat” Etmeyelim ki.

Masaldaki ormancı “Bir aslan gelip yemesin şimdi bizi” deseydi çok şey değişirdi. Sadece küçük bir kelime oyunu ile hayatı kurtulabilirdi. Her zaman dilek ağacının altında olmamız beklenemez tabii ama ne zaman orada olacağımızı da bilemeyiz. Birkaç kelime değişikliği yeterken o riske girmeye değer mi? Ya o anda o ağacın altındaysak? Ya bu fırsatı kaçırırsak? Ya her şey çok güzel giderken bir aslana yem olursak…

Bu yazı Gamfed Türkiye gönüllülerinden Mualla Yılmaz tarafından yazılmıştır.

Eğer bu yazı ilginizi çektiyse sıradaki yazımız sizin için geliyor: Bitmek Bilmeyen Başarısız Pazartesilere Son! Beynini Motive Et!

Kaynaklar:

Ormancı Masalı      Judith Liberman

Şans Faktörü           Richard Wiseman